Ayakta bekleyelim Ali Erdal Sayı:
72 - Nisan / Haziran 2012
Herhangi bir lisenin bahçesi… Talebeler, kuytu bir köşede sigara tüttürüyor. Külâhından tavşan çıkaran sihirbaz gibi çorabından sigara çeken öğrenci, yanındakine:
–Ateş ver!..
İşareti yaptı. İşareti alan, sigarasının külünü silkeledikten sonra, uzatırken:
–Oğlum o usul çoktan bayatladı. Şimdi hocalar önce çoraba bakıyor.
–Şurada bir taşın altına saklıyordum. Baktım, peynire fare dadanmış…
Takım elbiseli:
–İçip bitirdin de farkında mı değilsin?
Beklenmedik bir tepki:
–Haydi lan züppe!.. Senin yağ çektiğin hoca yok karşında…
Kısa boylu az öteden:
–Seninkinin geçen gün, arka arkaya, birer nefes çektiği sigaralarını kül tablasından almışlar… Dördüncüyü yakarken, az önce içtiğim sigaranın izmariti nerde, diye sormuş…
Kahkahalar dinince, gözlüklü daireyi daralttı:
–Yeni edebiyatçıyı göreniniz var mı?
Duvara dayanan:
–Ben gördüm… Ufak tefek bir şey…
Şişman, alaycı… Sadece sigarasından derin nefes çekene doğru tam döndü:
–Abi; sen hakkından gelirsin onun…
Gözlüklü:
–Abimizi tanımaz mıyız…
Çoraba sigara saklayan, müttefik devletlerin en büyüğü edasıyla:
–Seninle beraberiz…
Onunla birlikte ortaya konan destek vaadlerine Ağabey cevap vermedi. Az öteden telâşlı bir ses:
–Nöbetçi hoca geliyor!..
Hepsinin hızla dağılmasına mukabil, Ağabey sigarasını ayakkabısı ile sakin bir şekilde ezdikten sonra, düşünceli yürüdü…
*
“Edebiyatçı”… Mahcup adımlarla sınıfa girdi… Sanki bir suçlu… Kısa bir bakışla sınıfı taradıktan sonra, kürsüye yürüdü. Öğrencilerin kimi ayakta, kimi oturuyor. Bazıları da kalkar gibi yapıyor. Önce kalkmayanlara, sonra yarım kalkanlara kısa birer bakış fırlattıktan sonra kürsüye gitti. Arka sıralar hemen yoruma başladı:
–Bak şimdi…
Tanımadıkları “Edebiyatçı”yı taklit ediyorlar:
–“Dersimiz edebiyat” diye başlayacak…
–Edebiyat olduğunu, ondan başka bilen yok…
–Hayır… Önce “susun lan!” diyecek…
–Var mısın iddiaya?..
–Nesine?
Ortalardan bir baş geriye döndü:
–Bire on bahse girerim, “hepinize başarılar!” diye başlayacak…
–Bakın Zıpır ne diyor… “Zıpırlık istemem!” diyecekmiş…
Edebiyatçı, kürsüdeki sandalyeye eline sürdükten sonra, sınıfa yavaşça:
–Başkan?..
Yorumlar durdu. Dikkatler kürsüde. Suratından “saçmalayacaksın ama çaresiz katlanacağız” mânâsı akan bezgin edalı biri ayağa kalktı. Tek omzunu düşürerek bekledi. Hoca:
–Saçma bir şey söyleyeceğimi mi düşünüyorsun?
Başkan, suçüstü yakalanmıştı… Ama renk vermedi. Karakol komutanı ile köylü arasında sıkışan muhtar pişkinliğiyle:
–Hayır…
–Gel buraya…
Başkan, sırası mı şimdi, edasıyla sallanarak yürüdü. Hoca, yanına gelmesini asırlarca bekledi. Gözlerinin içine bakarak emretti:
–Bir elini masaya, diğerini sandalyeye sür!..
Ağır hareketi üzerine:
–Çabuk ol!..
Söyleneni güç belâ yerine getirince:
–Bu tozlanan ellerini yüzüne sürer misin?.. Sus cevap verme… Cevap vereceksin diye birkaç asır bekleyemem… Ellerini sınıfa göster!
Sınıf peşin reddedişin yersizliğini anladı. Alaycı mı, şaşkın mı, muzip mi olacağını kimse bilemiyor. Öğretmene karşı, anlaşmasız kurulan “mukaddes ittifak” yine anlaşmasız çözüldü.
–Evinize gelen misafirini tozlu sandalyeye oturtacak biri var mıdır, bu sınıfta?.. Tabiî ki, yok diyeceksin..
Başkan, pişkin muhtar rolü gereği, mendiliyle sandalye ve masayı silmeye davrandı. Hoca sert:
–Silme!..
Bu tavrı neye yoracaklarını bilemiyorlar… Hoca:
–Git yerine…
Nasıl bir tavırla yürüyeceğini kestirene kadar, yerine vardı. Hoca sınıfa:
–Temizlik nöbetçileri kalksın!
Kimse yerinden kımıldamayınca, yazı tahtasında nöbetçi olduğu belirtilen numaraları gösterdi:
–Bu numaralar ayağa kalksın.
İsteksiz kalkan iki kişiye:
–Demin niçin kalkmadınız?
Arkadaki rahat. Öndeki konuşmaya mahkûm olduğunu anladı:
–Biz iki gün önceki nöbetçileriz…
–Demek iki gündür temizlik yapılmamış… İki gün de hafta tatili… Dört gündür…
Tam siper rahatlığı içinde, neredeyse oturacak olan arkadakine:
–Bu işleri kim nizama sokuyor?
Arkadaki görülmüş olmanın rahatsızlığı içinde ne diyeceğini bilemedi. Başka şartlarda böyle durumlardaki öğrenciye gülmeyi gerektiren yasa da delindi.
–Size soruyorum… Söyler misiniz, temizlik kolu görevi kimin üzerinde?
Onu gammaz olmaktan kurtarmak kahramanlığını göstermek gerektiğini idrak eden temizlik kolu görevlisi ayağa kalktı. Tüm hücrelerinden umursamazlık fışkıran biri. Yan tarafa bakarak:
–Benim…
Hoca sert:
–Gel buraya!..
Suratına uygun adımlarla yürüdü. Sanki çağırılmıyor da, kendi isteğiyle gidiyor. Kulağından tutup, yüzünü yüzüne çevirdi:
–Yüzüme bak!
Zavallı, bir de sınıfa, kulağım acımasa bakmazdım, mesajı vermek zorunda. Hocanın bakışı gözlerinin içinde:
–Arkadaşlarının dediği doğru mu?
Evet mânâsına başını sallayınca:
–İki gündür, nöbetçi olmayanları sorumlu göstermekten utanmıyorsun da, bunu belirtmeye mi sıkılıyorsun. Dön sınıfa ve “evet” de!..
Emir çok keskin!.. Yerine getirildi. Yenisi daha sert:
–Git!..
Talebenin en tesirli silâhı alaycılıkta, gerekirse ne kadar keskin olabileceğini gösterdi:
–Arkadaşların geri zekâlı oldukları için anlayamadılar ama, ben senin utancından dolayı yüzüme bakamadığını biliyorum. Git şimdi… Tekrar konuşacağız.
Gerginleşen havayı bu espri ile yumuşatmış olmanın rahatlığıyla, ayaktakilere:
–Oturun!
Artık, ortak yorum imkânı kalmayan sınıfın karşısına geçti:
–Farkında mısınız, bilmiyorum… Ortada bir savaş var. Taraflar şöyle… Cemiyetten size sıçrayan pislikler, sizin kötü huylarınız, zaaflarınız, haddi bildirilmediği için şımaran nefsiniz… Bir taraf…
Durdu, sınıfı süzdü. İşin nereye varacağı merak ediliyor. “Nasihat faslı başladı” havası yok. Hepsine tek tek baktı. Bakış bittiği zaman kararlı:
–Diğer taraf… Güzel huylarınız, kabiliyetleriniz, meziyetleriniz… Sizi yetiştirmek isteyenlerin çırpınışları.. Silâhlara gelelim…
Kararlı hali ve değişik tavrı sınıfı etkilemişti. Sakin:
–Birinci tarafın silâhları… Vurdum duymazlık.. Neme lâzımcılık… Nefse düşkünlük… Baştan savmacılık… Alaycılık… Ve…
Bir de “ve..”si mi var?.. Sınıf farklı havayı kabullenmişti.
–Ve… Hocaların eksik taraflarını, zaaflarını, zayıflıklarını istismar dehanız… En üstün silâh…
Çıt yok…
–İkinci tarafın da silâhları var elbette… Bunları ben nasıl kullanacağımı anlatırsam, daha kolay anlaşılır.
Sınıfa lâzım olacak kadar bir sesle:
–Vazifesini yapmayanları, derse ilgisizlikte ısrar edenleri, yetişmemekte, adam olmamakta inat edenleri önce ikaz… Netice vermezse, avucunuza acısını duyacağınız kadar cetvel… Yüzünüz, şahsiyetinizin aynası… Yüze vurulmaz… Cetvelle damlatacağım ilâç yetersiz kalırsa, velilerinizi yardıma çağırırım… Bu da fayda vermezse, okul idaresini, disiplin kurulu yoluyla okula lâyık olmayanları ayıklaması için göreve davet ederim…
Sesi biraz daha yumuşadı ve hafifledi:
–Bu da netice vermezse… İstifa ederim…
Bir müziğin son notaları halinde bitti konuşması:
–İnsan gibi yetişme disiplini yerine, eşek hürriyetine talip olan talebe gitmeli… İnsan yetiştirmek yerine eşek hürriyetine fırsat veren hoca da…
Sustu. Söz bitti. Sınıf bir bekleyiş içinde. Ağabey parmak kaldırdı.
–Buyurun…
–Hocam, sandalye tozlu olduğu için oturmuyorsunuz, değil mi?
–Evet…
–Demin silinmesine izin vermediniz. Şimdi silebilir miyiz?
–Hayır…
–Sanırım kendiniz de silip oturmayacaksınız.
–Nöbetçilerden başkasına sildirmek, kargaşalığı kabul etmek olur. Mesele sandalyenin silinmesi değil, nizamın yürümesi…
–Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
–Temizlik başkanından benim ilâcımla disiplin kurulu arasında tercih yapmasını isteyeceğim. Ve… O nöbetçileri belirleyecek ve sildirecek…
–Bu zaman içinde de ayakta mı kalacaksınız?
–Evet…
–Hoca ayakta bekliyorsa, talebeleri de ayakta olmalıdır…
Sınıfa döndü ve emretti:
–Arkadaşlar, ayağa kalkın!
Hepsi ayakta. Hoca yavaşça Ağabey’in yanına yürüdü. Çıt çıkmayan sınıfta ayak sesleri konseri, Ağabey’in yanında bitti. Onun gözlerinin içine gülümsedi:
–Ne asil bir hareket… O kadar güzel ki, hocanızın yanında emir vermek hatanızı affettiriyor.
Temizlik başkanı, kendisinden çıkmayacağı bir canlılıkla:
–Hocam, izin verin; bu seferlik ben sileyim… Bana ceza olsun hem…
Hoca temizlik başkanına döndü, gülümsedi:
–Peki, öyle olsun.
Sınıfa:
–Böyle asil sözler ve davranışlar için ayakta durulur…
|