Dua Ali Erdal Sayı:
89 - Temmuz / Eylül 2016
Mahkeme salonuna, Napolyon edasıyla girmek üzereyim. Herkes, dik yakalı (üniforma) içindeki yakışıklı ve heybetli hâkimi hayranlıkla seyrediyor. Aniden önümde zayıf, orta boylu bir adam bitiverdi:
–Benim için dua edin!..
Bu talep karşısında ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Arkasından daha yumuşak bir sesle yalvardı:
–Ne olur?
Bu da kim, bu ne biçim istek? Ne cevap vermeliyim şimdi ben buna, diye düşünürken etraftan koşuşanlar, onu yolumdan çektiler. Napolyon, başkaları tarafından kurtarılmış olmanın ezikliği ile mahkeme salonuna girdi.
Kürsüye geçtiğimden bir de ne göreyim, seyircilerin arasında melül mahzun oturuyor… Başı sol tarafa eğik… Bana bakmıyor… Mahcup oldum… Mahkeme Napolyonsuz başladı. Mahkeme boyunca da ara ara beni inceledi. Ne bakışlar Allah’ım… Gözleri hep ıslak… Derin ve dalgın bakıyor… Sanki görmüyor… Ne güzel gözler…
Daha sonraki her karşılaşmamızda aynı istek tekrarlandı. Her karşılaşmadan sonra kendimi biraz daha farklı buluyorum. Bendeki Napolyon’u öldürdü bu adam. Onun da benim halimi bildiğinden eminim. Aramızda kelimesiz, sessiz bir bağ kuruldu. Kimseye onun hakkında bir şey soramıyorum. Birine sorsam, aramızdaki esrarlı bağ kopacak. Sanki bu gizli dostluğa ihanet etmiş olacağım. Bir gün şehir kulübünde kâğıt oynarken, masadakilerden biri:
–Dua dilencisi gibisin… Dilenmekten bıkmadın… O dua dileniyor, sen kâğıt…
Diye bir cümle sarfetti. Bana bir hal oldu. Onu müdafaa etmek istedim. Neyi müdafaa edecektim?.. Ve nasıl? Sevdiğim birine sataşılmıştı ve ben ne yapacağımı bilememiştim… Her yanımı ateş bastı. Benzim geçmiş. Etrafın tavsiyesi ile evin yolunu tuttum.
Başka bir gün, lokantada iki kişi konuşurken öğrendim… “Dua dilencisi” onun aydınlar arasındaki lâkabı imiş. Halk “Gözyaşı” dermiş. Hep kendisine dua edilmesini istermiş ve hep ağlarmış.
*
Onu görmeyi çok istediğim halde, imkân zuhur edince yaklaşamıyordum. Aleyhinde konuşulur diye, şehir kulübüne gidemiyorum. Bu sayede oyundan kurtuldum. Ekseriya yalnız dolaşıyorum. Böyle dolaştığım bir gün, kalbime bir fikir düştü. Hemen müftülüğe koştum… Bu adam dua istemiyor muydu… Bütün civar da onu tanımıyor muydu… Öyleyse etrafa haber salalım… Bir Cuma günü, onun için dua edelim… Sevinsin garip… Tanınmış birinin okuttuğu mevlüt vesilesiyle fikrim uygulamaya konuldu.
*
Camiler, sokaklar tıklım tıklım… Kasaba doldu taştı… Dua cumadan sonra…
Onu takip ettim… Yakınında namaza durdum. Son namazın secdesinde, Gözyaşı başını secdeden kaldırmaz… Zaman uzayınca biri yaklaşıp, dokundu. Devriliverdi. Adam çığlığı bastı:
–Ölmüş!..
Keyfiyetçe meçhul, kemiyetçe kasabanın görmediği bir insan seli… Gözyaşları içinde cenaze namazı kılındı. Cenaze götürülürken iki köylü konuşuyor:
–Hep dua isterdi… Cenaze namazı ölen Müslüman için dua değil midir?..
–Belki herkesin duaya muhtaç olduğunu anlatmak istiyordu…
–Allah aşkla isteneni veriyor… Allah ona kalabalık bir cemaat nasip etti…
Yanıbaşımdaki sanki benim için söylüyor:
–Düşünen anlayan mı var?
Onunla konuşup, sohbet edemediğime yanıyorum.
Gözyaşlarımı tutamadım…
|