Düşman içerde Kubilay Ertekin Sayı:
107 -
İzmir'de 7 şiddetinde bir deprem oldu. Millet can derdinde fakat bir takım soysuzlar Ankara ve İstanbul’un eğlence mekânlarında cadılar bayramı kutluyorlar. Bu günlerde hep kardeşlikten, barıştan, dostluktan, ülke ve millet sevgisinden bahseden yazılar yazmak isterdim ama karşı kesimdeki inanç ve millî irâde düşmanlarının, PKK ve Batı uşaklığı taraftarı olanların böyle günlerde bile sürekli saldırı ve hakâret içeren söz ve davranışlar içinde olduklarından, bu konularda düşmanla ve dış güçlerle aynı saldırılarda bulunduklarından, hâlâ o tür yapıcı ve uzlaşıcı kelimelerden bahsetmeyi kendim için ve inancımız açısından çok büyük bir zül, hakâret, miskinlik ve âcizlik olarak görmekteyim. Bu sebeplerden dolayı mecbûren aynı ton ve tarzda cevap vermem gerektiğine inanıyorum. Çünkü mağdurlar alttan alıp hoş görülü, uyumlu ve yumuşak davrandıkça onlar daha çok azgınlaşıp kuduruyor ve zıvanadan çıkarak şirretliklerini, tecâvüzlerini artırıyorlar… İşte demokrasi, inanç özgürlüğü ve insan hakları gibi değerler böylesi iffetsizler tarafından çiğneniyor, darbeciler, cuntacılar ve destekçileri bu şartlar altında gelişerek, başbakan ve bakan asma vahşeti, vandallığı, canavarlık ve barbarlıklar böylesi zeminlerde yer buluyor, gelişiyor ve insanlık o yüzden zîrü-zeber olup, yerlerde sürükleniyor...
Bu açıdan beşeriyetin yüz karası olan haydutların, inanç ve millî irâde düşmanı hâinlerin, mâsumlara saldıran köpekleşmiş kişilerin dişleri kırılmadıkça hiçbir kelp, o tavırlarından aslâ vazgeçmiyor ve öylesi bir ülkede kesin olarak huzur ve sükûn olmuyor. Tıpkı daha önce TBMM de aynı şekilde vahşi bir hayvan gibi insanların bacağını ısıran, şerir ve hâinleri destekleyip şehit cenâzelerinde halka nispet edercesine onlara hakârette bulunanların ve Kobâni vahşetiyle ülkeyi yakıp-yıkan, kan gölüne döndüren, isyâna ve tuğyâna sevk eden şer cephesine (gecikmeli de olsa haklı olarak) dâvâ açıp soruşturma yapan, bir kısmını da derdest eden sayın başsavcıya ve görevlilere kudurmuş gibi saldıran muhâlefet maskeli PKK sempatizanlarının ve de siyâset gangsterlerinin, onlara yardım ve yataklıkta bulunan ilkesizlerin milletçe târiz ve tecâvüzlerine muhâtap olmaktayız…
Dinsizlerin, inanç ve millî irâde düşmanlarının sığınak ve korunakları; ilimde (!) Darvinizm ve ideolojide ise Kemâlizimdir. Nitekim sözde Prof. olan Dr. Ali Demirsoy adındaki adam şu zırvada bulunuyor; “Gericiler (!) Müslümanlar, çeşitli bilim adamlarını ilgilendiren evrim kuramını anlamadıkları için; Kemâlizmi de bilmez ve anlayamazlar” (Evrimin tutarsızlığı. Sefâ Saygılı S. 59) Vay beee! Kendini müslüman saymayan bu insan bozuntusunun mantığına göre, demek ki M. Kemal de Darwinistmiş. Oysa biz milletçe onu hep gerçek bir Müslüman ve siyâsetçi olarak bilirdik. Aslında bu herif, başta tüm laik-devrimbazlar ve darwin perestler olmak üzere bütün Türk milletine bakın ne diyor? “Türkler, insanlığın insan olmayan numûneleridir. Medeniyetimizin bekâsı için onları mümkünse yok etmek ve geldikleri Asya steplerine sürmek veyâ Anadolu’da imhâ etmektir” (Aynı eser. S. 110) Pek iyi, M. Kemâl ne olacak, o Türk değil mi!?.. Herifteki seviyesizliğe bakın!. İşte 90 yıl ilim diye milletin evlâdına okutulan bu hezeyanlardan şimdi din-millet düşmanları, vatan hâinleri, anarşistler ve teröristler çıkıyor, bunun adı da siyâset oluyor. Bu yüzden altı oklu fırka zihniyetindekiler millî ve dînî olan her şeye karşıdırlar. Ve öylesi konuları böylece sömürüp, habis emelleri için kullanıyorlar. Her zaman yaptıkları gibi şimdi de devletin dış politikasında düşmandan yana tavır almaktadırlar. “Sûriye de ne işiniz var”la başladılar. Şimdi de “Maalesef, Türkiye Âzerbeycan’a silâh ve cihatçı guruplar gönderiyor” (!) diyerek Ermeniliğin ve her türlü gâvurluğun içteki ajanlığını yapıyorlar ve insanlığı utandıran bir hayâsızlıkta bulunarak esef etme zilleti ve iffetsizliğinde bulunuyorlar. İşte altı oklu fırka zihniyetine mensup monşerlerin ruh hâli böyledir.. (28/9/2020 basından) sâde bu kadar değil. “Türkiye Mısır’la savaşırsa Mısır’dan yana olurum” diyenler ve “Türkiye Kıbrıs’ta işgalci durumdadır” diyenler var. (Çünkü Kıbrıs topraklarının yarısını Rumlara verelim diyerek tıpkı Rum ağzıyla konuşan sözde bir cumhurbaşkanı (!) vardı.) Bütün bunlar yetmezmiş gibi Müslüman bir ülkenin minârelerinde (İzmir’de) komünist Çavbella marşı çaldırma hayâsızlıkları ve Allâh’a, (CC) kitâba, dîne ve peygambere(SA)küfür ve hakâret etme gibi en iğrenç, en rezil hâdiselerle sürekli karşılaşmaktayız. Garip olan; bu azgınlık ve aymazlıklara şimdiye kadar hiçbir caydırıcı müeyyide uygulanmadığı gibi kimse de onlara höst demiyor ve böylece insanların dînî ve millî duyguları aşındırılıp bunca hakâret ve tecâvüzler olağan karşılanıyor, milletin maneviyâtı sarsılıp, devlete ve adâlete olan güvensizlik artıyor, halk etkisiz hâle getiriliyor… Gerçekten bu nasıl bir ihânet ki, kâtiller ve hâinler mâsum, maktuller ve mağdurlar suçlu (!) görülmektedir.!?
Aslında bu ihânet çeteleriyle birlikte ormanlarımızı yakan, insanlarımızı katleden, kutsallarımıza küfreden bunca şâkîlerin oracıkta yasal yollarla dişleri kırılmalı, etkisiz hâle getirilmeli ve hadleri bildirilmeliydi. Yoksa yapılan bunca vahşet ve cinâyetlerin, hıyânetlerin sonu gelmiyor ve o öyle bir ülkede huzur-sükûn diye bir şey kalmıyor ve aynı şenâatler devâm edip gidiyor. Tâ ki aynı metotları ve düşmanın kullandığı silâhı kullanmadıkça bu türlü saldırılar şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da aynen devam edip gider. Sonuçta onlar yaparlar, vurup-kırarlar ve sizler de sâdece konuşarak o iğrenç olayların ve mütecâvizlerin sözlerini ederek havanda su döversiniz Ama “atı alan Üsküdar’ı geçer” ve görüldüğü, yaşandığı gibi HAK zıpırın, zorbanın ve şerirlerle iffetsizin olur. Tıpkı mâlûm hikâyedeki gibi...
Bir adam kışın her hangi bir köye gider ve köyün köpekleri adama saldırırlar. Adam kendini savunmak için yerden bir taş alıp onlara atmak ister fakat her taraf “don” buz tuttuğu için, taşları çıkaramaz.( Yâhu bu ne biçim köy, itleri boş, taşları bağlı der.) Merhum şâirimiz Abdurrahim Karakoç da bu olayı şiirleştirerek şöyle ifâde etmiştir.
“Taşlar bağlı, itler seyip.
Tarihi edersek kayıp,
Tümümüze olsun ayıp.
Âkıbetimiz tez gelir…
Derler ki Siz susun biz söyleyelim;
Hep biz yönetelim, hep biz eyleyelim
Artık bu oyunlara hayır diyelim…
Biz sustukça onlar, (korkak) diyorlar.” (Hasana mektuplar S. 18-28)
Evet ülkemiz sol ideolojinin bâtıl, bozguncu-kışkırtıcı siyâsîlerin ve onlara yamaklık eden çakma, dolma ve doldurma sözde eski ‘muhâfazakâr’(!) nevzuhur particiklerin ve yurdumuzu yakıp yıkan şerirlerin, millî irâdeye verdiği düşmanlıklar gittikçe artmakta ve azgın bir hâle gelerek millete saldırması yüzünden çomarları bol ve hâinleri çok olan bir ülke hâline gelmiştir.. O yüzden başıboş gezen o tür yaratıkların ülkeye ve millete daha büyük zarar vermeden onları tez elden zaptı-rap altına almak gerekiyor. Bunlar yâ, insanlığı öğrenip yasalara, halka ve görevlilere adam gibi davranırlar veya öylesi davranışları tercih edip itlâfı hak ederler. Çünkü bu ülkede inanç ve millî irâde düşmanı materyalist, ateist kesimlerde adamlığın, insânî ve vicdânî özelliklerin esâmisi olmadığı için o tipler genelde hayvânî dürtülerle hareket ederler. Onun için merhum şâirimiz diyor ki;
“Nasihatim sana, herzeyle iştigâli bırak.
Adamlığın yolu nerdeyse, bul da girmeye bak.
Adam değil misin oğlum, gönüllüsün semere.
Boyun kesip durma boş yere semercilere”
Hazin olan; Yaşlı ana-babalarını kimsesizler yurduna terk etmekten vicdânı sızlamayan o zihniyetteki müptezeller insandan çok kelpler ve kedilerle haşir-neşir oldukları için, bulundukları her ortamı dingo’nun ahırı veya bir köpek çiftliği sanıyorlar... Nitekim yıllar evvel merhum M. Âkif, bu karakter ve cibilliyette olanları şöyle ifâde etmiştir.
“İt yetiştirmek için toprağı gâyet mümbit,
Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it.
Yürüyor dîne beş on maskara, alkışlanıyor
Nesl-i hâzır bunu, hürriyeti vicdan sanıyor.” (Safahat. S. 177)
Onlara göre dîne ve mukaddesâta saldırmak ‘vicdan özgürlüğü sayılıyor’ (!) Ama yinede kendilerini dindar ve sözde Müslüman sanıyorlar. Oysa dîni tahkir; küfrün ve şirkin, din dışılığın katmerlisi, en âdî bir şeklidir. Buradaki ‘fuhş’ kelimesi sâde yabancı bir kadın ve erkeğin cinsel ilişkisi değildir. Maddî ve mânevî her türlü kötülüğü, habâseti, din ve ahlâk dışı tüm iffetsizliği barındıran, kapsayan ve kavrayan çok yönlü ve geniş kapsamlı bir kelimedir. Aslı, çoğulu ‘Fahşâ’dır ve hatiplerin her cuma günü hutbede okudukları âyetin sâde bir kısmıdır. “İnnes salâte tenhâ anil fahşâi vel münker” (Ankebut S. A. 44) Anlamı; Muhakkak namaz, her türlü fuhşiyattan, kötülükten korur demektir. Şâyet kılınan namaz ve yapılan ibâdetler sâhibini diğer kötülüklerle birlikte, özellikle din dışı fikir ve ideolojilerden, onların çığırtkanlarına yardım ve yataklıktan korumuyorsa o, namaz ve ibâdet değil, alışılmış bir âdettir. Elbette bunun dînî, ahlâkî, siyâsî, fiilî ve ideolojik yönleri vardır. O yüzden şimdi sâde dînimize, âile yapımıza ve vicdânımıza değil, hürriyetimize ve ülkemize de saldırıyorlar… Sonuçta insânî ve İslâmî meziyetler zaafa uğradıkça, hayvânî istek ve arzular şâha kalkıyor… Aslında toplumdaki bu kokuşmaya sebep olan haysiyet cellatları da aynı zulümleri ve mağdûru yetleri yaşıyorlar ama, sebep oldukları o tür vahşi ahlâksızlık ve hayâsızlık yangınındaki bu alevlerin farkında değiller ve bu darbe bize nereden geliyor diyerek tefekkür ve tezekkürde bulunmuyorlar. İşte egoizmin, materyalizmin ve mânevî değerleri inkârın, ona düşmanlığın acı sonuçları bunlardır. Bundan daha elîm, daha hazîn ve garip olan bir şey var; Şu anda Suud devleti kendi firmalarına, vatandaşlarına Türk mallarını almama ve. boykot etme kararı almış. Bununla da yetinmeyerek oradaki Türk firmaları ile olan sözleşmeyi kestiğini söylüyor. (12/10/2020 tüm basından) Buna rağmen ülkede başka bir hayır ve sevap yolu, şekli yokmuş gibi farz olmayan nâfile bir ibâdet için umreciler bu devletin sınırlarına hücum ediyorlar… Tıpkı Ayasofya’da ve ülkenin diğer mâbetlerinde namaz kılıp Marksist, Ateist siyâsetçilerin, inanç ve millî irâde düşmanlarının peşinde temerküz edip terâkümleşerek tehâcümde bulundukları gibi...
Gerçekten şu anda ülkemiz içeriden ve dışarıdan dînî siyâsî ve iktisâdî açıdan çok âdî ve alçakça bir şekilde kuşatılmak istenmektedir. Eskiden reformist bir Osman Nûri Çerman ve M. Kemâle mevlit düzen Behçet Kemâl Çağlar gibi din bezirgânı, inanç düşmanları ile altı oklu fırkanın din karşıtı azılı bir takım bürokrat ve politikacıları vardı. (Gerçi aynı zihniyetin ürünü olanlar benzer tavırlarını günümüzde de sürdürmektedir.) Şu anda ülkenin gündemini meşgul eden olaylara bakın. Devletine karşı olan partiler, onu dışarıya jurnalleyip “Türkiye’de mal ve can güvenliği yoktur, sakın yatırım yapmayın!” herzesinde bulunan sefiller. Aynı zihniyetin ürünü olan bürokratlar, televizyoncular, gazeteci kılıklı bozguncu ve kışkırtıcılar, okuru olmayan paçavralar, trilyonluk tesislerinde her gün açlık, kıtlık, yokluk edebiyâtı yaparak terör ve anarşi kışkırtıcılığı yapan, üreten o habis zihniyetin (obeziteleri her gün Kuşadası sâhilinde ve gavur müziği eşliğinde 80-100 kişilik guruplar hâlinde sürekli açlık egzersizliği yapıyorlar.) kişi ve kurumları, siyâsî ve ideolojik olarak devletine karşı silâhlı bir savaş içinde olup binlerce insanımızın şehit ve gâzi olmasına sebep oluyor ve ekonomisine zarar veriyorsa, öylesi bir yapıya dolaylı ve direk olarak yardım ve yataklık yapanlar da düşman ve hâindirler…
Ayrıca şu an bunlardan binlercesi devlet-millet düşmanlığından, vatan hâinliğinden yargılanıp cezâ almışlardır. Yurt dışına kaçanlar dâhil… Bütün bunlara rağmen, onca anarşistlere mezhebî bir ideoloji ile PKK ve DHKP-C adındaki devlet-millet düşmanlarına dolaylı olarak kol-kanat geren yapılara giden “Bu değirmenin suyunun nereden geldiği” sorulmazsa, elbette daha çok ormanlarımız yanar ve insanlarımız katledilir. Özellikle hiçbir etki gücü kalmamış olan, zaman aşımına uğrayan, günün şartlarına uymayan ve caydırıcı şekli, özelliği bulunmayan mevcut yasalar ile ve “tutuksuz olarak yargılanma” diyerek TUT-SAL zihniyetiyle 30-40 sâbıkası olan bir sürü haydutlar sere serpe sokaklarda gezdikçe ve “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim!” diyen devlet adamının cezâsına eş bir tecziye uygulanmadığı sürece bu anarşi ve terör olayları böylece sürer gider... Aslında bu işler öylesine sulandırılmış ve cür’et kazanmış ki, ferdî dilenci ve gaspçılar bile organize çalışır hâle gelmiş ve bizdeki habisler yetmezmiş gibi şimdi de Sûriye’den gelen bir sürü çapulcular aynı işi (!) daha sistemli ve bilinçli bir şekilde burada yapan iblisler türemiş… İşte caydırıcı değil, özendirici müeyyideler sonucu sıradan çapulcuları ve dilencileri geçin, pek çok iş güç sâhiplerinin ve uyuşturucu baronlarının bile iştâhını kabarttığı için bir takım adamlar (!) fabrikasında, apartmanında daha büyük pis işler kotarıyor ve buna bâzı devlet memurları da katılıyor… O yüzden sırtında 50 kiloluk yükle Mehmetçiğe kenevir kökletmekle bu işlerin sonu gelmez ve gelmiyor… Asıl onları ekenlere kökletip arâziyi hazineye kaydetmek ve bu haytalığı yapan soysuzların tüm emlâkına da el koymakla mümkündür. Artık mücrimleri klâsik cezâ evlerinde beslemek yerine onları, eşek adası veyâ ıssız ada gibi yerlerde yıllarca çalıştırarak bedelini ödetmek gerekir. Bu açıdan gelişen şartlara göre yeni sistemler ve usuller ihdas etmenin zamânı gelmiş-geçmektedir. Habis bir ur gibi gittikçe yayılan ve millî bir felâket hâline gelen bu asalakların tez elden çâresini bulmak gerekmektedir. Yoksa altı yüz milletvekilinin orada bulunmalarının bir sebebi ve hikmeti de bu rezâletlere mutlak bir çâre ve çözüm yolları bulmaları olmalıdır.
|