Gönül kahramanlarının izinde... Dergi Editörü Sayı:
95 -
AĞZIMI DİKSELER
Tel tel ve iplik iplik dikseler de ağzımı;
Tek ses duysalar; Allah… Yoklayanlar nabzımı. (Necip Fazıl, Çile, 1973)
Gönül kahramanlarını, “Mevzuunu bulamaz ki ‘ben’ desin!” cümlesiyle tasvir ediyor Allah dostu… Beyaz sayfalar, kalem ve başta kulak ve göz olmak üzere duymaya, görmeye memur ne kadar uzuv varsa şahit ki, biz ise nefsimizin “öznesi” olmadığı cümleler kuramıyoruz… Böyleyken bir büyük işe kalkıştık ve Üstad’ın ‘esasın ruhu’ diye tarif ettiği “tasavvuf”u elinizdeki sayı konusu ilân etmeye cesaret ettik. Allah, cahil cesaretimize, kararmış gönüllerimize, kıt aklımıza rağmen kalkıştığımız bu zorların zoru işte, sırf o “gönül dostlarına” duyduğumuz muhabbet hürmetine bizi afv etsin ve yazdıklarımızı, dergimizi kendi rızasına uygun ve sevdiklerine lâyık kılsın…
Dedik ya nefsimizin öznesi olmadığı cümleler kuramıyoruz, işte bir örneğini vereyim. Berrak bir yaz akşamı… Lacivert gökyüzünde etrafında nurdan ışık demetiyle dolunay. Yerdeki kum taneleri kadar çok, gecenin süsü yıldızlar… Karanlığın koyuluğunu gideren nazlı bulutlar… Şiirlere, romanlara ve aşka konu olmuş bu manzaradan ürken, korkan biri olabilir mi? Evet olabilir… Deniz kıyısında bir banka oturup bu güzelim tabloyu seyretmekten hele hele şehrin sesinden, ışığından, hengâmesinden uzakta, bir ormanda sırtını toprağa verip göğe doyasıya bakmaktan insan korkar mı? Evet korkuyorum. Ucu bucağı olmayan boşluk, boşlukta desteksiz duran ay ve yıldızlar, nereden gelip nereye gittiği meçhul bulutlar, boşlukta akıp giden kâinat beni ürpertiyor. Sığınacak bir liman arıyorum bu demlerde. Kısa tefekkür belki kısa tekbirler ve sonra bolca gaflet…
Oysaki ismini bile söylemekte zorlandığım ilim dalları, mesela astronomi, fizik vs. bütün kuralları yüzyıllar önceden keşfedip ilân etmişti. Korkulacak bir şey yoktu anlayacağınız. Dünya kendi etrafında, ay dünyanın etrafında, ikisi ve diğerleri de güneşin etrafında dönüyorlardı. Hem günler, aylar, mevsimler de böylelikle meydana geliyordu. Yani zaman… Nereden gelip nereye gittiği belli olmayan zaman… O ne yaman bir mefhum…
Akıl cücesini iknâ etmeye ne var! Yerçekimi de, atom de, yörünge de, zaman de olsun bitsin… O zaten ikna olmaya hazır, ya gönül? Gönül, ruh, kalb adına ne dersen de bu kadar çabuk ikna olmuyor işte. Hayat, ölüm, varlık, yokluk, zaman, mekân… Bizatihi insan, meçhul… Cennet, cehennem… Ahiret… Melek… Ve Allah… Bütün bunlar akılla, beş duyu hassesiyle her yönüyle anlaşılacak kavramlar değil ki… Bir sır var… Ötelerde, ötelerin ötesinde, onun da ötesinde… Neylersin cevap arıyor işte insan…
Kimseyi hor hakir görme makamında, mevkiinde değiliz. Ancak bütün bu kavramları gözle görülür, elle tutulur beş duyu hassesi içinde izaha yeltenen, her şeyi akılla izah edebileceğini iddia edenler en hafif tabirle komik oluyor. Hayatın bütün sırrı, mutluluk formülü aklın işporta tezgâhındaymış gibi davranan; evliyayı, kerameti inkâr eden, Allah korusun peygamberi postacı mevkiine indiren, mucizeyi kabul etmeyen, hadis nakilcisi sahabeyi –hâşâ– yalancı ilân eden anlayış… Eğer cemiyette hızla artan etkileri olmasaydı, bahse değer olmayan basit adamların anlayışı…
Kardelen, biraz da bu sebeple bugünün ve yarının zevk ve seziş sahibi Müslüman’ı için bu sayıyı hazırlamayı kendisine vazife bildi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi eksik, kusur ve hatalar bizim nefsimizden. Satırlarımızdan süzülen şifalı sözler de büyüklerden bize intikal edenler.
Allah bizi Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber (sav), onun kutlu sahabesi ve onların izinden gidenler hürmetine muvaffak kılsın.
İyi okumalar…
|