Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     1464 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Eski dünya
Altan Atan

  Sayı: 104 -

Eğer bizler derdimizi anlayıp anlatabilecek güce erseydik sanıyorum dünya bambaşka bir yer olurdu.

Bir garip duygunun sonucu dilimden dökülüveren bu garip cümleyi hamasetten öte iki önemli eserden aldığım bilgilerle anlatmaya çalışacağım. Bunlar, Prof. Dr. Halil İnalcık hocamızın “bugün dünyada Türk halklarının tarihi üzerindeki en büyük uzmandır” dediği Amerikan tarihçi ve Türkolog Prof. Dr. Peter B. Golden’in,  “Dünya Tarihinde Orta Asya” adlı kitabı ile medeniyetler çatışmasının aslında Avrasyalılar ile diğerleri arasında olacağını belirterek Huntington’un tezine yeni bir boyut kazandırdığı söylenen Rus yazar Lev Nikolayeviç Gumilev’in “Hazar Çevresinde Bin Yıl” adlı kitaplarıdır.

Dünya tarihi denince yakın zamana kadar Batı (Avrupa ve Amerika) tarihi anlaşılıyordu çünkü öyle kabullendirmişlerdi. Akdeniz’de Yunan medeniyetinin doğmasıyla başlattıkları dünya tarihi içinde eski dünya dedikleri Mezopotamya, Mısır, Çin, Hindistan ve Orta Asya’da yaşanan tarih, bir vaka-yı âdiye olarak geçiyor hele Afrikalı belki insandan dahi sayılmıyordu. Biz gibiler de kendimizi onların bu dünyasına ait hissetmiyorduk. Bizler en azından eski dünyanın insanlarındandık ama kimlerdendik?

Bunun cevabını bilinen ırkî kalıplara göre hemen verebiliriz ama hem ırkî hem de hissettiğimiz kimlik anlamlarında ifade edebilmemiz zor. Çünkü ne dünya olduğundan beri aynı ve halklar da aynı kalabilmişlerdir ne de hissettiğimiz kimliği hamaset ağına düşmeden gerçek bilgilerle tanımlamamız kolaydır. O halde kimlerden ve kim olduğumuza dair asıl sorunun cevabını birlikte aramalıyız. Ailemiz akrabalarımız kimlerdir ve kısaca biz kimiz?

Gumilev, milâdî birinci bin yıldaki toplumların yüzeye geliş şekillerini incelediğini söylediği kitabında yeni açılımlar getiriyor. Batı’nın sınırlı ve taraflı bakış açısını ortadan kaldıran geniş açılarla hayata bakmamızı sağlıyor. Bu durum haliyle kendimize ve geleceğe bakışımızı da değiştiriyor.

Amerikalı Golden, “Orta Asya tarihinin asıl meselelerinden birinin halkların ve dillerin hareketliliği ile yeni etnik varlıkların oluşması olduğunu” söylüyor. Ona göre orta Asya tarihi günümüz dünya tarih ve kültürünün merkezi. Yine modern küreselleşmenin erken unsurları Orta Asya’daki imparatorluklara dayanıyor. Her ne kadar Türkler hakkında iyi şeyler söylemeyen Çin tarih kaynakları bozkır halkları olarak bir genelleme yapıp şehirli göçebe ayrımı yapmadan birkaç sınıfta kabaca tanımlamış olsa da bu ayrıntılar Batı literatürüne hep  “barbar” olarak tercüme edilmiş.

Gumilev de eski dünya insanlarının tamamen ilkel ve barbar olmadığını söylüyor: “Pantolon gibi ilk gelişmiş giyecekler, üzengi, ilk araba ve ilk eğri kılıç ve sonra da düz kılıç, oku uzak mesafelere atan yaylar, en mükemmel kulübe tasarımı olan yuvarlak çadırların mucidi Türklerdir. Eğer Türklere barbar denecekse çağdaşları olan Avrupalılar daha barbardır.”

Burada dikkat çeken husus, Batı’nın küçümseyerek yok saydığı eski dünyanın içindeki Çin’in de kendi grubu içinde böyle davranması. Yok sayıcı, yok edici Batı ile Çin burada birleşerek uyum gösteriyor.

Her ikisi de orta Asya’nın önemini anlatıyor. Gumilev, coğrafyaların yenilenmesini, yeni halkların ve milletlerin nasıl oluştuğunu, bunların gücünü, coğrafik davranışların ve onların değişmesinin yaşantı biçimlerini nasıl değiştirdiğini, karışmaları ve kaynaşmaları, haliyle bütün bunların dünya tarihini nasıl etkilediğini analiz ediyor. Böylelikle en az iki önemli olaydan bahsediyor:

1-Coğrafik şartlar ve davranışların değişimiyle değişen yaşantı biçimleri:

Çin seddinin sistemli bir şekilde asırlar boyu yapılma nedeninin kuzeyden yani Orta Asya’dan gelecek saldırılardan korunmak değil bilakis Orta Asya’yı kurutmak olduğunu söylüyor. Seddin kara akınlarına karşı bir savunmanın aksine bir saldırı aracı olduğunu,  orta Asya’ya hayat veren musonların ve siklonların yönünü değiştirerek büyük bozkırı kuruttuğunu söylüyor. Milâdî 2 ve 3 ncü yüzyıllarda yaşanan bu olay aslında yüzyıllar süren sistemli bir ekonomik saldırı.  Bu iklim değişikliği sonucunda eski dünyanın barbar insanları olarak nitelenen, Çin tarih kaynaklarının tiksintiyle bahsettikleri kavimlerin Orta Asya’da barınamadığı ve büyük göçlerin başladığını tespit etmiş. Değişen coğrafik koşullarla değişen coğrafik davranışlar ve yaşantı biçimleri Amerikalı Golden’in de günümüz dünya tarih ve kültürünün merkezi dediği orta Asya’da yaşananların dünya çapındaki etkisini açıklayabiliyor.

Çin seddinin güzergâhını ve konumlarını incelerseniz bunu daha iyi anlarsınız. Tek parça olmayıp aralarında mesafeler olan birbirinden ayrı yapılar halinde dağların üzerinde uçtan uca devam eden bir yapı grubu Çin seddi. Bu haliyle gelen akınları engellemek için yapılmışa hiç benzemiyor. Sıra dağların zirvelerine yapılmış olması da inşaat maliyet ve zorluğu yönünden anlamsız olup amacın başka bir şey olduğunu gösteriyor. Mesela Zigana tünelinin iki tarafında da iki ayrı iklim ve iki ayrı hayat var. O tepeler olmasaydı iklimler gidebildiği yere kadar gider hayatlar da değişirdi. Bunlar doğallığa engel koyucular!

2-Medeniyetleri ve kalıcı güçlerini oluşturan asıl etkenin sayıca fazlalıktan değil; yeterli sayıda doğru dürüst, yetenekli, tutkulu, dinamik, atılgan, yenilikçi, çalışkan ruha sahip etkili insanlara sahip olması durumu. Gumilev sekiz sıfatla tarif etmeye çalıştığım tip insanlara Passioner diyor.

Böyle insanların etkili olduğu toplumlar kendilerinden sayıca çok fazla olanlara karşı hep üstünlük sağlamışlar. Nitekim M.Ö 2 ve 1 nci yüzyıllarda Çin nüfusu yaklaşık 60 milyon, Türkler ise 300 bin kişi civarında imiş.

Tek atadan türeyen hiçbir milletin olmadığını ve olamayacağını, bütün insanların bir anne ve babadan meydana geldiği gibi bütün milletlerin de en az iki kişiden veya birçok atadan türediğini söyleyen Gumilev, “Eğer bir toplum passioner değilse bile çalışkan ve dürüst kişileri bünyesinde muhafaza ediyorsa hiçbir zaman yıkılmaz. Bu kişiler gelenek ve kültürleri yeniden yaratacak gerekli güce sahip olmasalar da parçalanma döneminin alevleriyle yanıp kavrulmamış olanları koruyabilir ve hattâ bunları bir sonraki nesile miras bırakabilecek kadar arttırabilirler. Bu dönemde önceki büyük gücün oluşumu öncesindeki atılımın ataletiyle yaşar sanat, edebiyat ve bilimde öyle bir hamle içine girerler ki, tarihçiler ve sanat tarihçileri bunu bir milletin “Rönesans’ı” olarak takdim ederler. Nitekim zayıflayan İtalya Fransızlar, İspanyollar ve Avusturyalılar gibi vahşi komşularına savaş ganimeti olunca birkaç on kadar ressam ibadet için değil buluşmak maksadıyla gittikleri tapınaklarda tablolarını yaptılar. Ülkenin 15-16 ncı yüzyıllardaki halini Rönesans olarak adlandırdılar”, diyor.

Nostalji ile passionerlik farkını ortaya koyuyor. Karakteristik davranış olarak passionerliği, “bir canlı organizmayı hayali amaçlar için kendini feda etmeye iteleyen biyokimyasal enerji fazlalığı”, nostaljiyi de “farklı etnik gruplarla bağdaşmazlık” olarak ifade ediyor.

Bu anlamda nostaljinin getirisinin ayrımcı yok edici ırkçılık ve milliyetçi faşizm olduğunu ancak bir hayâl bir amaç uğruna kendini feda eden (birleştirici) tutkunun bunun aksine karışma ve kaynaşmayla gelen büyük bir güç ortaya çıkardığını anlıyoruz. Bu durum en başta söylediğim adını koyamadığım o garip duyguyu açıklıyor.

Ayrıca, pozitif davranışı da sağlam bir sistem kurmaya yönelik davranış olarak tanımlıyor. “Passioner itki veya genetik dreyfler (harici etkilerle kuralsız kayma-sürüklenmeler) sonucu bir sistemin passioner gücünün istikrarlı bir şekilde yükseldiğini” söylüyor ki buna yükseliş dönemleri diyor. Yine hayatın akışı içindeki etkenler nedeniyle popülasyon sınırları ötesinde bir filiz gibi ortaya çıkan passioner işaretleri de etnik kopma olarak niteliyor. Bu bilgiler bize büyük fotoğrafı gösteriyor.

Günümüz büyük devletlerinin sosyo kültürel ve ekonomik yapılarına bakınca eksik ve yanlışlarına rağmen içinde büyük sinerji etkenlerini görmek mümkün. Bütün bunlardan; nostalji duygusunun getirisi olarak kendini sınırlayanların güçsüzleşerek özgünlük ve özgürlükten yana yok olduğunu aksine karışıp kaynaşıp değişenlerin büyük güçler ve hâkimiyet elde ettiğini anlıyoruz.

Yine, Batı’nın bir ürünü olan Doğu kavramının da birbirinden farklı olmadığı artık çok açık. Birbirine asla rakip olmadıkları gibi hedeflerindeki İmparatorlukları, derli toplu olan her şeyi parçaladıktan sonra bakîyelerine yöneldiler. İnsanlara da kim olduklarını unutturmaya çalıştılar. Ancak yaptıkları saptırmalara karşı her devirde ve coğrafyada filizlenen passioner ruhların nasıl cevaplar verdiğini biliyoruz. O halde temelde eş anlamlı Doğu-Batı kavramları malûm iken ve kuzey ile güneyin de böyle bir durumu olmadığına göre orta Asya kökenli Büyük Doğu kavramıyla aynı kökenli görünmeyen üniversitelerin durumu daha da anlaşılır ve ilginç bir hale geliyor…

Her iki kitapta da Türklükten bahsedilirken bugüne kadar geçen zaman içinde gerçek Türklüğün kalmadığı; coğrafyalara yayılan, diğer insanlarla karışarak kaynaşan değişen gelişen bir Türklük olgusundan söz ediliyor. Bu gerçek diğer milletler için de geçerli olmakla beraber asıl meselenin passioner ruhla diğer insanlarla karışıp kaynaşarak bir ideal, bir amaç için kendini feda etme olduğunu anlamak zor değil. Bunun adı adanmışlıktır.

Bu durumun insanın yaratılış amacının gizemi içinde olan Allah’ın irade ve emri olduğunu düşünüyorum.

Âyette (Hucurat 13): Biz sizi birbirinizle tanışıp anlaşıp kaynaşasınız diye farklı dil ve ırklarda yarattık deniyor.

Bu irade insanın dünyaya geliş amacı olan varlıkta birliği, bütünleşmeyi ifade ediyor. Nitekim imparatorlukların ve bugünün büyük devletlerinin büyüklüklerinin, sinerjik güçlerinin böyle kaynaşmalarla oluştuğu yine büyük şirketlerin gerek şirket evlilikleri gerek küresel çapta örgütlenmeler, yerine göre konsorsiyumlar,  insan kaynakları ve her çeşit süreçteki ortaklık ve beraberlikler olduğu çok açık. Bu bütüne ulaşarak büyük gücü elde etme felsefesidir. Aslında bu Allah’ın bir iradesi, insandan istediğidir. Bu inanç ve çekim dünya devleti olma, dünyaya hâkim olma, tek dünya devleti gibi niyet ve isimlerle hep karşımıza çıkmış, çıkmakta ve çıkacaktır…

İnsanlık için bu önemli durumun ardında ilâhî bir irade ve çekim gücü olduğunu anlamak lâzım. Bunun hakkını en son veren yapının Osmanlı İmparatorluğu olduğuna inanıyoruz ve aksi niyetle küresel hâkimiyet sağlamaya çalışanların da işlerine devam ettiğine. Dünyanın ne hale geldiği anlamak için kısıtlı, kasıtlı tarihe bakmak bile yetiyor.

Peygamberimiz (sav) veda hutbesinde: “Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki rabbiniz birdir, babanız birdir. Arap’ın başka ırka, başka ırkın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza, dindarlık ve ahlâk üstünlüğü dışında bir üstünlüğü yoktur. Dinleyin! Bu ilâhî gerçeği size tebliğ ettim mi, bildirdim mi?” Kendisini dinleyenler hep birden, “evet” dediler. “Öyleyse burada olanlar olmayanlara bildirsin” buyurdu.

En baştan beri birileri bu mesajları bildirmediler ve bildirmiyorlar. Hâkimiyet konusunda aynı hedefli aksi niyetli insanlar bu mesajları gizlediler, bozdular, kendince yazdılar. Allah’ın doğrularını teşhis etmediler, şahit olup onaylamadılar. İnsanların akıllarında sürekli şüpheler uyandırdılar. Oysa Allah, şahitleri olmamızı istediğini âyetleriyle bildirerek, yaptığımız her şeye de şahit olduğunu söylüyor. Şahitlik işi Hakk’ı anlamak, onaylamak, delil olmak ve ondan olmak işidir. Allah’ın işlerini, olaylarını anlamak ve ona göre yaşayarak onaylanmak işidir.

Kendilerinden başkalarını küçümseyip yok sayan ve yok etmek isteyen hayat tarzı Allah’ın insanın yaratılış amaçlarına ait olan bir iradesine tamamen aykırıdır. Allah’ın bu irade ve hikmetine, yarattığı insanların birbirlerini kabul edip, sevip sayıp anlaşmalarına, onaylamalarına ve haliyle Allah’ın şahitleri olmalarına engel olanlar doğuyu da batıyı da sahiplendiler oysa “doğu da batı da Allah’ındır” (Bakara 115). Yeryüzü içindeki her şeyle beraber O’nun mülküdür.

Prof. Dr. Canan Karatay’dan dinlemiştim: “Anadolu türkülerinde olan duygu İngiliz türkülerinde de var. Aslında insan her yerde insandır.” O halde insanların tanışıp kaynaşmasına engel olanların elinde kalan Doğu Türkistan meselesi de aslında bizim büyük aile meselemizdir.

Öncelikle Allah’ın iradesine kendini feda etmiş milletimizin hastalıklarından kurtulmasını diliyoruz. Bir çatı altında farklılıklarla, bir arada uyum içinde yaşama becerisinin hem bireysel hem de toplumsal büyük bir güç getirdiğini herkese hatırlatıyoruz. Eski dünyanın yeni insanları olarak kimliğimizi bulduğumuz bu birlik için hedefimiz bütün insanlardır ve bütün insanların aynı çatı altında toplanmalarını istiyoruz.

O çatının sahibi kim olur derseniz, kimse derim; sadece kendini feda edenler!

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Yakarsa Dünyayı...... - Sayı 114
Mizah Ciddî Bir İştir!... - Sayı 113
Mezarımı Taştan Oyun... - Sayı 112
Müjde... - Sayı 108
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


“Yeni Dünya Düzeni” diye bir şey attılar ortaya… Ondan sonra ne ses çıktı, ne soluk… “Yeni Dünya Düzeni” dedikleri, boşluğun sessizliğini dinlemek gibi bir şey mi acaba?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14593502
 Bugün : 4043
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631113
 Bugün : 759
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim