Stratejik akıl, enerji nakil hatları üzerinden yeniden doğuyor Av. Mustafa Büyükgüner Sayı:
83 - Ocak / Mart 2015
Anadolu coğrafyası gibi; bir ayağı sanayileşmenin en üst düzeyde olduğu Avrupa’da, diğeri bunun sürdürülebilmesi için en büyük ihtiyaç olan enerji havzalarının bulunduğu Ortadoğu ve Asya coğrafyasında olan bir devletin kendi haline bırakılması eşyanın tabiatına aykırı... Hele bu topraklar yıllardır mevcut olan batı ile doğu arasındaki en kestirme ticaret yollarının köprübaşıysa... Kabilelerden, organize devlet yapılarına geçilen çağlardan beri, inanç ve din savaşlarının bu coğrafyanın hinterlandında yapıldığı da düşünülürse; Nasrettin Hoca misali "Dünyanın Merkezi"nin ayağımızın bastığı bu topraklar olduğu rahatlıkla söylenebilir. "Dünyanın tek bir başkenti olsaydı, o da muhakkak İstanbul olurdu" sözü, Napolyon’un nazarında batının da bu jeopolitik önemin farkında olduğunu göstermekte. Bu stratejik önem tarihimizde ilk kez cennet mekân sultan 2. Abdülhamit Han zamanında fark edildi ve o günkü devlet aklı, özellikle İstanbul-Hicaz demiryolu hattının inşaat sürecinde zamanın büyük devletlerini kafa kafaya tokuşturmayı başardı. İşletme ve her iki yanından belirli bir derinlikteki arazinin de kullanım hakkını vererek; hem Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı esnasında ne kadar stratejik ve lojistik bir savunma hamlesi olduğu ortaya çıkan bu demiryolu hattını bizzat düşmanlarına inşa ettiren, hem de bu yolla zamanın büyük devletlerini birbirine düşürüp ülkenin ömrünü uzatan bu akıl; günün moda tabiriyle yüz yıllık parantezin kapanmaya başlandığı bu günlerde enerji nakil hatları ile yeniden ortaya çıkmakta. IMF’ye olan borcunu bitirdikten sonra yeni bir anlaşma yapmayan ve böylelikle bağımsız politika üretmekte önündeki bir engeli daha kaldıran Türkiye, özellikle son 5 yıldır Orta Asya petrol ve gazı ile Irak’ın kuzeyindeki Kürt Bölgesi’nde üretilen petrol’ün nakil ve satış merkezi haline geldi. Bir yandan TANAP diye adlandırılan proje ile Azerbaycan ile ortaklaşa Azeri gazının Avrupa’ya arzı sağlanırken; diğer yandan da Kürt petrolü, Merkezi Irak yönetimi ve Amerika’nın muhalefetine rağmen Türkiye üzerinden satılmaya başlandı. Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki keyfî uygulamalarından kaynaklı Batı ile yaşadığı sorunlarda çıkış yolu olarak Türkiye’yi görmesi dahi, Türkiye’nin bölgede geliştirdiği yakın ilişkilerle yangın yerine dönen coğrafyada sığınılacak tek güvenli liman olmasından kaynaklanıyor. Rusya’nın bu yakınlaşması, Batı ile olan mücadelesinde Türkiye’yi piyon olarak kullanacağı şeklinde yorumlanabilir mi? Putin’in doğu Avrupa hattının güzergâhının değiştiğini ve Romanya yerine Türkiye sınırından geçeceğini söylediği tarihi ziyaretinden sonra, Rus Enerji Bakanı uluslararası medyaya iki mesaj verdi. Bu mesajlarından ilki Avrupa’nın bu hat üzerinden gaz almak istiyorsa, Türkiye ile anlaşmasının gerektiği, diğeri ise Türkiye’nin isterse bu hatta "Türk Akımı" ismini verebileceğini bunu kabul edecekleri yönündeki beyanıydı. Ziyaretten sonra Putin’in saygın bir dergiye verdiği mülakatta Erdoğan’ı öven açıklamaları da Rusya’nın Türkiye dışında bir alternatifinin kalmadığını göstermekte... Türkiye’nin yoğun muhalefetine rağmen Doğu Akdeniz sahasında Kıbrıs Rumları ile ortak doğalgaz arayan İsrail’in dahi gazın bulunmasından sonra pazarlanma aşamasında en güvenli ve ekonomik yolun Anadolu coğrafyası olduğunu kabul etmesi ve bu ülkelerin bir yandan arama çalışmalarına devam ederken, diğer yandan da Türkiye ile uzlaşmanın yollarını aramaları yine bu stratejinin bir sonucu... Yüz yıllık bir uykudan uyanmaya çalışan Türkiye’nin jeopolitik konumu da dikkate alındığında yeniden devler liginde söz sahibi olabilmesi için 2. Abdülhamit’in kurduğu bu stratejik aklın yeniden temayüz etmesini zorunlu kılıyor. Enerji nakil hatları üzerinden, bütün devletleri kafa kafaya tokuşturacak olan bu akıl ümit edelim ki önümüzdeki yüzyılın Türk asrı olmasının da temelini oluşturacaktır.
|