Ne tepkiydi ama! Medya Sepeti Sayı:
52 - Nisan / Haziran 2006
 Abant-Paris’te tarihçi ve Fransız Akademisi üyesi Pierre Nora, “AB, Sovyetler’e karşı bir iç bütünleşme projesiydi. Sovyetler’in parçalanması ile Batı’nın zafer kazanması, bu projeyi bir bakıma işlevsiz, anlamsız kıldı. Bugün için AB, siyasi bir güçten çok ekonomik bir birlik gibi görünüyor.” dedi. Ve arkasından Avrupa’da ve Fransa’da neden Türkiye’nin üyeliğine karşı tepkilerin olduğunu açıklama sadedinde “Eğer AB, siyasi bir birlik olarak yoluna devam edecekse çöken Sovyetlerin yerine İslâm dünyasını bir ‘öteki’ olarak algılamak durumundadır.” dedi.
Bir Türk dinleyici şunu sordu: “Avrupa kendi kimliğini, siyasi birliğini oluştururken illa da kendine bir düşman mı seçmek zorunda? Bu düşman illâ da Müslümanlar mı olmak zorunda?” Nora, bu sorunun cevabını vermenin kolay olmadığını söyledi ve şunları ekledi: “21. yüzyılda İslâm dünyası gelişecek. Bu gelişmenin yönetilmesi lâzım. Avrupa ılımlı Müslümanları İslâmcı Müslümanlara karşı desteklemek zorundadır. Çünkü İslâmcı İslâm, hem modern değerler hem Müslüman dünya için zararlıdır.” Benim Türk medyasına da yansıdığı gibi çeşitli tartışmalara yol açan sorum Fransa’nın çok ünlü tarihçisi ve gazetecisi Alexandre Adler’e idi. Şunu sordum: “Toplantı boyunca hiçbir Fransız konuşmacı, İslâmiyet’le diyalog kurulabileceğinden, yaşanan modernleşme/Batılılaşma sürecinde Müslümanların nasıl etkilenip sıkıntı çektiklerinden, Müslümanların ne düşündüklerinden tek bir kelime etmedi. (…) Oysa biz buraya Fransız aydınlarıyla konuşmaya geldik. Aydınlar, karşılıklı konuşmaya, ortak sorunları müzakere etmeye, bizleri dinlemeye yanaşmıyor. Hiç değilse asgari müştereklere vurgu yapılabilir. Böyle olmuyor, aksine azami farklılıkların, çatışma noktalarının altı çiziliyor. Her fırsatta bize rakip bir medeniyet, birlikte yaşanması mümkün olmayan bir “öteki” ve meydan okuyan bir kültür olduğumuz empoze ediliyor, bizim de kendimizi ve Müslümanlığımızı böyle görmemiz isteniyor. Avrupa kimliğini bu parametreler üzerinde inşa etmek istiyor. (…) Neden Müslüman çoğunluğun haklarıyla da ilgilenmiyorsunuz (…)
120 kilo ağırlığındaki oturum başkanı Adler, bana hiç beklemediğim sert bir tepki verdi. Önce Yahudi bir ailede doğduğunu, Türkleri çok sevdiğini, babaannesinin ‘iyi bir Müslüman’ olmasını istediğini, fakat kendisinin Yahudiliği seçtiğini, amcasının (veya dayısının) Ürdün ordusunda general olduğunu uzun uzun anlattıktan sonra -ki bunlara hiç gerek yoktu- şunları dedi: “Sizi Avrupa kapısına getiren halifeler veya sultanlar değil, Mustafa Kemal’dir. Türkler, bir İslâm ülkesi veya İslami kimlikleriyle AB’ye girmek istiyorlarsa hiçbir zaman girmeyecekler. Avrupa’da dinin kamusal alanda yeri yoktur. Yine Türkiye, İslam’ın temsilcisi olarak AB’ye girmeyi düşünüyorsa bu mümkün olmayacaktır. Ama Türk olarak girmek istiyorlarsa, girebilirler. Çünkü Türklerin Türklükleri Müslümanlıklarından önce gelmektedir. Mustafa Kemal’in önünde diz çökün demiyorum. Sizin Kemalist modernleşme projesinden başka bir seçeneğiniz yoktur. Şu anda yüzünüzün renginin nasıl değiştiğini görüyorum. Avrupa, Türkiye’ye Kemalizm üzerinden yardım etmeli.” Ben Mustafa Kemal’den tek söz etmemiştim. Yüzümün rengi de değişmemişti. Ama Adler konuyu bu mecraya çekti. Sıram geçtiği için cevap veremedim; ama yorumunu pazartesi yapacağım.
ALİ BULAÇ - Zaman Gazetesi
|