Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     613 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Postacının Karısı
Ayşe Yaz

  Sayı: 117 -

Boğucu sıcak hava; ovaya yayılıp tarlalardaki ekinleri sarartırken taş avludan yayılan serinlik ikinci kattaki pencereden içeriye hucum etti. Anlaşılan annem kuyudan kova kova su çekip yine taşlığa boca ediyordu.

Birazdan beni söğüdün gölgesine inmeye ikna etmeye gelecek, her zamanki gibi ben “olmazlanacağım” ama annem vazgeçmeyecek, tahta merdivenlerden inerken koluma girip yardım edecekti. Kesin bugünde avludaki sedirde yastıkların arasında yerimi alacaktım.

Ben Zahireci Nazif Efendi’nin güzeller güzeli Maşukası; sarı kızı.... Her geçen gün biraz daha solmakta olan… Nasıl kurtulurum bu dertten, kim bilir?  Vilâyette hükümet tabibine göre; “Güneş görmeli, iyi beslenmeli, moralim düzgün olmalı.”

Buralar küçük yerler; acınızı derinden sevincinizi coşkuyla paylaşan insanlar olduğu gibi dedikodunuzu da kazına kazına yapanların diyarı...

“Helimelerin oğlan istiyesiymiş, kızın da gönlü var dediydiler o vakitler ondandır.”

“Yok be kızın gözü okumadaydı. Cahit Hoca öğretmen okuluna yollayalım Eskişehir’e diye çok söylemiş de Nazif Efendi razı gelmemiş ondandır diyorlar.”

“Abe Şirinoğullarının günahı dee Sivri Kaya boyunca,  onca mal ne ile oldu. Kimlerin kimlerin yenmiş hakkı var zavallı masumdan çıkıyor işte.”

Arada bir insafa gelip “Ayıptır dedikodu etmek” diyen bir iki kasabalı dışında herkesin hastalığım hakkında bir senaryosu vardı.

O gün de Sinavuçgilin Neriman elinde bir bakraç pekmezle ziyaretime geldi. “Maşukaya şifa olsun” diyerek taşlığa bıraktı. Annemin hergün yastıkları dizdiği sedire iri kalçalarıyla yerleşti. Başladı mahallenin haftalık havadislerine. Dozu her kaçırdığında annemin “Neriman” diyen kısık sesiyle azıcık da olsa kendine geldiyse de tam gaz devam etti bültene.

Günün en ilginç havadisi; Kaşıkcıgilin evine taşınan postane müdürü ve onun karısıydı. “Günahı boynuna adamı sürmüşler. Karısı da pek nazenin bir şey onca eşya eve girmiş de hiç birinin ucundan tutmamış. Zaten müdür Şuayip Bey her işi parayla tutuğu ırgat karılara yaptırmış. İki aydır da Topalın Aysel haftanın iki günü ev temizliğine gidermiş.”

Annem garibim meraktan mı yoksa Sinavuçgilin Neriman’ın anlattıklarına ilgisiz görünmek istemediğinden midir bilinmez “Eee... ne iş yaparki evde bu karı?” dediği andan itibaren anlatılanlar ilgimi çekti.

“Ayol ne iş yapacak uyur uyanır gündüz kendine gece de Şuayip Efendi’ye sazendelik eder herhal! Elinde adı ud mudur dut mudur bir saz sabah akşam çalar mahallede sesi sokakları tutuyor diyorlar.”

O günden sonra aklımda tek bir şey vardı, Nerima’nın adına yakıştırma yaptığı ud ve postane müdürünün ud çalan karısı.

Gel zaman git zaman kasabanın ileri gelen hanımları postane müdürünün karısını ziyarete gitmeye karar verdiler. Tabiî annemsiz olmazdı. Ne de olsa annem kasabanın varsıllarından Nazif Efendi’nin karısıydı.

Aylardır taşlıktan öteye adım atmayan ben, tutturdum annemle misafirliğe gideceğim diye. Kasaba dediğin; yürüsen başından sonuna on dakika. Ama benim yürümem olmaz. Hemen faytoncu Şeref çağrıldı. Faytona ana kız kurulduk. Yeni Hamam sokaktaki Kaşıkcıgilin kiralık eve vardık.

Aman efendim kimler kimler yoktu! Belediye reisinin hanımı Hamarat Kerime’den, Mal müdürünün karısı Cangıldak Hilmiye’ye, kuyumcu paşaların Sezen Hanımdan, Akcaların Kuru Kezban’a, Onbaşının Şişik Nurdane’ye kadar. Hani bir tek kaymakam karısı yoktu. Onun da sebebi hikmeti, bizim kasabaya o güne kadar gelen kaymakamların bekâr oluşuydu.

Üç çepheli odanın pencere önlerindeki sedirlere yayılan hanımlar Topalın Aysel’in getirdiği gül şerbetiyle mahlepli kurabiyelerini yerken Postane müdürünün karısını ahret sualinden geçirmekten de geri kalmadılar.

Aliye Hanım; adı buydu. Aslen Balıkesirliymiş. Ailesi yirmidokuzdaki mübadelede karşı kıyıdan göçenlerden. Anneden öksüz, üvey anası baba evini malımsayınca çocuğu olmayan halası onu yanına alıp büyütmüş. Ud çalmayı ise; musiki muallimi olan eniştesinden öğrenmiş.

Hayatında sazla, teften öte müzik âletini ilk mektep bebelerinin boyalı kitaplarından başka yerde görmemiş kadınlar; isteklerini kırmayan Aliye Hanım’ın karşı odadan alıp geldiği müzik âletine merakla baktılar. Kıvrılan dudaklarda küçümseme, sağdan sola çevrilen başlarda aldırmazlık, kara gözlerde kıskançlık gören; benimse, içimde bir şeyler kıpırdandı. Hakkında ileride çok şey öğreneceğim uda muhabbetle baktım.

Ud; annemin “gebeş karıların karnı gibi” diye tarif edeceği teknesinin üzerinden geçen telleri uzun olmayan sapın kıvrılan ucunda tutan mandallardan oluşuyordu.

 Aliye Hanım eline aldığı tavuk tüyünden mızrabı tellere vururken, diğer elinin parmaklarını sapın üzerinde oradan oraya gezdirdikce içeriye dalga dalga musiki yayıldı. Udun nağmelerine eşlik eden güzel sesiyle icra ettiği parçalarda ise, kasabanın hanımları; İnce fikirliliğinden, gamzede deva bulamadığı, o yüzden akşam olunca hüzünlendiği ama kimseye şikâyet etmediği ve her kapı çaldıkca o mudur diyerek Şuayip Beyi nasıl beklediği kanaatine vardılar.

Ayrılırken usulca sokuldum. “Çok güzel çalıp söylüyorsunuz. Benim sesim de çok güzel. Yani öyle diyorlar keşke ben de sizin gibi saz çalabilsem” dedim. Yüzüne hafiften bir tebessüm yayıldı. Çakır gözlerinde ışık yanıp söndü. Eğilip usulca kulağıma” Annengil izin verirlerse ben sana ud çalmayı öğretirim” dedi.

Akşam sofrada anam Nazif Efendiye uzun uzun postane müdürünün karısından ve söylediği türküler üzerine kafasından geçenleri anlattı. Nazif Efendi ilgisiz; kâh önündeki taze fasulyeye, kâh bulgur pilavına, arada da ayran tasına kaşık sallıyordu. Ta kii tatlı niyetine pekmezli pelezeyi ağzına aldığı vakit; “Aliye Hanım bana ud çalmayı öğretecek” deyiverdim.

O akşam anamın Nazif Efendi’nin boğazına duran Pelezeyi sırtına vura vura yutturması nasıl zor olduysa, bana da İzmirlerden ud getirtmek o kadar zor oldu. Çoğunluk ben Şeref’in faytonuna binip Kaşıkcıgilin eve gitsem de ara ara Aliye Hanım da bize geldi.

Yaz kışa devrolup bir sonraki baharda mızraplıktaki vuruşlarım, sapta gezinen parmaklarım en nadide parçaları dahi çalar hale gelmişti. O bahar beni muayene eden hükümet tabibi, babama hastalığı silmiş olduğumu müjdeledi.

Artık yarım kalan tahsilime devam edebilirdim. Yaşım her ne kadar iki yaş büyük olsa da Cahit Hoca’nın gayretleriyle girdiğim öğretmen okulu imtihanını verince leyliye kabul edildim.

Ara tatilde geldiğimde kasabada Aliye Hanımı bulamadım. Annem, halasını ziyarete gittiğini söylediyse de bayram tatilinde de yoktu.

İki sömestir boyunca görüşmediğim Aliye Hanım’ı yaz tatilinde karşımda görünce çok sevindim. Ben ona heyecanla okulda geçirdiğim o uzun yılı anlatırken o beni pek de dinlemiyor gibiydi. İnce yüzü solmuş, çakır gözleri kuytuya kaçmıştı. Tebessümüyle beliriveren gamzelerini boşuna arıyordum. Beraber icra ettiğimiz neşeli parçaların yerini “Olmaz ilaç sine-i sad pareme, çare bulunmaz derdime” nevinden eserler almıştı.

Gelip giden Sinavuçgilin Neriman’dan duyduklarımsa içimi yaktı. Aliye Hanımın bebesi olmazmış Şuayip Bey bunu önceleri dert edinmemiş ama son zamanlar da etrafın baskısı da dayanılmaz olmuş. Adı kısır karıya çıkan Aliye Hanım kocasına “Beni boşa yeni bir hanım al” diye yalvarasıymış.  Nerima’nın dediğine bakılırsa Yalıyarlı Rasim de bacısını verimkârmış hani. Şuayip Bey hiç yanaşmamış. O, ince ruhlu, sanatkâr kadını incitmekten korkarmış. Başkası olsa alimallah koşa koşa gidermiş.

Dedikodu kazanının kaynar olduğu yazın ortalarında günün akşama kavuşmaya hazırlandığı bir ikindi vakti, yük katarı hayırsız kayasını döndüğünde bütün kasabayı tutan acı bir düdük öttü. Kavak ağaçlarındaki kuşlar havalanırken, yüreğimin başına da onulmaz bir ağırlık gelip oturdu.

İstasyondakilerden daha sonraları dinlediklerime bakılırsa Aliye Hanım katarın onca düdüğüne hiç kıpırdamadan rayların üzerinde öylece dikilmiş. Canına kıymakta kararlıymış. Makinistin yapacak hiç bir şeyi yokmuş.

Zaman ne arsız şey hızla akıp gidiyor. Sürgün Şuayip Bey kasabadan ayrıldı. Bir zaman ortalıkta dedikodu nevinden rivayetler dolaştı. Rasim’in bacısını almış diye ama sonraları unutuldu gitti.

 Kasabaya en son gelen kaymakam da şeytanın bacağını kırdı. Muallim mektebini bitiren Sarı Maşuka’yla evlenip kasabalıya damat oldu.

    Şimdi nerde bir tren  düdüğü duysam  köhne bir istasyonda yüreği kırık, yorgun bir göçmen kuşun çakır gözlerinin üzerine çöken buhar dumanı, sessizce notalara dönüşür içimde ve tellere vuran mızrabımdan dökülür; “Niye uydun eller sözüne...”


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Yağmur (Gazzenin çocuklar... - Sayı 119
Postacının Karısı... - Sayı 117
Kafasında Duman Tüten Ada... - Sayı 116
Zanaatkâr... - Sayı 115
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


ACI-YORUM nedir?
Bugün toplumumuzda, özellikle düşünce alanında aksayan yönler ve anlamsızlıklar var.
ACIYORUM, bu aksaklıkları ve anlamsızlıkları, sadece fikirle en can alıcı yerinden, en vurucu sözlerle, yanlışlıkların mantıksızlıklarını yakalamayı usul bilerek, en doğru yargıları, hiç itiraza yer vermeyecek şekilde ifade etmeyi ve daha sonra düzeltmeyi yapacak olanlar için fikri çözüm yolları açmak düşüncesinin ifadeye dökülmüş şeklidir.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14593213
 Bugün : 3754
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631093
 Bugün : 739
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim