Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 34 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     614 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Kafasında Duman Tüten Adam
Ayşe Yaz

  Sayı: 116 -

“Yaş kaç delikanlı.”

“Beş.”

Çocuk güneşin alev oklarının delip geçtiği sarı kirpiklerini kısarak adama baktı. Fötr şapkanın gölgelediği yuvarlak suratın ortasında parlayan gözlükleri tutan iri bir burun, dikkatini çekti. Siyah gür bıyıkların çevrelediği dudakların aralanmasıyla görülen beyaz dişlere şaşırarak baktı. Etrafında kimsenin dişi bu kadar beyaz değildi hele nenesinin ağzındakiler…

“Adı nedir bu delikanlının Çavuş?”

“Murat’tır Abidin Beyim. Büyük kızımdan torunumdur. Dünya muradımdır.” Adam Çavuşun sırtını sıvazladıktan sonra çocuğun sarı kafasını okşadı.

“Biliriz biliriz Çavuş dünya muradın nedir biliriz.”

Duyduğu söz Çavuşun hoşuna gitmedi. Sıcak bir ter sırtından beline doğru aktı. Eli, dört ucunu bağlayıp ıslakken kafasına geçirdiği mendile gitti. Adam çocuğa döndü;

“Bu sıcakta yanmaz mısın?”

“Yok yanmam. Güneş yakmaz. Güneş ısıtır. Hem dedem ağaç dalı kesmiştir, gölgelik ederim.”

Abidin Bey, çocuğun arkasına doğru saklarcasına tutuğu minik yapraklı zeytin dalını o zaman gördü. Güler yüzlü ve konuşkan biri değildi ama bugün ne çok konuşası vardı.

“Akıllı adamdır senin deden.”

“Hee… Öyledir. Öyle olmasa çavuş olur mu ırgat başına.”

Abidin Bey’in yüzüne yayılan tebessüm beyaz dişlerini biraz daha ortaya çıkardı.

“Çavuş, senin bu torunda iş var.”

“Hee... İnşallah Beyim”

Adam gözünün önünde uzayıp giden tütün tarlasına, ilerisindeki derme çatma kulübelerin önünde tütün dizen kalabalığa baktıktan sonra Çavuşa döndü.

“Çavuş, lafa daldık hele söyle kaç gün daha çalışır bu ırgat?”

“Üç sabahı neyim vardır Beyim. Tütün nemli hava ister, gün yükselince kırılmaz bilirsin.”

“Bilirim bilirim. Hadi eyvallah…”

Abidin Beyin arabası gök gürültüsünü andıran egzozuyla, toprak yolu toza dumana boğarak ardında sarı bir toz bulutu bırakırken Çavuş söyleniyordu;

“Eee… Abidin Beyim, benim derdim on bir kızsa, senin derdin kuruyan soy. Malın çok emme, elde yok bir evlat. Vallah bu dert adamı kavurur.”

Sarı toz, toprak üzerinde havalandığı günden beri ne hikmetse hiç yerine oturmadı. Soğuk bir şubat günü, ağaçlar çıplak, bahçeler tarumar, dağlar bembeyazken, tütün tarlalarının üzerinde hem ses hem de sarsıntı ile ölümün borazanı çalmaya başladı. Tek tek kırılan tütün yaprakları gibi birbirinin üzerine binen binalar, eğilmiş bükülmüş sokaklar, tozu ciğerlerinden dışarıya püskürterek üflüyordu.

Eli yüzü toza bulanmış bir adam, kaçıncıya toz yığınlarının arasına daldığını bilmiyordu. Elindeki matkap destelenmiş tütün yapraklarını dizen iğne gibi, geçiyordu katlar arasından. Bazen iğne ucu sert bir damara takılınca demir kesme makasları devreye giriyordu. Sonra bilmem kaçıncı yaprağın altındaki cana ulaşmak için tekrar başlıyordu hengâme.

Tuzla buz olmuş yapının etrafa dağılmış beton ve cam parçalarının arasında sürünerek ilerlerken, iniltili sesler kulaklarını değil hücrelerini dolduruyordu. Karanlığın içinde kaskından yansıyan zayıf ışıkta yıkanan yığıntıların içinde atan bir kalple arasındaki son engeli; modern dünyanın rahatlık harikası uyku mekânını tütün yaprağını oyar gibi itinayla oydu. Sonra;

“Aşağıya sarkıtmak için bir lamba yollayın” diye seslendi geriye. Yılan gibi siyah bir kablonun uçunda tel örgüde hapsedilmiş bir lamba karanlık dehlizde ardında hayaletler bırakarak ilerledi. Ta ki aşağıda içine sarkıtıldığı kuyunun dibini güneş gibi aydınlatana denk… Kuyunun dibinde beş bilemedin altı yaşında bir oğlan mışıl mışıl uyumakta Yusuf misali. Sanki dışarıda kıyamet kopmamış da o ana kucağının huzurunda... Arkasındaki askere dönüyor;

“Ayaklarımdan sıkı tut aşağı sarkacağım.”

Canını dişine takarak biraz daha aşağıya sarkıyor adam. İnsanoğlu tez canlı, sabırsız, olacak hemen olsun istiyor. Uyuyan yavruya usulca dokunuyor.

Çocuk, gözlerine hücum eden acı ışıkta önce hiçbir şey göremiyor. Zorlukla açtığı kirpiklerinin önünde gördüğü yüzden ürküyor. Dehlizin içinde küçük bir çığlık yankılanıyor. Sonra hafifliyor korkular…

Adam yüzünü kaplayan tebessümle soruyor; “Merhaba delikanlı benim adım Murat senin adın ne?”

Fısıldıyor çocuk. “Abidin.”

“Tamam, Abidin korkma seni buradan çıkaracağız.”

“Korkmuyorum ki.”

“Aferin sana, kocaman adamsın sen. Üşüdün mü?”

“Yok, abi hiç üşümedim. İnsan anasının kucağında üşür mü?”

O vakit fark ediyor adam, çocuğun ardındaki karaltıyı. Devrilen dolaptan çocuğu koruyan engeli… Açık ağzında kırılmış dişlerinden sızan kanın yapıştırdığı bir tutam saçın gölgelediği esmer yüz, dolabın ardında kalmış bedeniyle hayal gibi duruyor. Oysa daha dün kanıyla canıyla gerçek değil miydi? 

Dışarıda dondurucu bir rüzgâr her yanı dövüyor. Şükür nidaları gözyaşına karışırken adamın kucağından başka kucaklara kayarak sıhhiyelere teslim ediliyor Abidin. Adam alnındaki teri siliyor. Pınarları kaynayan gözlerinden yaş sızarken gökyüzüne bakıyor. Yüreğinde iyiliği çoğaltmanın huzurunun önüne bir karaltı düştüğünü o sırada hissediyor.

Beli bükülmüş yaşlı bir amca ellerine sarılıyor. Zamanın eleği duvara asılmış olsa da çatallaşmış hırıltıda geçmişin tanıdık sesi adamın kulaklarını dolduruyor.

“O benim torunum… Torunum…”

Kederden sapsarı kesilmiş, avurtları çökmüş, gözden akan acı suyla yıkanmış yüzün sahibi; “Allah razı olsun. Sağ ol, sağ ol” derken Adam şaşkın. Yıllar öncesinin beyaz dişlerini çevreleyen dudaklar öpüyor ellerini.

Sonra biri; “Yol açın Abidin Bey torununu görsün” diyor.

Beyaza bürünen enkazın kıyısında ölümle hakikatin insanla yüzleşmesinde, buralara tütün ekildiği vakitlere kayıyor aklı. Para hırsının insan canının önüne geçtiği zamanlarda dünün beyleri toprağa tütün diktikleri vakitler kadar düşünmemiş olsalar gerekti evlerini. Zamanın sahibi yaratandı ama onu insanlar donatıyordu. Şimdi ne yatıştırırdı ruhlardaki sızıyı, ne dindirirdi bedenlerin acısını? 

Usulca baretini başından çıkarıyor. Sarı saçları rüzgârda dağılıyor. Herkesin garip bakışlarıyla irkiliyor. “Ne var?” dercesine gözünü diktiği eli yüzü kire bulanmış madenci; “kafanızdan dumanlar çıkıyor Mühendis Beyim” diyor. O zaman anlıyor içeride ter içinde kaldığını. Ama üşümüyor. Güneşte yanmadığı gibi ayazda da üşümüyor...


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Sivil itaatsizlik... - Sayı 124
Yağmur (Gazzenin çocuklar... - Sayı 119
Postacının Karısı... - Sayı 117
Kafasında Duman Tüten Ada... - Sayı 116
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (126):
Vekâlet Savaşları...

Son Eklenen Yorumlardan
 test"... test

 Elinize sağlık.Okuyup anlayanı, ibret alanı çok olsun, inşallah.Çok selâm ve hürmetlerimle...Sağlık ... Naci Eroğlu

 Elinize sağlık. Okuyup anlayanı çok olsun inşallah.Allah, milletimizi bu ve benzeri belalardan ebed... Naci Eroğlu

 Gülizar annenin mekanı cennet olsun inşaallah. Ufukta kavuşmak ta var. Metanet ve sabır dilerim. Ka... AYHAN ASLAN

 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun


Sanatımızın, özellikle şiirimizin şu andaki seviyesini güneş ışığının yokluğuna mı, yoksa ondan gelen ışığın yansımasını engelleyip, bizi suni bir güneş tutulmasıyla karşı karşıya bırakanlara mı bağlamalı?..
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Temmuzda yaşamak zemheriyi
Çocuk, sevginin ürünü...
Filistindeki çocuklar
Çocuk olmak
CHP’nin bu millete yaptığı zulümler Cell
CHP’nin bu millete yaptığı zulümler Cell
Bin Karınca Duası


Ali Erdal - Büyük depremin öncül...
Ali Erdal - Yolculuk
Kadir Bayrak - Çocuk toprak gibidir
Necip Fazıl Kısakürek - Necip Fazıl’dan çocu...
Ekrem Yılmaz - İçimizdeki çocuk ölm...
Ekrem Yılmaz - Çocuk
Ekrem Yılmaz - Sınırlar ötesinde
Dergi Editörü - Annesi gül koklasa a...
Site Editörü - Çocuklar bizim gelec...
Necdet Uçak - Ahlâk bozuldu
Necdet Uçak - Ali ile Barbaros
Kardelen Dergisi - Kardelen’den haberle...
Kardelen Dergisi - Hâlâ ve her şeye rağ...
M. Nihat Malkoç - Filistindeki çocukla...
M. Nihat Malkoç - Çocuk olmak
Hızır İrfan Önder - Gurbetin ocağı harlı...
Zaimoğlu - Vasıtasız erdirici
Halit Özdüzen - Yozlaşan toplumlar
Mehmet Balcı - Yardımseverlik
Mehmet Balcı - Sitem
Ahmet Çelebi - Anladım
Kubilay Ertekin - Senirkent Faciası ha...
Halis Arlıoğlu - CHP’nin bu millete y...
Ahmet Değirmenci - Yangından artakalan
Ahmet Değirmenci - Özür
Ahmet Değirmenci - Otuz yıl
Murat Yaramaz - Özür
Murat Yaramaz - Kirli
Gözlemci - Hadiselere bakış
Cahit Ay - Muhasebe
Cahit Ay - Anlaşma teklifi
Cemal Karsavan - Ve çamaşır ipinde sa...
Heybet Akdoğan - Sekülerizm ve İslâm
Osman Akçay - Çocuklar oynasın
Bekir Oğuzbaşaran - Nev gazel
Yaşar Akyay - Çocuk, sevginin ürün...
İbrahim Durmaz - Çocuk ve kuş
İbrahim Durmaz - Çocuğum
Saltuk Buğra Bıçak - Temmuzda yaşamak zem...
Mustafa Kozlu - Gül kokusu
Esra Çakan - Zaman diriyken kıyme...
Uğur Utkan - Satuk Buğra Han efsa...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 15898395
 Bugün : 1319
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 669395
 Bugün : 21
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 121
 125. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 3
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 1
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim