ANLAYANA Gönüldaş Sayı:
63 - Ocak / Mart 2009
Önündeki taşa, elindeki tek malzemesi daha sert bir taşla, ancak akşama kadar bir yüz kazıyabilen insanın; bir gün bütün yaptıklarının ve söylediklerinin resim gibi, film gibi, ayna gibi, aynen yaşadığımız gibi karşısına çıkarılacağını anlayamamasına, haydi hakkı var diyelim (aslında yok ya)... Ama bugün koskoca kütüphaneyi bir küçük maddeye görüntülü, hareketli ve sesli kaydedebilen ve onları istediği zaman tekrar tekrar görebilen, uzaklara adını sanını bilmediği insanlara bile anında ve istediği vakit gönderebilen, hattâ üzerinde oynayabilen insanın "HESAP GÜNÜNDE" her şeyin, karşısına çıkarılacağını anlamamaya hakkı yok...
Bilgisayarda bir kare çiziyoruz... Ona, en ve boy takdir edip isim veriyoruz... Daha sonra onu ismiyle çağırıyoruz, karşımıza son kaydettiğimiz hali ile geliyor. Nedir o?.. Bir hiç... Sadece görüntü... Onun enini ve boyunu (sıfır) yapsaydık... Yine de (var) olacak. Eni boyu (sıfır) olduğu halde bir şahsiyet... Hattâ eni boyu (eksi) bir değer olsa, kendisi bir madde değilken bilmediğimiz bir yerde, bir yer işgal ediyor. Eni boyu (artı) olanın mekânı mı var ki, (sıfır) olanın ve (eksi) olanın mekânı olsun... Buna rağmen "var"... Fransızların (yok görüyorsak da, var; he ne kadar var diyorsak da, aslında yok) mânâsına gelen "vizyon" kelimelerini, güzel bir buluş olarak takdir etmez misiniz? Hani büyüğe sormuşlar... Allah deveyi iğne deliğinden geçirebilir mi? Evet cevabını alınca tekrar sormuşlar... Deveyi mi küçültür, deliği mi büyültür?.. İsterse deveyi küçültür, isterse deliği büyültür; isterse ne birini küçültür, ne diğerini büyültür; ama yine de geçirir demiş. Aynen onun gibi, iğne deliği gibi bilgisayardan kâinatı geçiren; zamandan ve mekândan arınmış kavramlarla kitap, gazete, dergi neşreden ve okuyan; bütün dünya ile anında haberleşen insanın; kendi çizdiği bir şeklin bile idrakini zorlayan sıfatları olabildiğini gören insanın; olmayan bir âlemde, önündeki küçük kutuda siteler, linkler, galeriler, odalar, alanlar, mekânlar, zamanlar ve daha neler nelerle "sanal bir âlem" kuran ve onun içinde kendin, iradesini, hattâ insanlığını, hattâ ve hattâ varlığını unutan insanın; dünyanın, bizim dar ufkumuz içinde kaskatı gerçek, ama ebedî âleme göre geçici olduğunu, bir "gölge" olduğunu ve bütün bunlara bakarak Allah’ın idrakimizi aşan sıfatları olabileceğini anlamamaya hiç hakkı yok...
"Elimiz yaptığını, ağzımız söylediğini, kulağımız duyduğunu, ayağımız gittiğini hesap gününde bülbül gibi söyleyecek" gerçeğine; haberleşmek için ateş yakan insan gülse bile; (aslında onun da hakkı yok ya) bugün her gün gelişen binbir çeşit kayıt cihazını tanıyan ve bu yolda her gün yeni bir madde keşfeden ve yeni bir tarz icat eden, haberleşme için her an yeni bir yol bulan insanın gülmeye ve inanmamaya hakkı, hiç mi hiç yok.
İnsan!.. "En şerefli mahlûk olarak yaratılan! Kâinat emrine verilen!.. Ve hiçbir varlığın kabule yanaşmadığı, yüklenmeye cesaret edemediği "TEKLİFİ" kabul eden varlık... Ona Allah; üstün idrak, akıl ve ahlâk sahibi, günah işlemeyen "SEÇİLMİŞLERLE" doğruyu göstermiştir. Kendi içinden "ÖRNEK İNSANLARLA"... Öyleyse diğer varlıkların mazeretleri olsa bile bu varlığın; her şeyi yoktan var eden, kimseye muhtaç olmayan, herkesin ve her şeyin muhtaç olduğu Allah’a karşı ne mazereti olabilir?.. Her şey O’nu söylüyor, O’nu gösteriyor, O’na yönlendiriyor... Anlayana...
Anlayana...
|