ACELE KAN ARANIYOR! Ali Erdal Sayı:
64 - Nisan / Haziran 2010
Tek olmak, başkasına nisbet edilememek, başkası ile kıyaslanamamak, başkasına muhtaç olmamak Allah'a mahsus... Her varlık, bir başkası ile bir şekilde irtibatlı... Bunun için parçadan bütüne, bütünden parçaya yol var. Bir saç telinden, tırnaktan, deri parçasından insan kitap gibi okunabiliyor... Bir bitkinin yaprağını inceleyip çiçeğinin; köküne bakıp meyvesinin resmi çizilebiliyor. Asil atlar, cins köpekler, irsiyet ve irsî hastalıklar gösteriyor ki, bu bütün-parça irtibatı, her varlıkta, her zamanda ve mekânda geçerli. Hz. Ali'nin (ra) 15 asır önce buyurduğu gibi, “Parça bütünün habercisi”...
Bugün zerrede bütünün kodları olduğu ve bütünün parçaya, parçanın bütüne ait alâmetler ve işaretler taşıdığı herkes tarafından biliniyor. Sadece filmlerde değil, canlı örnekleri de görülüyor... Bir imzayı kimin attığını tespit, artık mesele değil... Küçük bir bilgi ile caniler yakalanabiliyor. Sıradan bir olay, çorap söküğü gibi büyük olayları ortaya döküyor veya daha büyük olaylara sebep oluyor. Bir aileye bakıp milleti; milleti tanıyınca aileyi bilmek iş değil... Tohumun, sayısız bütün kapasitesi taşıdığı ilk insandan beri malûm... Her şey iç içe ve girift. Bunun için her konuda ve her sahada ne 'parça' ihmal edibilir, ne 'bütün'... Bir makinede sadece bir dişli üzerinde yapacağınız değişiklik, karşısındaki dişliden başlamak üzere bütün makineyi etkileyeceğine ve makineyi atıl hale getireceğine göre üzerinde çalıştığınızı bilmek yetmez; onun, dışındakilerle irtibatını da bilmek zorundasınız. Zira bir tespih tanesini kaybettiyseniz, tesbihi bir köşeye atmanız gerekecektir. Keza bir sisteme göre dikilmiş domino taşlarının bir tanesini yıkınca, hepsi dizi halinde devrilir... Taşların tamamı kadar enerji gerekmemiş, o kadar taşı, bir taşlık enerji yıkmıştır... Bir zincirdeki en zayıf bakla, bütün zinciri kendi gücüne düşürür...
Toplumun bir kesimine bir takım haklar vermek veya o kesimden diye birilerini cezalandırmak, diğer kesimleri etkileyeceği gibi zamana ve nesillere yayılacak izler de bırakır. O gün hallettiğinizi zannettiğiniz bir mesele, yıllar sonra yakanıza yapışır. Meselâ bir kesime değiştirilmiş belde adlarını eski haline çevirme hakkı veriyorsanız; bunu o kesime bir taviz veya hak olarak değil; yerine getirilmesi gereken bir prensip olarak, uyulması gereken bir ahlâk icabı yapmalısınız. Bir kesim için değil, genel olarak... Toplumun bir kesimini değil tamamını muhatap kabul ederek... Dersim mağdurlarının hakkını düşünüyorsanız, şapka kanunu bahane edilerek haksız yere asılan İskilipli Atıf Hoca'nın hakkını da düşünmek zorundasınız. Tunceli, Dersim olarak değişsin mi diye konuşulmaz. Mesele sadece bir belde ve toplumun bir parçası ile sınırlı kalamaz. O zaman sorarlar adama, bu zamana kadar değiştirilmiş Oğuz boylarının adlarını taşıyan beldeleri niye düşünmüyorsunuz? Hemen şu anda yirmiden fazla yer sayabilirim. Bu kadar da değil... Bilecik Merkez Erenköy'ün adı Ören köy olarak değiştirilmişti yıllar önce... Ertuğrul Gazi'nin göçe başladığı yerin adını taşıyan Bilecik Merkez Muhan köyünün adı Kayabeli olarak değiştirilmişti... Bir zihniyetin ürünü bu örnekleri, herkes çevresinde görebilir. Meselenin künhüne inmeden, sebeplerini araştırıp ortaya koymadan, esaslarını belirlemeden, alanını belirtmeden, bütüne teşmil etmeden ve sınırlarını çizmeden yapacağınız “açılım” kaş yapayım derken göz çıkarmanıza sebep olur. İstemediğiniz halde... İyi niyetli olsanız da... “Açılımın” doğru, yerinde ve isabetli olması yetmez... Niyetiniz ne kadar halis olursa olsun, vatanın bütününü ve vatandaşların tamamını kapsamıyorsa ve umuma hitap etmiyorsa bir yanlışı düzeltirken, başka yanlışlara, istemeden ve farkında olmadan sebep olursunuz. Parça ve bütün irtibatına uygun prensibi bulursunuz ve onu ortaya koyarsınız. Bir kesimi kazanmak, bir kesime taviz veya hak vermek veya bir yanlışı düzeltmek için değil, “ihkak-ı hak” olarak ve “ihkak-ı hak” için... Mücerret hak için ve mücerret hakkı gerçekleştirmek için... Adalet için... Devlet ciddiyeti bunu gerektirir.
Bugün cemiyetimiz, bütün eklemleri yerinden oynamış bir insana benziyor. 'Parçalar', tezatsız bağlantılarla bir 'bütün'de birleştirilmedikleri için her şeyin her şeyle arası açık, her şey her şeyle didişme halinde... Bakın etrafınıza, mesleğinden ve işinden memnun kaç kişi var? Bulunduğu yerden dert yanmayan mı var? Her tarafından çekilen yaygı misali gücü yeten kurum ve kuruluş, devlet kudretini menfaati için kullanma kendi arzu ettiği yere çekme gayretinde... Fertler çatışıyor, mevkiler çarpışıyor, teşkilâtlar didişiyor, sınıflar kapışıyor, kadın-erkek zıtlaşıyor, evlâtla ebeveyn çekişiyor, nesiller hesaplaşıyor... Herkes her şeyden yakınıyor buna rağmen hiçbir şey çözüme kavuşturulmuyor; kavuşturulamıyor... “Ne olacak bu memleketin hali?” endişesi ve “Burası Türkiye!” eleştirisi herkesin ittifak ettiği birer “acıyorum”...
“Cümlenin maksudu bir, ammâ rivayet muhtelif” dendiği gibi Tanzimat'tan beri üslûplar değişik, kelimeler farklı, anlatımlar çeşitli olsa da söylenen ve yapılan tek: 'Memleketi kurtarmak için şu parçayı düzeltmek lâzım'... Hepsinde söylenen bu... Tanzimat, ıslahat, reform, düzenleme, düzeltme, inkılâp, ihtilâl, koruma, kollama, iyileştirme vesaire... Sanki dünyanın en büyük icadı gibi her hükümet “reform hükümeti”; kurulan her parti “değişim partisi”... İki asırdır böyle... Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur... Yurt dışından aldığımız anayasaları değiştirmek zorunda kalmadık mı? Her anayasayı değişikliklerle tanınmaz hale getirmedik mi? Almanya'dan, Fransa'dan, İtalya'dan, İsviçre'den aldığımız kanunlarla bir hukuk 'bütünü' meydana getirilebilir miydi? Tabiî ki, bunlar birbirleriyle çelişti ve bunun sonucu kurumlar birbiri ile didişti. Tek parti, çok parti, tek meclis, meclis ve senato... Her fırsatta değiştirilen seçim kanunları, indirilip çıkarılan seçim barajları... Kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, yönetmeliklerin, “iç hizmet” talimatnamelerinin birbirleriyle cedelleşmesini sadece kişilerin hatasına bağlamak mümkün mü?
Tanzimat'tan beri parçalarla oyalandık ve bütünü -parçaları yekpare yapacak bütünü- göz ardı ettik ve her seferinde bir tarafı düzeltirken (düzelttiğimizi zannederken) yeni problemlerle karşılaştık. Yeni problemler çıkardık. İki asırdır, her şeyin her şeyle kavgasının sebebi, mihenk taşı hükmündeki 'bütünden' mahrumiyet olduğunu anlayamadık.
Bütün çivileri yerinden oynamış bu toplumun, her şeyi yerli yerine oturtacak bir 'BÜTÜN”e ihtiyacı var. İlk önce ve acilen... O da milletin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hazırlayacağı, milletin tasvip ve tasdik edeceği, milletin ruh köküne uygun bir anayasaya... Ve ona göre her şeyin yerli yerine oturtulmasına... Milletin; tek parti zulmü karşısında Demokrat Parti'de toplanmasının, 27 Mayıs gece baskınından sonra Adalet Parti'de birikmesinin, 12 Eylül'den sonra Anap'ta birleşmesinin son olaylar üzerine hem de iki defa Ak Parti'de ısrar etmesinin sebebi budur. Bu partileri tam olarak tasvip etmese de, hattâ etmediği halde, en uygun yerde topluca durmak suretiyle millet; hâkimiyetinin yolunu açmanın böylece mümkün olacağını hissetmiş ve millî ruh yüceliğinin, dinamizminin, sebatının harika misallerini ortaya koymuştur... Şükür ki böyle bir millî ruh var ve millî iradeyi tecelli ettiriyor. Bu millet; ruhuna, ruh köküne, özüne, aslına, kendisini tarih sahnesinde büyük yapan değerlerine, şehitlerin kanını temsil eden ay-yıldızlı bayrağına uygun bir anayasa hasreti çekiyor... Acilen taze kan arar gibi... Yeni yamalar değil, yeni anayasa... İki asırdır aranan taze kan... O anayasa hazırlandıktan sonra gerisi kolay...
|