İNSAN ve YENİ UFUKLAR Mehmet EROL Sayı:
39 - Ocak / Mart 2003
Güneş; o sarı pırıltılarıyla yine yaprakların üzerinde… Pırıltılar sıcak, kucaklayıcı ve sevecen… Sarılar, bütün tonları bir başkadır… Hele yürekleri güneşin pırıltıları ile yüklüyse…
Çünkü; sen bir köy çocuğusun… Güneşi, üzerindeki pırıltıları sen iyi tanırsın… Başağa vurgundur onlar… Onlar genelde berekettir insanlık için… Can; hayat kaynağıdır…
Topraklar ve başak geçmişten geleceğe, mutluluk kapısıdır insanlığın. Hele dolu başaksa! Başaklar çok farklıdır… Hele boş başak, başka bir farklıdır; o umutların ayaza durmasıdır… Hüzündür insanı derinden yaralayan… İnsandır dolu başakla, boş başağın farkına varan… İnsan zekâsıdır; insanın asıl farklı yanı burasıdır… Bu fark; önemlidir anlayana… Sevinci çağrıştırır… Emeği, gücü, başarıyı simgeler…
Yeni ufuklar yaratır gönüllerde… Hayalleri çoğaltır… Hayaller ise insanı iteler. Bilinmezliklere kapı aralanır… Kapılar ise hep umuda açıktır… İnsanı maratona hazırlar… Yani bitmeyen koşuya... Koşucu ise umut taşır yüreğinde… Onun yüreği, umutla çarpar; geçmişten geleceğe. Umut ve umutsuzluk… Çünkü onların birinde mutluluk, ötekinde hüzün vardır… İnsan; ya da insanlık tarih boyunca hep umuttan yana savrulmuştur…
Ağaçlar taze filizleriyle güneşin sarısıyla kucaklaşırken, mavi semaya o biçim gülümsüyorlar. O sarıda bir şeyler veya çok şeyler olmalı… İnsanlığın hayat pınarından gelmektedir sarılar…
Tebessüm denen o ince çizikler var ya… İşte onlar önce çiçek uçlarında duraklar, kanat çarpar, sonra o sarışın kızın deniz mavisi gözlerinde bağdaş kurar… Bu yüzden olmalı; doğada bir hareketlenme başlıyor bu mevsimlerde. Baharla birlikte güzelliklerin biri bitiyor, arkasından bir başkası başlıyor.
Kuşların gökyüzünde mavi tonlarında genişleyip daralan yeni halkalarda yeni ufukların renk tonları gülümser insanlığa…
Tatlı bir esinti o saat yüz hatlarında duraklamıştır. Yüz hatlarında gezinen bir başka şeyler de var… Çok başka şeyler; ana elini ta o zaman tanımıştım… Sevgiyi yüreğine dolduran elleri…
Ya ötekiler? Yumuk ellerine kalem o sihirli nesneyi tutuşturan eller bir başkadır senin için… Yumuk ellerin ilk defa sarılmıştı insanlık adına… İşte o eller dolu başağın ilk habercileriydi… İnsanlığın kaderi orada yatıyordu… Uyuyan dev, o zaman uyanıyordu derin uykulardan… İnsan zekâsı, tam o zaman hareketleniyor, ilk defa şaha kalkıyordu…
“Yat yat uyu… Uyu uyu yat” dese de birileri, yani sen veya öteki sen’ler fark atıyordunuz onlara… Ellerin kalemle güç kazanıyordu… Zekâ ise güç kaynağındı senin… O yumuşak eller onun için öpülesi eller ünvanını hak etmişti.
Bilimin ışığı harfler, sevinç içindeydi… Rakamlar doludizgindi insan zekâsının iç dünyasında… Kalem o ellere, o eler kalemlere vurgundu… Dolu başak, boş başağa fark atıyordu aralıksız.
Başarı arkasından gelen mutluluk pırıltıları dokunup duruyordu çocuk yüreklere. Gönüllerde çizilen yeni ufuklara işte o zaman kulaç atıyordun… Kültür denizine dalıyordun, yanına kalem desteğini de alarak… İnsan zekâsı dene o kutsal mefhumu gözleri hep bilinmezliklerin ötesindeydi…
Sen engin denizlerde kulaç atarken, bir başka eller uzayan mavi boşluğundaydı kapı aralıyordu insanlığın başarısına… Başarı, mutluluğu taşıyordu insan yüreğine. İşte o incecik kırık çizgiler halinde yüz hatlarında gezinen tebessüm pırıltıları insanlığın tek amacıydı; mutluluğu bulmak, sevgiyi çoğaltmak, insanlığı barışa ve kardeşliğe taşımak… Yani boş başak yerine dolu başak olmak… İnsanlığa yeni ufuklar kazandırmak… Başağın yüreğinde de avuçlar dolusu sevgiyi, hayat kalitesini ölesiye doldurmak…
|