Sadece (USUL)ümüzün HAKKI Ali Erdal Sayı:
38 -
Bir fikrin, dünya görüşünün, inancın kendisini anlatma ve cemiyete kabul ettirme (usul)ü ve (metod)u (esas)ından ayrı düşünülemez. Bağlılar, kendi bildiklerine (usul) ve (metod) seçemez; davaları, onu esasla birlikte tespit etmiştir. (Esas)ı kabul eden, (usul)ün seçimini de yapmış olur.
(USUL) ESASTAN AYRILAMAZ
Meselâ Komünizim’de:
Bütün mukaddeslere, öfke ve şiddetle yıkıcı bir şekilde itiraz ve isyan eden Komünizim’in anlatılış (üslûbu) da asabî bir çığlık… Cemiyete kabul ettirme (metodu) da ihtilâl… Başka şekilde anlatım etkili olmazdı ve başka yolla kabul ettirilemezdi. Zira Komünizim, teşkilâtlı, militan bir güce dayanmazsa, yani baskıcı olmazsa, zorba olmazsa kabul görmesi imkânsız olan bir “esasa” sahip. Asabî bir çığlıkla (manifesto) haykırılıp da burjuvalar şaşkına çevrilmeseydi, “sapıkların hayali” olarak kalırdı. Kuvvet yoluyla, insanlığa belâ edilmeseydi, “delilerin çığlığı” denilip geçilirdi. Onlara kadar mukaddeslere ne itirazlar, isyanlar oldu. Saman alevi gibi yanmadan söndüler… Komünistleri fikirle değil, üslûpları başarıya ulaştırdı. Daha doğrusu muhataplarının bu gözükara üslûp karşısındaki şaşkınlıkları ve aczleri… Nitekim, onu dünyaya “dayatan” imparatorluk parçalanınca silinip gitti; vaz geçemeyenleri için nostalji, zulmü altında inlemiş olanlar için de kâbus olarak müzelik oldu.
Liberalizm’de:
İnsandaki teşebbüs kapasitesine, “Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” diyerek, ölçü ve sınır çizmeden her imkânı tanıyan; nefs canavarının bütün zincirlerini kıran, hattâ onu şımartan, azgınlaştıran; (kapital)e her kapıyı açma hakkı tanıyan Liberalizm ve Kapitalizm’in cemiyete sirayeti de, insandaki mal ve para hırsını tahrik etmekle… Yunan mitolojisinin hiçbir ölçü ve disiplin tanımadan birbirlerinin ve insanların canlarına, kadınlarına, mallarına saldıran “tanrıları” gibi, ihtirasları azdıran bir dünya görüşü… Daha doğrusu, nefsanî yaşayış tarzı ve hazzı… Mütefekkirimizin dediği gibi, “eşek hürriyeti”… Dünyayı, gücü gücü yetene ve ölümüne mücadele arenası haline getirme ideolocyası… “Kuvvetler ayrımı” diyerek kuvvetlerin didişmesini esas alan idare tarzı… Parayı üst üste yığma yarışı… “Kazan da nasıl olursa olsun!” ve “Paran kadar konuş!” dünyası… Daha zengin olma ve fakiri ezme hürriyeti… Dine; günah ve sevap disiplinlerinden vazgeçmesi halinde, (aksesuvar) olarak tahammül eden ve vicdanı gelişmeye pranga sayan, Liberalizm ve Kapitalizm’in, Komünizm gibi militan bir güce ihtiyacı yok. Zorlamaya ne hacet insanlar, gönüllerince savaşıyorlar mal için… Her fert, nefsinin militanı… İslâm; dünya hırsını, tamahı yermekte ve nefsi disipline girmeye zorlamakta ne kadar haklı imiş…
Budizm’de ve diğerlerinde…
Budizm gibi ruhçu bâtıllar da insandaki mistik temayüllere hitap ediyor. Sanki bütün sırları ve cevaplarını biliyorlarmış da sadece bağlılarına öğreterek onlara ebedî mutluluğu ihsan edebileceklermiş gibi bir tavır ve eda ile, mistik temayülleri cezp ediyorlar. Hiç’e inanmanın ve inandırmanın üslûbu da sessiz… İnanmaya hazır insanların kendilerini kandırmalarına zemin oluyorlar. Nitekim bağlıları, mistik mizaçlı milletler ve kapitalist dünyadaki züppeler. İnandıkları “hiç” gibi, inananları da silik…
Biri inanma ihtiyacını ve merakını, biri yükselme ve yücelme hırsını, biri devlet hâkimiyeti ve disiplin arzusunu istismar etmekte… Hepsinin dayanak noktası, nefsin “tanrılık” ihtirası… Nefsin bir yönden temayülüne uymak… Nefse iltimas… Hakk’a itibar değil… Üslûplarındaki ortaklık istismar, metotlarındaki ortaklık da baskı ve dayatma, kandırma… İslâm’dan başka hiçbir fikir, inanış ve dünya görüşü, inanıp inanmamakta serbest bırakmamış, bırakamamış insanı… Zira iradeleri zorlama ve dayatmalarla yönlendiremezlerse, kabul görmeleri mümkün değil. Zorlama yapmayacakları konusunda bir teminat vermemeleri, verememeleri, zorlama yapacaklarının –kendilerinin farkında olmadıkları- bir itirafı değil mi? Sadece İslâm’ın (usul) ve (metodunda) “zorlama yok”. Sadece İslâm, selim aklın, düşünen kafanın, hisseden kalbin kendisini seçeceğinden emin.
İSLÂM’IN SUNULUŞU
İslâm’ın meydan yerine çıkarılması (Bunun İslâm’daki ifadesi –dikkat buyurunuz- TEKLİF) bilgilere, objektif olarak, sadece (usul ve metot) açısından bakalım… Övmeden… Zaten övmeye kalksak güç mü yeter:
GÖNDEREN: Kâmil Kudret…
MUHATAP: Yaratılmışların en şereflisi…
GÖNDERİLİŞ: Melek vasıtasıyla… Yani günah işlemez, Allah’ın emirlerini eksiksiz yerine getirir, antitezsiz iman sahibi mahlûklarla… Ve onların en büyüğü ile…
İNSANLIĞA İNTİKAL: Allah’ın, aramızdan seçtiği, seçilene kadar ve daha sonra en ufak lekeleri olmadığında inanmayanların bile ittifak ettiği yüce insanlarla… Bu yüce insanlara Allah, peygamberliklerinin delili olarak, “mucizeler” gösterebilme imkânı bahşetmiş. Böylece onları, diğer insanlara üstün kıldığını, onlara güvendiğini ve güvenilebileceğini göstermiş.
GÖNDERİLİŞ USULÜ: Sadece bu yola mahsus olan (vahiy).
İLK İNSAN, AYNI ZAMANDA PEYGAMBER… Her şeyin bir sonu olduğu gibi, ahir zaman peygamberinin bütün zamanın ve mekânın en üstünü olması da Hak dinin ilk insanla başlamasının tabiî sonucu… Başlangıç bir harika, son ayrı bir harika…
İSLÂM’ ANLATAN, Allah’ın habibi ve Kâinatın Efendisi ve insanlığın Ufku… Anlatıyorlar, açıklıyorlar, her şeyi yerli yerine oturtuyorlar. Ve o yüce “EMİN”, etrafında halkalanan üstün kadro (sahabi) ile nasıl yaşanacağını, yaşayarak gösteriyorlar. Muhtemel problemlere ve çözümlerine o günden işaret buyuruyorlar. Eksik yok… Fazla yok… Kâmil…
VAHİYLE GELENİN KARIŞMA İHTİMALİ YOK… Ayetlerin yazılış ve toplanış (usul)ü, vahiyle gelenin başka sözlerle karışma ihtimaline tatmin edici cevabı veriyor. Hadislerle bile karışma ihtimali olmadığına (matematik) kesinlikle cevap var. Ayetlerin ve hadislerin nesillere aktarılma (usul) ve (metodu) da öyle.
DAHA SONRA ortaya çıkacak yeni düşünüş, yaşayış şekilleri ve her türlü yenilik karşısında takınılacak (usul)e sahip (kıyas ve içtihat). Halbuki İslâm dışındakiler, “zorlama yok” ölçüsünde olduğu gibi bu hususu da düşünememişler. Çünkü yaratılmış olmaları gereği, ufukları dar. Sadece Komünizm, “sürekli devrim” gibi esasına uygun yıkıcı bir (usul)den söz etmiş. Bu da, kendisine karşı da devrim yapılabileceğinin delili sadece…
İslâm’ın, anlatmaya çalıştığımız usul ve metot üstünlüğü; muhal farz, hakikat değil de, hayal olsaydı bile (hâşâ), hiç olmazsa yüksek ve tezatsız bir hayal olduğu takdir edilmelidir. Diğerleri zaten insan hayali… İslâm’ın, ilâhî yönü göz ardı edilse, -muhal farz- insan icadı dense… Sistem olarak diğerlerinden üstün… Diğerlerinin teferruata girememe aczi yanında İslâm’ın en ince ayrıntılarda bile tezada düşmeyen, her mizaca hitap eden bir bütün oluşu, gerçeği görmek isteyen için yeter de artar bile.
DÜŞMAN BİLE KABUL ETMELİ
İslâm’a inanın veya inanmayan… İslâm’ın dostu olun, düşmanı olun; İslâm’ın cemiyete intikalinin bu olduğunu kabul etmeniz gerekir. En azından İslâm’ın böyle dediğini olsun kabul etmelisiniz. İtiraz hakkı, “İslâm kendisini böyle takdim ediyor” dedikten sonra başlar. Bunun dışında bir şekille onu vasıflandırmak, (bırakın İslâm’a aykırılığı) ilim ve fikir ahlâkına uymaz. Bu her şeye tanınması gereken asgarî temel hak. Ama İslâm düşmanları asla başa çıkamayacakları için onun gerçek hüviyetini görmeyip, göstermeyip, ellerindeki telkin ve tesir imkânları ile farklı, kabulü imkânsız bir “İslâm imajı” çizmek sahtekârlığına tevessül etmişlerdir. Bugün “çağdaşlık, laiklik” gibi herkese göre değişen sloganlar adına, medya denen tesir ve telkin vasıtaları kullanılarak. “Zorlama yok!” diyen bir din, ne olduğu açık ve net olarak belirtilmeyen “irtica” adını verdikleri sözüm ona “tehlike”nin kaynağı ve “şiddet unsuru” olarak gösterilmek istenmekte. Onlara göre hayat, müslümanlar tarafından nizamlanırsa çekilmez olacaktır. O takdirde hayat; K. Evren’in ifadesiyle “Bu kökten dinciler, insanı kıtır kıtır keser” dedirtecek kadar ilkel insanların eline geçecektir. Bunun için de Müslümanların (Ortaçağ Avrupa’sının delileri zincire vurduğu ve sopa ile –güya- tedavi ettiği gibi) baskı altında bulundurulmalarından “doğal” ve “yararlı” hattâ “gerekli” bir şey olamaz. Gerçeği (biz söylesek laf olur), Fransız gazeteci Eric Ruoleau ifade etsin: “İslâm topraklarındaki iktidarlar; Müslümanlara, kendilerini ifade etme hakkını dahi çok görmüşlerdir. İslâm sürekli baskı altında tutulmuştur. Laiklik adına Müslümanlara maddî ve manevî baskılar uygulanmıştır, uygulanmaktadır.” İslâm’a, taban tabana zıt bir “imaj” çizenler, “esası” gündeme gelirse, hakikatinin gün gibi parlayacağını bildikleri için ve menfaatlendikleri bâtıllarının sesi soluğu kesileceği için bu yolu seçmişlerdir. Nitekim İslâm dışındaki inanışları ve fikirleri anlatırken, farklı bir imaj çizmek düşünülmemektedir. Zira onlar, zaten çizilecek imaj üzeredirler.
Hiçbir kurumu, kuruluşu ve kişiyi kastetmeden, mücerret bir zihniyetin iç yüzü anlaşılsın diye söylüyoruz: Böyle bir zulmü, Firavun bile yapmamıştı. O bile akıl edememişti. Belki tenezzül etmemişti. O, “Allah’tan başka ilâh yoktur ve Peygamber (Musa Aleyhisselâm) O’nun kulu ve resulüdür.” Tezinin karşısına, “Tanrı benim ve bunu beyan eden de benim” kibri ile çıkmış, açıkça “güç bende” demişti. O günün hak dinine, (sen şusun) diye gerçeğine zıt bir (imaj) çizmemiş ve çizdirmemişti. Zorlayıcı ve dayatmacı olduğunu inkâr etmemişti. Ve üstüne üstlük, “inancında hürsün; bu hürriyet nitemine de benim sayemde kondun, kıymetimi bil!” nutukları atmamıştı.
Bu ülkenin “kayıtsız şartsız” hakimi olmanın hakkıyla her şey istememiz mümkünken tek şey istiyoruz… İslâm’ın “esas”ının doğru öğretilmesi bile değil talebimiz… İslâm’ın (usul ve metodunun) kendisinin söylediği gibi olduğunun kabul edilmesini istiyoruz sadece… Evet sadece bu… Onlar nasıl İslâm’ın aynen anlatılması halinde kabul edileceğinden endişe duydukları için değişik göstermek ihtiyacını duyuyorsa; biz de sadece gerçeği değişik göstermemek gerektiğini söyleyecek kadar kendimizden (inancımızdan) eminiz. Bunu da hidayete davet için değil, kendi dillerindeki yaftaları, dillerindeki sakızları öyle gerektirdiği için söylüyoruz. Hakkımızı istemiyoruz, sizin söylediklerinizin gereğini istiyoruz. Bir lütuf veya iane değil… İftira etmesinler, yeter. “Samimi Müslümanları gücendirmeyeceğiz” sözünü hatırlatacak da değiliz. Talebimiz için ilim ve fikir namusundan başka kefil de istemiyoruz.
Kim ne derse desin, hakikat meydana çıkacak, sizin tarafınızdan bile (bugün olmasa da) bir gün hakikat dile gelecektir. “dinde zorlama yoktur!” diyen Bakara Suresi’nin 256. Ayetinin devamında “Hakikat iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır” buyurmaktadır. Güneş balçıkla sıvanmaz. ((Nisan 1998) (Yeni bir diyalektik))
|