Beyrut d???nceleri Medya Sepeti Sayı:
53 - Temmuz / Eylül 2006
Bu satırları yazarken, balkondan görebildiğim merhum Abdülhak Hâmid’in son oturduğu Maçka Palas’a bakıyorum ve O’nun; eşi Fâtıma Hanım için yazdığı Makber mısra’larını tekrarlıyorum: Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı! Gönlüm dolu âh-u zâr kaldı!... Bâkî o enîs-i dilden eyvah/ Beyrût’da bir mezâr kaldı!
Şu anda nice Beyrutlu Müslüman veya Hıristiyanın, “enîs-i dil”lerinin ardından ne yoğun acı çektiklerini biliyorum. Beyrut’da nice mezarlar geriye kalacak! İnsanlık rüşdüne erişinceye, Dağ Vaazı ile Veda Hutbesi’nin birliğini idrâk edinceye, Allah’ın âyetlerine yakıyn getirinceye kadar, Canavar’ın (Dâbbet-ul-Arz) insanlığa böylesine dalaması ve parçalamasının önüne geçilemez. Yazık ki hâlâ Yohanna’nın bahsettiği Canavar (iki canavar) ittifakı ile Kur’an-ı Kerim’deki Dâbbe-t-ul-Arz’ın aynı menhus örgüt olduğu idrãk edilemiyor. Bazı Müslümanlar daha hâlâ kaş-gözlü bir balkabağına benzeyen bir yaratığın Arz’ın merkezinden yukarıya bir yol bularak insanlara güzel vaazler vereceğini ve kendilerinin de kaset doldurarak yollarını bulacaklarını sanıyorlar.
Canavar; Beyrut halkını daha önce Hıristiyan ve Müslüman fitnesi ile sokmuş, dalamıştı. Beyrutlular, İkinci Dünya Savaşı musibetinden ders alan Almanlar gibi, sonunda bu fitneden kurtulmuş ve ibret almış idiler. Canavar buna tahammül edemezdi. Bu kez de Şi’î-Sünnî fitne ateşini körüklemek gerekirdi. Bu sebeple “İbrahim çocuğu” adını takınan “Abramovitz çocukları”na, Şi’î-Sünnî nifakını canlandırma görevi verildi. Şimdi bunlar “fitnenin başı İran’dadır, İran hiçbir zaman Müslüman olmadı. Beyrut yerine Tahran’a saldırsa idiniz herkes sizi alkışlardı, yol yakınken geri dönün, Lübnan Hükümeti meşru müdafaa yapan İsrail’in bomba ve yakıt masraflarını ödesin, yüklü bir savaş tazminatı versin, siz de Beyrut’u yıktıktan sonra İran’ı dümdüz edin!” demeye başladılar. Bu “Müslüman” yazarların ve vampircikle- rin iğrençlikleri karşısında, Chavez’e saygı duymamak elde mi? Chavez, Karşı-Sözlük’ü değil Yahşi-Sözlük’ü kullanan bir er kişi. “Birlikte hareket ederek, biribirimize yardımcı olarak Amerikan emperyalizmini yenebilir ve dünyayı kurtarabiliriz” diyor ve Bush’a şöyle hitab ediyor: “Her gün Tanrı'yla konuşuyorum” diyorsun! Hayır! Senin Tanrı ile bir bağlantın yok! Her gün konuştuğun da Tanrı değil, Şeytan!
“Brookings Enstitüsü Türkiye Programı'nın şanlı direktörü” Ömer Taşpınar, elbette Chavez’den farklı düşünüyor: İran destekli Hizbullah İsrail’i kışkırttığı için İsrail Lübnan’a orantısız saldırganlık göstermiş. Bu yüzden de Amerika ve Avrupa’nın arası bozulmak üzere imiş! Şi’î İran’ın bu bozgunculuğundan biz de nasîbimizi alıyormuşuz: İran ABD ve AB ile aramızı bozmak istiyormuş! -Vah vah Kara kara kazanlar/ Kara yazı yazanlar!/ Cennet yüzü görmesin/ Aramızı bozanlar! Şimdi n’eylermiş bu Çaldıran artıkları? “Eminim merakla Lübnan’a asker konusunda nasıl hareket edeceğimizi bekliyorlar. Onları şaşırtmak bizim elimizde! (Radikal, 31 Temmuz 2006). -Bak şimdi! oldu mu ya? Sen söylemesen, Acem’i nasıl şaşırtacağı- mızı nasıl bileceğiz? Esasen büyük dostumuz ve müttefikimiz Sahib-ul-Kaval vel-Çuval Amerika, Kore Savaşı'ndan beri fena alıştı, bizden sürekli kalkan asker ister, gönderiversek mi dersin, açıkça deyiver hele!
Bu facia ve musîbet içinde, Lübnan’ın Hıristiyan devlet başkanı ile Müslüman başbakanının vakur ve asîl tutumlarına da gıpta ettim. Birçoğumuzun tartışılmaz mahbûbesi nazenîn Rice, Yeni Ortadoğu piçinin doğum sancılarına ebelik yapmak için Beyrut’a gelmek istiyor da, Millet elini sıkmak için kuyruğa girecek yerde, “sen kim gelesin Meclis’e bir yer mi bulunmaz?/ Baş üzre yerin var!/ Gül goncasısın kûşe-i destâr senindir/ Gel ey gül-i ra’nâ! denecek yerde, "arkanı dön ve çık!/ istenmiyorsun artık!" deniyor!
Mehmetçik niçin Lübnan’a gitmeliymiş? Yine İsrail fitnesi ile başımıza sarılan PKK fitnesi yüzünden dökülen kanlar canavarın susuzluğunu kandıramadığı için mi? Yoksa Hizbullah ile Mehmetçik’i karşı karşıya getirip özlenen fitneyi, Şiî-Sünnî çatışmasını başlatmak için mi? Yoksa kendi pisliklerini temizletmek, suç delillerini yok etmek için mi? Edepsizliğin de bir haddi vardır ve artık Beyrut’dan sonra tahammül mülkü de tamamen yıkılmıştır. İsmet Berkan’ı dinlemek, Enstitü Müdürü Ömer Bey’i dinlemekten, evlâdır. Diyor ki: -Yani, Sünnî ülkeler Lübnan’da Şi’î Hizbullah’la çatışacak. Herkes saf, bir Amerika akıllı. Pes doğrusu! Ne dersiniz Müdür Bey? Irak’a asker göndermeyelim de Lübnan’a gönderelim mi? Yoksa İsmet Berkan da Şi’î de haberimiz mi yok? Değilse, Beyaz Saray’daki Halifemiz’e dokunacak bu lâfları niye söyleyebiliyoruz?
Sözün kısası: tahammül mülkü öylesine yıkılmış, iş o raddeye gelmiştir ki, bundan sonra ne Bush’a mangalda domuz ikramı, ne Rice’a karşılıklı sırıtma nezaketi caiz değildir. Takınılacak tutumu, ateşin düştüğün yerde bağırları kavrulan Lübnan önderleri göstermiştir. Zalimlerin sonucu, kendi döktükleri kanda boğulmaktır. Beyrut da olsa kanlıyı elbette kan tutar!
(Hüseyin HATEMİ; Yeni Şafak, 02.08.2006)
|