K?KLER -1- Altan Atan Sayı:
47 - Ocak / Mart 2005
Bir zamanlar “acaba olur mu” dediğimiz garipliklerin yaşandığı günler bir bir geçip gidiyor. Bu gidişat, garipliklerin artarak yaşanacağı zamanlara doğru...
Yeni zamanlar kısa sürede eskitiyor ve tüketiyor her şeyi… Unutmak, unutulmak diz boyu. Yüzeyde pek tutunan olmuyor ve olmayacak da ama köklü olan her ne var ise başka şekillerde görünüyor/görünecek bile olsa her zaman var olacak.
Radyo Televizyon Üst Kurulu’ndan ceza alan televizyonların yayınladıkları bir belgesel var. Geçenlerde yine bir kanalda prime time denen o ünlü saat diliminde yayınlandı. “Prime time” yayıncılık pazarının kızıştığı, TV’ler için değerli bir zaman dilimi. Bu zaman diliminde kaliteli bir belgeselin yayınlanması ancak bir ceza sayesinde mümkün olabiliyor. Bu da ayrı bir gariplik işte… Belgesel 1927’de yapılan mübadele ve sonrasını anlatıyor.
Birbiri ile bağlantılı bunca konu arasında cımbızla seçim yaparak konuyu dağıtmamaya çalışıyorum, öylesine doluyuz ve öylesine hüzünlü...
Dikkate değer bazı şeyler var bu belgeselde. Bunlardan biri yeni adı Kayaköy olan eski rum köyünün özellikleri: 1000 hanede yaşayan 7000 nüfuslu bu rum köyünün 2 doktoru, 2 eczanesi, sanatkârları, tiyatrosu ve bir de gazetesi varmış. Ayrıca iki büyük okul; biri erkekler diğeri kızlar okulu… İki büyük okul dendiğine göre küçükleri de varmış demek ki… Bizimkiler onları anlatırken çok medeni insanlardı diye övüyorlar ama yunan İzmir’e çıkınca, sizi keseceğiz demeye başladılar derken sesleri garipleşiyor.
Ne gidenler memnun Yunanistan’a ne de gelenler Anadolu’ya… Her biri doğdukları toprakları aramışlar. Oradan gelenler burada dışlanmış, buradan gidenler de orada…
Bu bir hüzün hikâyesidir. Tıpkı Anadolu’nun yıllardan beri yaşadığı hüzün hikâyeleri gibi... Bilinçaltında köksüzlüğün bir türü var. Peki, bilinç var mı derseniz derim ki yok. Eğer bilinç olsaydı yaşanan her ne kadar kötü olursa olsun bir şekilde tamir edilebilirdi. Burada, bizi aşan başka bir üst bilincin varlığı sırıtıyor anlayana.
Dikkati çeken bir başka olayda şu: belgesel Yunanlı bir gazetecinin sözleri ile sona eriyor; keşke bunlar yaşanmasaydı, bunlar savaşın sonuçlarıdır diye başlıyor ve karşı olunması gereken şeyleri sıralıyor. Saydıklarının içinde düşündürücü bir şey var: Köktencilik. Bu kelimenin böyle bir hüzün hikâyesinde ne işi var acaba?
Yıllarca bir arada yaşayan insanların gün gelip akıl almaz işler yapmalarının nedeninin köktencilik olduğunu tespit etmiş olsa gerek ki böyle acıların yaşanmaması için köktenciliğe karşı savaşılması gerektiğini söylüyor. Haksız da sayılmaz çünkü daha da kötüleri yakın zamanlarda bile yaşandı ve halen de yaşanıyor. Üstelik bu gidişle devamı da gelecek gibi…
Bilinçaltında böyle küflenmiş, kokuşmuş, bozulmuş köklerin olduğu bir zihin yapısından ne beklenir. Kötülüğe kök salmış köklü bir yapı… Aslında ne kadar zayıftır ve ne kadar köksüz!..
Batının en zayıf tarafının bu olduğuna inanıyorum. En zayıf olan taraf, kullanılmaya en uygun olan taraftır bildiğimce.
Batının sağduyulu insanları yaşanan acıları, kötülükleri bir şekilde anlamaya, aşmaya ve onları bir daha yaşamamaya çalışıyorlar ama maalesef batı toplumları kendilerine sunulan köktencilik jeneriği ile dolup boşalıyorlar. Onları da anlamak gerek. Elbet onlarda bizi anlamalı ancak ah bir baş başa, biz bize kalabilsek...
Aynı durum doğunun sağduyulu insanları ve doğu toplumları için de geçerli değil mi? Bu noktada yok aslında birbirimizden farkımız… Hepimiz amacı aynı içeriği farklı jenerikler ve filmler içinde yaşamıyor muyuz?
Karşıyız bizde onlar gibi böyle köktenciliğe. Köküne kibrit suyu dökülesi inançlara, fikirlere ve zihniyetlere… İşte bunu söylüyoruz insanlık olarak hep birlikte.
Bu ortak reddiye ayrıca demek istiyor ki: İyiliği arıyoruz, huzuru, mutluluğu arıyoruz hem de sonsuz olanını. Yeter artık süründüğümüz ayağa kalkmak ve kök salmak istiyoruz… Ama keşke pazar bizim olsa da malımızı kendimiz anlatsak, kendimiz satabilsek...
Televizyonlardan yayınlanan bir haberi sizlere aktararak yazımın devamına bir köprü kurmuş olayım. Endonezya’da yeni keşfedilen bir bölgede yeni canlı türleri bulunmuş. Bu bölgeye ilk defa insan giriyormuş. Yeni kuş türleri ve diğerleri… Bilim adamlarının ellerine konmuş kuşlar ekranlardan seyrettik; insanlardan kaçmıyorlar çünkü ilk defa insanlarla karşılaşıyorlar. Eğer birileri insanların zararlarıyla ilgili bir jenerik hazırlayıp onların anlayışına yerleştirseydi hiç böyle davranırlar mıydı acaba?
Onların köklerinde vahşilik yok henüz… Ne güzel bir köktencilik bu değil mi?
Kökler devam edecek…
|