Aradığımız ruh Av. Mustafa Büyükgüner Sayı:
104 -
Anadolu toprakları, Osmanlı döneminden beri farklı ırktan ve dinden mültecileri misafir etti. Herkesin barış içerisinde yaşadığı bu vatanda Suriyeliler’in neden sürekli tartışma konusu yapıldığını ve niçin küçücük bir olayda bile nazarların Suriyeli mültecilerin üzerine yöneldiğini hiç düşündünüz mü?..
Bahsettiğim elbette sosyal medyada bilinçli olarak yapılan yayınlar değil. Bunun benzerleri milletimizin basireti sayesinde kitleleri etkilemekten uzak kaldı. Ancak toplumdaki menfi Suriyeli algısı bu sefer merkezden muhite doğru yayılmıyor; bilakis muhitte olan, yani toplum nazarında olan bu menfi algı, büyüyerek çeşitli merkezlerin dikkatini çekiyor ve bir istismar malzemesi olarak kullanılıyor.
Burada bir şey var… Bütün etnik kimliklerin ve çeşitli din ve inanç farklılıklarına sahip insanların sığdığı bu topraklara Suriyeliler neden sığamıyor?..
Üstelik 100 yıl kadar önce, Suriye’de yaşanılanların bir benzeri Anadolu’da yaşanmışken… Yani milletimizin hafızasında halen işgal anıları tazeyken, benzer bir zulme maruz kalan Suriyeliler’e karşı bu menfi tutumun altında ne var?
Bundan yüz yıl önce, Anadolu toprakları dört bir yandan işgal edilmeye başlandığında, Türk Milleti bir refleks oluşturdu… Belki önceki savaşlardaki mağlubiyetler ve özellikle Avrupa’dan Anadolu’ya karşı başlayan ricatten kaynaklanan bir kamuoyu vardı, belki bu acılar milletin işgale karşı hassasiyetini arttırmıştı… Ancak ne olursa olsun… Anadolu’nun dört bir yanından başlayan işgale karşı Türk Milleti önce fert fert, ardından da cemiyet nazarında bir karakter gösterdi…
İşgale karşı direnişin ilk tohumları da böyle atıldı. Ardından kurulan cemiyetler, müfrezeler, topyekûn seferberlik bu direnişin aksiyonunu oluşturdu. Mitingler, gazete yazıları ve ülkenin münevverleri ise bu direnişin fikri altyapısını oluşturdu ve dünya kamuoyu nezdinde Türk’ün haklı dâvâsını her fırsatta anlattı…
Toplum nazarında meydana çıkan bu ruh, sahadaki aksiyoncuların gücünü arttırdı ve kısa bir süre içerisinde işgal tersine döndü… Elbette her milletin bir karakteri var, bu karakter de en saf haliyle milletlerin zor duruma düştüğü zamanlarda ortaya çıkıyor.
Daha sonradan gerçek olmadığı yönünde pek çok açıklama yapılmışsa da, Türk’ün karakterini göstermesi bakımından elimizdeki sayısız örnekten birini hatırlayalım:
Birinci Dünya Savaşı sırasında Avustralya’da yaşayan iki Osmanlı Tebaası Türk, Avustralyalı askerlerin Çanakkale’de Osmanlı’ya karşı savaştıklarını duyunca “Bu kefereler bizim devletimizle savaştıklarına göre, bizim de burada bunlarla savaşmamız lâzım gelir” diyerek Avustralya devletine savaş açıyorlar ve şehit edilene kadar da gayri nizami harp teknikleri ile savaşıyorlar. İki kişinin koca devleti ne kadar zor duruma düşürdüğü o günün basınında da yer alıyor.
Daha sonrasında bu olayın gerçek olmadığı, meselenin bir adi vaka olduğu, bu iki kişinin Türk ve Osmanlı tebaasından olmadığı kendi kişisel menfaatleri için çeşitli eylemler yaptıkları açıklandı.
Ancak bu hikâye toplum nazarındaki ilgisini hiç kaybetmedi. Gerçek ne olursa olsun, bu hikâyeyi Türk kamuoyuna anlattığınızda hiç kimse yadırgamıyor. Çünkü bu davranış, ortak bir kültür ve karakterin ürünü olarak en çok Türk’e yakışıyor…
Vatan ve bayrak sevgisinin en üst seviyede olduğu milletimiz; elbette vatanı için savaşmayı ve şehit olmayı da bir onur meselesi olarak algılayıp, muhatap aldığı kişiden de benzer bir refleks bekliyor. Bu refleksi göremeyince de yadırgıyor…
Yaşadığım bölgede Çin’in zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan pek çok Doğu Türkistanlı soydaşımız var. Bir arkadaşım anlattı; Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Doğu Türkistanlı bir öğrenci kardeşimize “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye soruyorlar. “Bordo bereli asker olmak istiyorum.” cevabını alınca da sebebini soruyorlar. Belki ailesinden Türkiye’ye gelemeyenlerin akıbetini bile bilmeyen ve Çin zulmünü en derininden yaşayan bu delikanlı; “Bu devlet zor zamanlarımızda bize sahip çıktı, ancak bu devletin düşmanlarına karşı savaşırsam, borcumu ödeyebilirim…” diyor.
İşte aradığımız ruh, bu ruhtur…
Ve bu ruha sahip soydaşlarımıza kol kanat germemiz, onların dâvâsını kendi dâvâmız gibi sahiplenmemiz ilk önce mâşerî Türk vicdanına karşı bir sorumluluğumuzdur.
|