Namaz Kürsü Mümin-Kâfir Sayı:
77 - Temmuz / Eylül 2013
Kâfir - Siz istediğinizi söyleyin! İslâmın her emri tahammülün üstünde serttir.
Mümin – Nefsinize mülayim gelmesini mi beklerdiniz? Öyleyse siz bir din değil, bir haz vasıtası arıyorsunuz! Hangi devâ, bilhassa gidermeyi teahhüt ettiği hastalıkla aynı nispette olarak, hastaya sert ve acı görünmez ki… Ebediyet davasının devası elbette nefse acı gelecektir.
Kâfir – Artık bunlar kolay ve malûm laf tarafı… Ben diyorum ki, İslâmın şartlarına bu asırda dayanılmaz!
Mümin – Hangi şartlarmış onlar?
Kâfir – Meşhur beş şarttan birini, mesela namazı ele alalım! Kuzum, bu asırda insan, hem de her biri saatinde olmak şartiyle beş vakit namaz kılabilir mi?
Mümin – Bu asırda siz, sabah ve ikindi kahvaltıları ve icap ederse gece yemeği ile beraber beş öğün, midenize hizmet edebiliyor musunuz?
Kâfir – İyi ama, o yemek! İnsan yemek yemeden yaşayabilir mi?
Mümin – İnsan asıl, namaz kılmadan yaşayamaz! Fakat namazın hayatî zarureti kavranamayınca, işte böyle, kabahat beş vakte bulunur. Siz namazın kemiyetiyle ne uğraşıyorsunuz? İşi esasta arayın ve namazın aslen size giran gelip gelmediğini tespit ettikten sonra namuskârane konuşun! Eğer o size giran gelmeseydi, sevgilinizle randevularınızda duyduğunuz heyecanla, onu hiç ayrılmamacasına devam ettirmek isteyecektiniz. Namaz da, müminlerin sevgilileriyle randevusudur. Hiç onu fazla görebilirler mi? Fakat sizden rica ederim, konuşurken biraz fikir ve hakikat edebi gösterin de, günün züppeleri gibi, işi dar kemiyet planlarına bağlı itirazlarla halledebileceğinizi ummayın! Bu takdirde sizi susturmak o kadar kolay oluyor ki, ben, hamdolsun mensup bulunduğum imanın nâmütenâhî girift ve muğdil hikmetleri önünde, bu derece kolay kazanılan zaferlerle mahçup vaziyete düşüyorum! Namazın beş vaktine itiraz edenler, onun bir vaktine bile tahammül edemeyenlerin, ondaki hudutsuz kazancı anlayamayanların, onu «def'i belâ» sayanların, işi kemiyet hesabiyle boğuntuya getirici maskeli hüviyetleridir.
Kâfir – Namazın sade vakti değil, şekli de bu asır insanına göre değil…
Mümin – Bu asrın insanı, Allah'a secde etmek yerine ceberûti kullara secde ettiği için mi namazın şekline tahammül edemez?
Kâfir – Bahsi değiştirmeyelim! Hamal, serseri, dilenci, her cinsten insanın çıplak ayaklarıyla kirlettiği bir zemin üzerinde, başını yere koymak ve her defa alnıyla yerden 10 gram toz kaldırmak… Bu mu ibadet?
Mümin – Eğer şahıslar fakirliklerine rağmen herkesle müsavi olması gereken İslâmi temizliği yerine getirmiyorsa; eğer zemin operatörlerin yaralara koyduğu gazlı bezler kadar temiz değilse, kabahat şahıslarda ve onları yetiştiren cemiyette midir, yoksa İslâmiyetin emrettiği namaz, yeni yağmış kar tabakasından daha lekesiz bir zemin üzerinde, manolya ağacının en yüksek noktasındaki çiçeklerden daha pak uzuvlarla edilen ibadettir. Fakat İslâmiyete layık olmayan toplulukların şahıs ve cemiyet suçlarını İslâmiyetin kabahati diye gösteren küfür anlayışı, İslâmiyeti müşahhas tatbikatçıların ferdi şartlarından tecrit ve tenzih edemez. Siz bize bir İslâm cemiyetini teslim edin de, biz de size bu asır insanını ebediyen teshir edecek namazın ve İslâmiyetin ne demek olduğunu gösterelim! Namaz, oturduğu yerde konser dinlemeye benzemez. Ve kulun Allah'ta yok olduğunun ilanı, secdeden gayrı hiçbir şekilde hakikatini bulamaz.
ORUÇ
Kâfir – Bakın, ben namaza itiraz ettim ama, oruca hiçbir diyeceğim yok! Hattâ onun bir faydasına kaniim!
Mümin – Biz, sizin gibilerin zemlerini asılsız bulduğumuz kadar, medihlerini de esassız buluruz. Söyleyin bakalım, sizce neymiş orucun faydası?
Kâfir – Sıhhati düzeltmesi… Bütün bir yıl abur cuburla dolmuş mideleri tasfiye etmesi…
Mümin –Gördünüz mü? Sizin oruçta kabul ettiğiniz bu fazilet, onun nâmütenâhi değerlerinden belki en küçüğüdür. Halbuki siz bu noktayı, orucun yegâne meziyeti diye görüyorsunuz. İşte onun için sizin medihlerinize kıymet verilemez.
Kâfir – Bu ne taassup yahu?
Mümin – Her sağlam ve tezatsız tavır, sizin gibilere taassup gibi gelir. Evet, biz sizin medihlerinizi de benimsemeyiz! Namaz için «iyi bir spordur» diyen niceleri var… Halbuki namazın vücuda verdiği bedeni terbiye kıymeti, onun faziletleri içinde, mülâhazasına bile yer olmayan bir değer… Gaye sadece ibadet… Bu gaye etrafında, insanın, düşünmeden elde ettiği daha nice kazanç olabilir. Ama bu kazançlardan hiçbirinin, aslî gaye önünde ismi geçemez.
Kâfir – Orucun sıhhati düzelttiğini söylemek kabahat mı?
Mümin – Asla! Fakat aslî gayeyi daima ibadet bildikten sonra… Orucun sıhhati düzelttiği o kadar aşikârdır ki, ana gaye yerine gelirken bu mesut neticeyi görmemek de mümkün değildir. Orucun başlıca fazileti, aslî gaye daima ibadet olmak şartiyle, nefs mücadelesi, nefsi yenmek baskı altına almak borcu…
Kâfir – Sizi dinledikçe Müslümanlığın ne zor ve pahalı şey olduğuna dikkat ediyorum!
Mümin – Ben de sizi dinledikçe, küfrün ne kolay, ne ucuz kazanıldığını görüyorum! Halbuki Müslümanlık, zor içinde en kolay, pahalılık içinde de bedava olan kurtuluş çaresidir.
|