Boy Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
87 - Ocak / Mart 2016
B O Y
Bu mevzuda, Hazret-i Ali rivayetine göre:
“Peygamberimiz uzun boylu değil, sadece uzuna yakın…”
Yine Hazret-i Ali rivayetince Allah’ın Resulü uzun boylu olmamakla beraber birkaç kişi bir araya geldikleri zaman hepsinden uzun görünürlerdi.
Ebu Hüreyre:
“Peygamberimiz uzun boylu değil, orta boyu aşgındı.”
Bu husustaki rivayetlerin hepsi, Alah'ın Resûlü’nün, ortadan biraz uzun olduklarında birliktir.
Hazret-i Âyişe:
“Allah Resûlü açık derecede uzun boylu değillerdi. Kısa boylu ise hiç değil… Yalnız, yürüdükleri zaman orta boylu görünürlerdi. Yanlarına uzunca biri geldiği zaman kendileri ondan daha uzun oldukları hissini verirlerdi.”
Kâinatın Efendisi, oturdukları yerde de bütün oturanlardan yüksek bir manzara arzederlerdi.
SES
Allah Resûlü’nün fesahat ve belâgatlerinden sonra, iş, bu fesahat ve belâgatin kalıbı olan sestedir. Bu noktada Enes Bin Malik diyor ki:
“Allah hiçbir Peygamber göndermemiştir ki, yüzü ve sesi güzel olmasın… Bu hal Peygamberimiz’e kadar böyle devam etmiştir. O’nu da yüzde ve seste en güzel olarak gönderdi.”
Hazret-i Ali:
“Kimsenin sesi yetişmeyen yere, Allah Resûlü’nün sedaları ulaşırdı.”
Berâ Hazretleri:
“Bir gün Allah’ın Resûlü bize hutbe veriyorlardı. Sesleri öyle gür ve işleyiciydi ki, perde arkasındaki kızlara kadar işitilirdi.”
Hazret-i Âyişe.
“Allah’ın Resûlü bir Cuma günü minbere geçip oturdular. Topluluğa da “oturun!” diye emrettiler. O sırada Abdullah Bin Reveha, uzakta bir yerde, Beni Temimliler arasındaydı. Allah Resûlü’nün sesini oradan işitti ve oturdu.”
Abdurrahman bin Muaz:
“Allah’ın Resûlü Mina’da bize hutbe veriyorlardı. Allah, kulaklarımızın sınırını kaldırdı. Olduğumuz yerde ne buyurduklarını işitir olduk.”
Ümm-ü Hani Hazretleri:
“Allah’ın Resûlü Kâbe’de Kur’ân okurken, hepimiz olduğumuz yerde işitirdik.”
TEBESSÜM
Hazret-i Âyişe:
“Allah Resûlü’nün gülmeleri tebessüm, yani gülümseme hududunu hiçbir zaman aşmamıştır.”
İbn-i Ebi Hâle:
“Allah Resûlü’nün en mübalâğalı gülüşleri tebessümdür; ve tebessümlerinde mübarek dişleri şebnem damlaları gibi pırıl pırıl görünürdü.”
İbn-i Hacer:
“Hadîslerden topyekûn anlaşılan şudur ki, Allah Resûlü’nün gülmeleri umumiyetle tebessümden ibarettir ve güldükleri pek nâdirdir.”
Bu ölçüye göre, mü’minlere lâyık olan fiil, gülme bahsinde mübalağâlı hareketlerden çekinmek, hele katıla katıla gülme, kahkahalar arasında ömür çürütme vaziyetine düşmemektir. Beşeriyet iktizası nadiren olacak aşırı gülmelerde suç yoktur. Fakat bu hâl, şiar haline gelecek olursa İslâmî ruh kararmış ve suç da ona göre teşekkül etmiş olur.
Hadîs meâli:
“Mübalâğa ile gülmeyi fazlalaştırmayınız! Bu hâl kalbi öldürür.”
Ebu Hüreyre:
“Allah’ın Resûlü gülümsedikleri zaman nuru duvarlar üzerinde ışık verirdi.”
Cebrâil geldiği zamanlar, üzerine gelen hâl kaybolmadan tebessüm bile etmezlerdi. Hutbede, kıyamet gününü andıkları zamanlarda da sesleri yükselir ve yüzleri sertleşirdi.
Ağlamaları da gülmeleri gibi itidal üzerineydi. Kahkahayla gülmeleri olmadığı gibi, yüksek sesle ağlamaları da olmazdı. Sadece mübarek gözlerinden sessizce yaş akar ve göğüslerinin sesi işitilirdi. Ağlamaları, bazen ölüye merhametlerinden ve ümmetlerine besledikleri kaygıdan olurdu. Bazen de Allah korkusundan, Kur’ân dinlerken ve namaz kılarken…
KELÂM
ve HİKMET
Lisanlarındaki fesahat ve belâgat hakkında denilmiştir ki, Allah’ın mahlûkları arasında O’ndan daha sevimli ve cazibeli konuşabilen hiç kimse gelmemiştir ve gelemez. Lisanları, insan ve kalabalıklara emredici bir tesirle işlerdi. Nasıl olmasın ki, bu lisan, Allah’ın emirlerini bildirmeye, farzları ve sünnetleri çerçevelemeye memur bulunuyordu. Bütün hikmetleriyle varlık ve kâinat, insan ve cemiyet, gâye ve hedef, bu lisanın perdesinde tecelli emrini almıştır. Söz söylerken kelimeleri, tek tek sayılabilen bir inci dizisi teşkil ederdi. O kadar rahat ve tane tane dökülen kelimeler ki, eğer biri onları saymak istese, hiçbirini kaçırmadan sıraya dizebilirdi.
Hazret-i Âyişe:
“Allah’ın Resûlü, kelimelerini bizim gibi dizmezdi. Eğer biri onları yazmak isterse kolayca yazabilirdi. Bazen iyi anlaşılsın diye bir kelimeyi üç kere tekrarladıkları olurdu. “Ben Arab’ın en fasih olanıyım!” buyururlardı. Cennet ehlinin, kendileriyle konuşacaklarını söylerdi.
Birgün Hazret-i Ömer Kâinatın Efendisi’ne dedi:
“Ey, Allah’ın Resûlü; Ne halettir ki, sen bizim aramızdan çıkıp fesahatte, güzel söz söylemekte, hepimize galipsin?”
Allah’ın Resûlü buyurdular:
“İsmail Peygamberin lügati kaybolup gitmişti. Cebrâil onu bana getirdi ve öğretti.”
Hâsılı, fesahat ve belâgatin nihayeti yoktur. Âlimler de, Allah Resûlü’nün kelimesi az ve mânâsı hudutsuz ve gelip geçen hiçbir fasahat ehlinden hiçbirinde görülmemiş kelamlarını toplamışlardır.
Meselâ:
“Kişi sevdiğiyledir.”
“Saadet sahibi o kimsedir ki, başkaları halinden nasihat alır.”
“Ameller niyetlere göredir.”
İmam-ı Şafiî Hazretleri bu son hadîs için, “ilmin yarısıdır” demiştir. İzahı da şöyledir ki, İslâm’ın zâhiri ve bâtını vardır. Niyet kalbin, amel ise uzuvlarının kulluğudur.
Bazı hadîs âlimleri de, bu Hadîsi, dinin üçte biri kabul ederler. Din, niyet, söz ve amelden ibarettir. Demek ki, niyet, üç paydan biri…
Bir Hadîste buyuruluyor:
“Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.”
Niyet, kalb işi, amel ise uzuvların olduğuna göre, kalbe ait işin uzuvlarınkinden üstün olduğu meydandadır. Şu bakımdan ki, uzuvlar kalbe tâbidir. Uzuvları işi görmesinde sâik kalbtir.
Hadîslerden biri de:
“Harp hud’adır.”
Hikmetini çerçeveler.
İmam-ı Nevevi:
“Muharebede kâfirlere hile etmek caizdir. Caiz olduğunda bütün ilim adamları birliktir. Hilenin, harpte, mümkün olan her nevi tatbik edilebilir. Yeter ki, bu hile önceden verilmiş bir anlaşmaya, verilmiş bir söze, verilmiş bir ahde hıyanet vaki olmasın… Mesala kendilerine eman verilmiş ve ilişilmeyeceğine ahdedilmiş bir düşmanı, ahde hıyanet oradan vaki olmadıkça ansızın bastırıp kırmak ve yağmalamak haramdır. Bu takdirde ahdi bozan, baskını yapan taraf olur.”
Bir hâdiste de:
“Çöplükte biten çimenden sakınınız!”
Buyuruyorlar.
Bundan kasdın ne olduğunu soran sahabilere, Allah’ın Resûlü:
“Soysuz kadındır.”
Buyurmuşlardı. Yani yüzü güzel olsa da, çöplükte biten çimen gibi aslı ve özü bulaşık ve kirli olan…
Büyük hikmet hadîslerinden biri de şudur:
“İnsana karşı, onun öz elinden başka kimse cinayet işleyemez!”
Ve şu hadîs:
“Kuvvetli insan halka hâkim olan değil, gazap zamanda nefsine hâkim olandır.”
Ve:
“Haber muayene yerine geçmez.”
Yani, işitmekle elde edilen ilim, müşahedeyle sahip olunan bilgiye denk olmaz.
Ve:
“Bir mecliste konuşulanlar emanettir.”
Bu muazzam ölçü de, sohbet edebini ve sırra riayet kaidesini gösteriyor.
Ve:
“Şerrin (kötülüğün) terki sadakadır.”
Ve:
“Yalan yemin, ülkeyi harab eder ve boş arsa haline getirir.”
Ve:
“İlim fazileti, ibadet faziletinden üstündür.”
Ve:
“Hayr, atların alınlarına nakşedilmiştir.”
Ve:
“Cezası en çabuk yetişen günah, zulümdür.”
Ve:
“Şiir vardır ki, hikmettir.”
Bu Hadîse dayanan İmam-ı Taberi, şiiri çirkin görenlerin fikrini reddeder. Bu ölçü, Hak’ka bağlı şiirler için olup, şüphesiz ki, bütün manzum yazıları içine alamaz. Şiir de bir sözdür ve besbellidir ki, iyisi iyi ve kötüsü kötüdür. İfade şekli bakımından da, hiçbir suçu yoktur. Eğer, şiir, esas bakımından kötü bir şey olsaydı en büyük dört tanesiyle beraber bunca sahabi ona iltifat etmezdi. Halbuki çoğu şiir söylemiştir. Kâinatın Efendisi şiir söylemezlerdi. Allah’ın Resulü nice nice şiirler okutup dinlemişlerdir. Bu hususta menfi düşünceliler Hadîslerden haberi olmayan cahillerdir. Şiir söylemeye ağzı yakışmayan ve anlamaya idraki yetişmeyenler onu kötü görürler.
Ve:
“Vücut sıhhati ve gönül huzuru iki büyük nimettir.”
Ve:
“Hacetlerinizi gizleyerek elde etmeye çalışın; zira her nimet sahibi kıskanılır.”
Her işde murad ve hacetini sağa sola söyleyen, o hacet ve muradı engellemeye çalışacak kimseler türemesine sebep olur.
Yine bir hadîs:
“Hile ve hud’acılar Cehennemdedir.”
Zira, bu sıfatlar din bağlılarında bulunmaz. Şer ve fesat ehlinde bulunur.
Ve:
“Danışılan kimse emin kabul edilmiştir.”
Kendisiyle meşveret edilen insanın muhatabına doğru yolu göstermesi ve onun sırrına riayet etmesi lâzımdır.
Ve:
“Nedâmet tövbedir.”
Bu ölçüde, tövbenin ilk şartı olan pişmanlık ve teessürü buluyoruz.
Ve:
“Her ihsan sadakadır, hayra ön ayak olan, onu işlemiş gibidir ve Allah mazlumun çığlığına yetişmeyi sever.”
Ve:
“Bir şeye beslediğin sevgi seni kör ve sağır eder.”
Yani, kişi sevdiğinin ayıbını görmez ve işitmez. Sevgi, tarafsız müşahedeye mâni olur, kabahatleri meziyet gösterir. İnsana lâyık olan, nefsini ezip, gözlerini perdeliyen sevgi büyüsü yüzünden gerçeği kaybetmemektedir. Böyle aklı mağlup eden his, hâkimiyet altına alınmış olur ve hakikat feda edilmekten kurtarılır.
Ve:
“Ziyaretini haftada bir kere yap ki, muhabbet ziyade olsun...”
Bu hadîste de ülfet ve muaşeret edebinin derin bir sırrı vardır.
Hadîsin vesilesi şudur:
Allah’ın Resulü Ebu Hüreyre Hazretlerine:
“Dün neredeydin”
Diye sordular.
Ebu Hüreyre Hazretleri, bazı yakınlarının ziyaretinde bulunduğu cevabını veriyor ve aralarındaki sevgi ve hasretin ziyade olması için ziyaretin haftada bir olması cevabını alıyor. İnsanların, cemiyet münasebetlerinde birbirini yıpratır ve aşındırırcasına her an karşı karşıya bulunmalarındaki yıpratıcı tesir ve uzaklaştırıcı hâle, bu Hadîsten daha mükemmel bir işaret bulunamaz.
Ve:
“Siz, insanları mallarınızla ağırlamaya muktedir olmazsanız iyi ahlâkla ağırlamaya bakınız!”
Gerçekten iyi ahlâkın gösterdiği manevi ikrama hiçbir maddî vasıta yetişemez.
Ve:
“Kötü huy, sirkenin balı ifsat ettiği gibi, ameli fesada uğratır.”
Ve:
“Gerçek dost ve akıl hocası odur ki, nefsini alçaltmış ve kendisine tâbi kılmıştır. Amel de ahiret içindir. Âciz de o kimsedir ki, nefs hevasına kendisini kaptırmıştır.”
Ve:
“Kadın, üç meziyetinden biri için alınır; Malı, güzelliği veya dindarlığı için… Sen dindarlık meziyetinden ayrılma!”
Bu Hadîs ise kadında iman ve ahlâkı, zenginlik ve güzelliğin üstünde göstermesi bakımından, evlenmekte bütün bir fert ve cemiyet ölçüsü teşkil edecek kıymettedir. Geçici ve zeval bulucu değerler karşısında ebedî kıymet ruhta ve onun muhtevası olan imandadır.
Ve:
“-Kış mevsimi mü’minin baharıdır. Gündüzü kısa olur. Mü’min oruç tutar. Gecesi de uzun olur. Mü’min namaz kılar.”
Yani bahar mevsimi, nasıl içki ve eğlenceyi sevenlere en uygunuysa, kış da manevî zevk sahipleri için aynı şeydir. Kolayca oruç tutması ve zevkle namazını kılması için en uygun zaman…
Ve:
“Kanaat, tükenmez mal ve sonu gelmez hazinedir.”
Kanaat bahsinde pek çok Hadîs rivayet edilmiştir.
Bazı âlimler demişlerdir ki:
–Kanaatın, sahibine kazandırdığı haysiyetten başka hiçbir faydası olmasa bile bu kadarı yeter. Kanaatin, sahibini alçalmaktan koruması bile kâfi kazançtır.
Allah’ın Resûlü:
“-Allahım, bana rızkımla kanaat ihsan et!”
Buyurmuşlardır.
(Kanaat, yetmeyeni bile yeter görmek olduğuna göre sağlanacak ahlâkî ve iktisadî faideye son yoktur.)
Ve Hadîs:
“Harcamakta, ne eli çok dar, ne de eli çok açık olmak, geçim şartının yarısıdır.”
Ve:
“Mü’min, halkın, kendisindem ve şerinden emin olduğudur.”
Ve:
“Müslüman odur ki, mü’minler onun elinden ve dilinden emindirler. Muhacirler de onlardır ki, kaçtıkları ve bıraktıkları şeyler haramlardır.”
Ve:
“Emaneti, seni emin bilene teslim et; ve sana hiyanet edene hiyanet etme!”
Ve:
“Emanete sadakati olmayanın imanı yoktur. Ahdine bağlı olmayanın da dini yok…”
Ve:
“Kadınlar şeytanın tuzaklarıdır.”
Ve:
“Ahde riayet imandandır.”
Bu Hadîsin vesilesi şöyledir:
“Birgün Allah’ın Resulü, Hazret-i Âyişe ile otururken huzurlarına yaşlı bir kadın geliyor. Allah’ın Resulü, ona, 'sen kimsin?' diye soruyor. Hâtun, kabilesinin ismiyle kendi adını verince Kâinatın Efendisi hemen alâkalanıyorlar ve o kabile insanlarını görmeyeli neler olup bittiğini o kadından anlamak istiyorlar. Her türlü sahabeti de gösteriyorlar. İhtiyar kadın, memnun ve mesut ayrıldıktan sonra Hazret-i Âyişe Peygamberler Peygamberine, bu ihtiyar kadına gösterdikleri alâkanın nereden geldiğini soruyor ve şu cevabı alıyor:
Bu kadın bize Hatice zamanında gelip giderdi. Ahdine sadık insanlardandır.”
Ve:
“Erkeğin güzelliği lisanının fesahatindedir.”
Ve:
“Doymayan iki hırs sahibi vardır: Biri ilim, öbürü dünya isteklisi…”
(Bu iki hırs sahibinden birincisinin medih makamında gösterildiğini belirtmek lüzumsuzdur.)
Ve:
“Bilgisizlikten şiddetli yoksulluk, akıldan aziz mal ve kibirden beter vahşet bulunamaz.”
Ve:
“Günah unutulmaz, hayır eskimez, dindar ise ölmez. Artık sen istediğini yap!”
Ve:
“Hilmle ilmin bir araya gelmesindeki âhenk başka şeylerin hiçbir toplamında yoktur.”
Ve:
“Rızkı ekinlerde arayınız!”
(Bu hadisin belirttiği iktisadî kıymet hükmüne de ayrıca dikkat etmek lâzımdır.)
Ve:
“Dünyada garip bir yolcu gibi ol ve kendini kabir ehlinden bil!”
Ve:
“Sadakayı gizli vermek Allah’ın gazab ateşini söndürür. Akrabayı ziyaret etmek ömrü ziyadeleştirir.”
Ve:
“Günahkârın suçunu bağışlamak kişiyi yükseltir. Alçak gönüllü olmak yine yüksekliği artırır. Sadaka vermekse malı eksiltmez.”
Ve:
“Allahım mal fitnesinin şerrinden sana sığınırım!”
Ve:
“Alış veriş pazarında en büyük ziyan, başkalarının dünyası için kendi ahiretini harap edenlerdir.”
Ve:
“Kişinin, müsibetlerini halktan gizlemesi, hayr hazinelerinden birine malik olmasıdır.”
Ve:
“Mü’min kardeşinin uğradığı belâya sevinme ki, Allah onu o belâdan kurtarıp aynı şeye seni uğratır.”
Ve:
“Bir kimse Mü’min kardeşini bir günahla ayıplayacak olursa, Allah o kimseye aynı günahı işletmeden onun canını almaz!”
Ve:
“Dilini ve uzuvlarını haramdan sakınanları Cennete koymaya Allah kefildir.”
(Allah Resulünün belâgât ve fesahatlerini göstermek için birer örnek halinde aldığımız Hadîsler, Hepsi birbirinden güzel olarak onbinlere varır. Bu türlü yüksek mânaları böyle kısa lâfız cümlelerle ifade edeblmek, fesâhat sahipleriden hiç kimseye nasip olmamıştır. Hangisi ele alınsa bir cihana bedel olduğu görülür.)
Allah Resûlü’nün misilsiz belâgatlerine misal olarak, bütün din incelikleri ve ölçülerinin dört Hadîste toplandığını bildirirler. Bu dört Hadîsten ilki:
“İşler, niyetlere göredir.”
Ölçüsüdür.
İkincisi:
“Helâl ve haram gösterilmiştir; bildirilmedik nokta kalmamıştır.”
Hadîsi…
(Bu Hadîse göre asıl olan, ibaha, yani mübahlar olup, yasaklar sadece bildirilenlerdir.)
Üçünçüsü:
“Delil göstermek iddiacıya, yemin etmek de inkârcıya düşer.”
(Bu Hadîse göre bütün hukuk işlerinde, davacı delil göstermek, davalı da kendisini isnat edilen fiili yeminle reddetmek mevkiinde kalıyor ki, bütün bir hukuk nizamı böylece kurulmuş oluyor.)
Dördüncüsü:
“Nefsine lâylık gördüğünü mü’min kardeşine de lâylık görmedikçe kişinin imanı kâmil olmaz.”
Allah Resûlü’nün belâgat usullerinden biri, her taife ve kabilenin ruh ve mizacına, üslûp ve lisanına göre konuşmalarıydı. Umumiyetle, şehirlilere yumuşak ve çöl halkına sert hitaplarda bulunurlardı.
Beni Nehd kabilesinden bir grup kendilerine başvurarak kıtlıktan şikâyet etmişler ve sözlerini belâgatle söylemişlerdi. Allah resulü onlara kendi lûgat ve üslûplarıyla dua ve o türlü belâgat izhar ettiler ki, gelenler hayran oldu.
Gelenlerin sözcüsü, şöyle konuşmuştu.
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana, Tehâme diyarının sonundan geldik ki, develerimiz bizi düşürdü. Uzaklardan nice mihnet ve meşakkat varsa, hepsini birden yüklenerek geldik. Kıtlık belâsından o haldeyiz ki nazarlarımız göklerde, bulutlara yağmurdan haber soruyoruz. Ekinlerimiz bitmiyor ve biz yaban otları biçip yabanî ağaçların meyvalarını topluyoruz. Davarlarımız süt vermez oldu, sularımız kurudu ve otlarımız pörsüdü. Biz ebediyet boyunca İslâm şeriatı üzerindeyiz. Putları yıktık ve küfür kavgalarını bıraktık. Her türlü bid’atten de el çektik.”
Allah’ın Resulü, Benî Nehd kabilesi sözcüsünün, belâgat örneği denilecek kadar güzel ifadesi karşısında evvelâ şu duayı ettiler.
“Yârab; sen bu tâifenin davarlarına süt ihsan eyle ve çobanlarının otlak ve sulak yerlere gönder! Az sularını ziyade eyle! Namaz kılan Müslim olur, zekât veren muhsin (ihsan edici) olur, şehadet getiren de muhlis… Ey Beni Nehd’liler! Size ahd ve misak olsun ve Müslümanlara lâzım olan zekât ve sadaka, size de gereksin!”
Kâinatın Efendisi, Beni Nehd lehçesiyle söyledikleri ve onları hayran bıraktıkları sözlerden sonra ellerine bir de mektup verip din ölçülerini kendilerine bildirirler.
Fesahat ve belâgat sahibi her insan ancak kendi kabilesinin diliyle konuşmak iktidarındayken, şive ve lehçe farkı gözetmeksizin muhataplarına kendi dilleriyle söz söylemek iktidarı yalnız Allah Resûlüne mahsustu. Âlemlerin Fahrine ait bu fesat ve belâgat imtiyazı, O’nun dostu ve düşmanı herkes tarafından tasdik edilmiştir.
|