Ne Fa Ka, Bedenini Arayan Ruh ve “Kalkış” Av. Özgür Alkan ALKIŞ Sayı:
92 -
1. TESPİT
Bu milletin her buhranda bir “büyük kafa” çıkardığı ve buna da ilk bakışta kendinin dahi idrâkine varamadığı çapta bir mesuliyet yüklediği çoğunlukla paylaşılacağını düşündüğümüz bir tespit…
Necip Fazıl’ın zuhur ettiği tarihî, fikrî ve sosyolojik şartlar tahlil edildiğinde bâzı gerçekler daha açık görülebilecektir. Böylelikle, târihte hiçbir millete yüklenmemiş vâzifeleri yüklenmiş bu milletin, yedi düvele meydan okuyan bir şahlanışla cendereleri kırmasının hemen akabinde nasıl bir buhran içine düştüğü, ancak başka bir bedene hapsedilmiş bir ruhun hissedeceği yakıcı hasretle kendi bedenini aramaya ve amaçsızca salınmaya bırakıldığı görülüp anlaşılabilecektir. Millet, Necip Fazıl’ın, dalga dalga meydana getirdiği hareket ile omuzlarından tutularak silkelenmiş ve üzerindeki ataletten kurtularak, koparıldığı ruh köküne ve ruhuna irca edilip, beden ruhla buluşmuş, neticede tam anlamıyla bir “kalkış” bir “çıkış” yaşayabilmiştir.
2. TAHLİL
Sanatkârlığını, edipliğini, şâirliğini yukarıdaki tespitimizde sunduğumuz tüm bu mânâ üzerine inşâ etmeden, bunları ayrı “oluş”lar imişcesine değerlendirmeye tâbi tutmak, asıl gâyeden kopmak ve Üstâd’ı anla(ya)mamak sonucunu doğuracaktır.
Cesâretle söylenmelidir ki, Necip Fazıl kendi şahsından ve isminden öte ama onunla da birlikte, bir hareketin bir “kalkış” bir “çıkış”ın adıdır; ki onun zâtında vücut bulan bu ilk “kalkış” kendiyle birlikte ve o ilk etkiyle, daha sonra onun “‘Kim var?’ diye seslenilince sağına ve soluna bakmadan fert fert ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna sâhip bir dâva ahlâkını pırıldatan bir gençlik…” çağrısının muhatabı olan, gençliğin uyanışına ve sonucunda başsız gövdelerden müteşekkil bir cemiyetin de toplu uyanışına ve “kalkış”ına “sebep” olmuştur.
İnancımız odur ki, gücünü, var olan ve olacak ve olabilecek her sebebin “sebebinin” vesile kılmasında bulan bu hareketin etkisini her sahada, her şartta ve her ihtimalde, sırf bu kutlu gerekçeyle sürdürmesi kaçınılmazdır.
3. NETİCE
Sıfatlar…
Çerçeveyi çizip sınırlamak için gerekli ancak tabiatı gereği içinde taşıdığı abartı sebebiyle de tespit ve teşhisden uzak…
“Büyük dava adamı, büyük aksiyoncu, sultan-ı şuara”, … Şu veya bu sıfat…
Sıfatları sevmediğini arı, duru dilinin kelime dağarcığıyla belli eden bu milletin bir ferdi olarak NFK’yı da anlatmak ve belletmek için art arda sıralanacak sıfatlar kendiliğinden kifâyetsiz…
Tek bir sıfat hâricinde ki onu da isim hâliyle anlamamız lâzım…
Müslüman!
İlle de bir sıfat eklenecekse…
Samimi Müslüman!
Kendi sevdiği ifâdeyle
Pazarlıksız Müslüman!
En nihâyet bu satırların yazarının nâçizâne değerlendirişiyle,
“Müslüman olduğu için müslüman”
Yâni imânı için delile ihtiyaç duymayan…
Yâni kayıtsız…
Yâni şartsız…
Yâni yalansız…
Yâni riyasız…
Kelimenin nasibi olan anlamın tüm ve dolu dolu ifâdesiyle,
Müslüman, Türk, Ne Fe Ka!
(Kardelen yıl 11, sayı 34; Temmuz/Eylül 2002)
|