YKY ?E?ME Ali Erdal Sayı:
46 - Ekim / Aralık 2004
Toprak, susuzluktan çatlak dudaklara dönmüş... Kendisine ümit bağlayanlara karşı mahcup, dudaklarını ısırıyor... Otlar, ince ve sarı boyunlarını bükmüş...
Yapraklar ve çiçekler, hep ötelere bakan güzel gözlerini yere indirmiş... Çeşme, gözlerine mil çekilmiş bir devletli ıstırabı içinde... Etrafına su gibi aziz bir nimeti sunamamanın azabı ile kalın iki demir boru haline gelen gözleriyle, için için ağlıyor...
Havada yağmur öncesinin bunaltıcı sıcaklığı... Ve güneş, herkesi kamçılayarak gölgeye koşturuyor... Bütün bunlara rağmen, bir adam, çeşmenin karşısına dikilmiş (Sahibülhayrat) yazısına bakıyor ve ağlıyor... Adam çeşmenin iki yanındaki taş sekilerden birine oturdu. Dirsekleri dizinde, elleri yüzünde, çeşmeye nisbet yapar gibi, iki gözü iki çeşme!
Güneş, dağların ardına sarkarken bile, ateşten kamçılarını yeryüzünden çekmiyor. Susuzluktan ve sıcaktan kavrulan tabiatı ancak beklenen rahmet kurtarabilir. Belki de bu rahmetin şuuruna erilmesi bekleniyor.
İşinden dönen bir köylü, terden sırılsıklam, yokuşu tırmanıyor. Bu havada yakındaki ağacın gölgesine sığınmayıp da güneşin alnında çeşmenin taşına oturmuş adama hayretle bakarak yaklaşıyor. Hayvanlarını ağca bağladıktan sonra, etrafla alâkasız yabancıya:
–Hoş geldin yabancı! Yabancı başını kaldırdı, sesin geldiği yöne dalgın cevap verdi: –Hoş bulduk!.. Köylü bu seste, insanı serinleten bir yakınlık buldu ve yaklaşıp kim olduğunu sorduktan sonra: –Sormak ayıp olmasın ama bey, niçin ağlıyorsun? Söyle, belki yarana merhem olurum?.. Yabancı mendilli eliyle çeşmeyi işaret etti. Köylü gözlerini silen yabancıya şaşkınlıkla: –Koruyan bizim çeşmemiz... Susuz kalan biziz... Yanan bizim toprağımız ve bizim ürünümüz... Ağlamak lâzımsa, bırak biz ağlayalım... Sen niye? Elindeki mendili didikleyen yabancı, bir gurbet türküsü gibi hüzünlü: –Benim memleketim, şu dağların ardında... Güneşi yutan dağlara dalgın baktı. Köylü de sanki görüverecekmiş gibi bakışlarını aynı istikamete çevirdi. Yabancı buzlu bir şerbet ikram eder gibi konuşuyor: –Bu çeşmenin aynısı, bizim memlekette de var... Tıpkısı!.. Tamamen... Hayrat sahipleri ayrı sadece... Yazısı, yapısı; hattâ iki çeşmenin kaderleri bile bir... Geçen yıl, sizin çeşme tamir edilmişti, İzine gittiğimde gördüm, bizimki de tamir edilmiş... –Sizin çeşmenin de suyunun kesilmiş olabileceği için mi ağlıyorsun?.. –Hayır!.. –Eee?.. –Yabancı göğüs geçirdi: –Anadolu'nun her noktası, birbiri ile bu derece rabıtalı... Ama biz bunun farkında değiliz. Bunu bilmeyince, bunun ne yüce bir nimet ve ne üstün bir güç olduğunun da farkında değiliz. Böyle giderse, varacak gibi de değiliz. Maddî ve manevî susuzluğumuz bunun için her an artıyor. Niye halimizin ve enerjimizin farkında değiliz?.. İşte bunun için... Köylü, yeni tanıdığı yabancının yanına, çeşmenin diğer taşına oturdu. Koyulaşan sohbet... Ve ikisinin de iki gözü iki çeşme şimdi... (Anadolu Deyince'den)
|