Adam Yetiştirmek Mücahit Koca Sayı:
38 -
Sorumluluk duyan kimse, elbet bir şeyler yapmak için elinden geldiğince çalışır. Bu çalışmada da kimi bilgisi, kimi parası oranında ve kimisi de çabası oranında faydalı olur, diye düşünüyorum. Burada, “Asıl üzerinde durulması gereken nedir?” diye bir soru aklıma geliyor. Dün ile bugün ortaya konan eserler arasındaki uçurumun farkında olanların mutlak soracağı bir soru hep olmuştur: “Neden dün yetişen âlim, şair, sanatçı, devlet adamı vb. ile bugün yetişenler arasında kalite bakımından büyük uçurumlar var? Zamanla gerileme her alanda görüldü, dünya gibi zevkler ve renkler de mi değişti?” desem; teknolojiyi ve devasa maddi ilerlemeleri gösterip, beni yalancı çıkarmaya çalışacak ahmaklar mutlaka olacak diye düşünmeden edemiyorum.
Ama şunu da çok iyi biliyorum: İnsanın mükemmel bir şekilde yetişmesi, bir İmam-ı Gazalî, bir İmam-ı Rabbanî, bir Mevlanâ, bir Yunus, bir Sadi, bir Hafız, bir Şeyh Edebali, bir Akşemseddin, bir Ebusuud, bir Fuzulî, bir Bakî, bir Şeyh Galip, dahası bir Muallim Naci, bir Mehmet Akif, bir Necip Fazıl Kısakürek vb gibi yetişmesi; her hangi bir tesadüfün eseri değil; coğrafî, tarihî, siyasî,dinî, sosyal, ekonomik, kültürel bir servetin, eşsiz bir medeniyetin ve yeteneğin eseridir.
Bence, ilerleme; dn olduğu gibi bugün de insanlığın maddi ve manevi hayatında olan ilerleme gibi olmalıdır. Bugün insanımız, maddî alanda ne kadar ileri bir seviyedeyse; manevî alanda da o derecede geri değil midir? İnsanımız, giderek metafizik değerlerinin erozyonu ile âdetâ makineleşmiştir. 1970’li yıllarda yetişen bizlerin sosyalistlere itirazımız: “Diyalektik materyalizm.” Bakışıyla bakıp, her şeyi maddeyle izah etmeye kalkışmalarınaydı. Oysa bugün inançlı insanlar bile bilmeden sosyalist dünya görüşünü savunur olmuşlar. Sanki ülke insanı maddi refaha kavuşsa; hırsızlık, cinayet, anarşi, rüşvet, fuhuş gibi toplumda derin yaralar açan bugünün ahlâksızlıkları olmayacakmış gibi düşünülüyor. Bu bakış açısı öylesine benimsenmiş ki; İslâm dünya görüşüne sahip insanların kurdukları partilerin ve kurumların isimlerine ve programlarına bile bakmanız bu görüşümde ne kadar haklı olduğumu size gösterecektir bakanlar ve görenlerce, sosyal ve kültürel alana yapılan yatırımların hiç denecek kadar az olması; bu medeniyetinden uzak düşmenin ve düşünmenin en güzel belgesi değil midir?
Bir Müslüman için, moda yaklaşımlar değil; “İslâm ne diyorsa; o!” esas alınmalı ve en büyük kılavuz ise Yüce Peygamberimiz olmalıdır.
Eskiler, nereye, nasıl bakacağını çok iyi bilirdi. Onların her şeyleri İslâm üzere olup; Kur’an belli vakitlerde okunan bir kitap değil; her an başvurulan başucu kitabıydı. Yine geçmişteki sade bir müslümanın evinde Kur’an, İlmihal ve sözlük olmak üzere üç kitap mutlaka bulunur ve öbür kitaplara göre devamlı bu kitaplar okunduğundan en çok da onlar yıpranmış olurdu.
Bir toplumu maddî olarak kalkındırmadan önce, manevî olarak kalkındırmalı. Bunun yolu da millet, devlet ve medeniyetini seven, bunların yücelmesi davasını en büyük davası bilen insanın yetişmesinden geçer. Bir toplumda İslâmı gerçek anlamı ile yaşayan nesil yoksa; hak ve adalet kavramı yerleşmemiş olacağından; kazanılan para ve zenginlik yine günümüzdeki kapitalist ve liberal toplumlarda olduğu gibi hak hukuk tanımayan güçlünün elinde kalacak; azınlık bir grup zenginleştikçe zenginleşirken; çoğunluk ise yoksullaştıkça yoksullaşacaktır.
Eğer Hazret-i Ömer’in adaleti olsaydı, bugün Müslüman toplumlarda İslâm dışı ‘izm’lere gerek kalmazdı. İslâm, adaletin maddî ve manevî refahın anahtarıdır. Eğer beklenen yeni nesil yetişmez; İslâm’ı sadece saç ve sakal vb. ibadetlere indirgeyen bugünkü anlayış sürer, Allah rızası için yapılan her işin, atılan her adımın, öğrenilen her harfin, dökülen her terin ve iyi niyetlerin ibadet olacağı anlayışı namaz, oruç, zekât, hac vb ibadetlerimizde olduğu gibi yaşayışımıza hakim olmazsa; maddi kalkınmanın tek başına kurtarıcı olamayacağı bilinmelidir.
Bir söz var: “Binmiş bir alâmete, gidiyor kıyamete…” misali, bugün düşünme melekeleri dumura uğramış halklar, hep maddî hesaplarının defterlerini tutuyorlar. Acaba bunlardan kaçı manevî hesapların defterini tutuyor dersiniz? Bu bakış açısı iki yüzyıl önceki insanımızla ne kadar da çatışıyor! Eskiden iki Müslüman bir araya gelse; sohbetleri, iyiliklerde yarış olan türden olup: “Sen bugün ne kadar hayır işledin, ne kadar Kur’an okudun, ne kadar nafile namaz kıldın, bu ay kaç gün oruç tuttun, birinin nasıl bir derdiyle ilgilendin?” gibi manevî alanlar üzerineydi. Onlar, maddî olarak zengin olmasalar da, anadan atadan aldıkları temiz mayayı bizler gibi daha kaybetmemişlerdi. Tahsilini gördükleri ve terbiyesini aldıkları Yüce İslâm ülküsünün yolunda başı dik yürüyorlardı. Kendilerinden önce milletini, devletini ve medeniyetini düşünüyorlar, Allah rızasını her işlerinde önde tutuyorlardı.
Asıl can sıkıcı olan ne biliyor musunuz? Herkes bir sohbete başladığında; hep yukarıda bir kaçının adını andığımız, kendileri ile övündüğümüz her biri birer deha olanları örnek gösterirler; onların yaptıklarını anlata anlata bitiremezler de, ne hikmetse bir teki çıkıp; “Bu kişileri bugün nasıl yetiştiririz?” diye düşünmeyi akıl bile etmez. Bunca paralara, kurulan vakıflara, okullara vb. imkânlara rağmen nedense “Şehzade eğitimi,” gibi ciddi bir eğitim gerektirecek bu yeni genci yetiştirme eğitimi bir türlü gündeme gelmez! Kocaman bir santralı çalıştıracak suyun önüne küçücük bir değirmen taşı koymuşlar; koca suda onu döndürüyorlarmış gibidirler.
Eğer geleceğimizi olsun kurtarmak istiyorsak; bütün maddî ve manevî zenginliklerimizi geleceğimizi kuracağına inandığımız bu değerleri yetiştirmeye harcamalı değil miyiz?
|