Çınarın gölgesinde oynanan dram Hüma Sunguroğlu Sayı:
119 -
“Türk içki içmez bundan dolayı da kötülük yapmaz” demişti bir Batılı. Esasında burada Türk’ten kasıt Müslümanlardı. O zamanın Avrupalısı kim “ben Müslümanım” dese; “o zaman sen Türk’sün” derlerdi, gerçi hâlâ öyle.
1400 yıl önce de sevgili Peygamberimiz bu kutlu kavim için övgülerde bulunmuştu, İslâm’ın kılıcı olacağını buyurmuştu. Ve sonra kut verildi bu kavme; kılıçlar bilendi, yaylar gerildi, temrenler değiştirildi, atlar kaşağılandı. Artık cenge hazırlardı, helâlleştiler, “ölürsek şehit, dönersek gazi” dediler. Vira bismillah yola koyuldular. İşte o mukaddes dâvâ bu şekilde başladı, kut birinden birine, dâvâ anlayışları bir miras gibi diğerinden ötekine geçti.
Kılıç şıkırtıları, at kişnemeleri, birbirine karışan soluk sesleri, Anadolu’nun kapıları, Söğüt, Bursa, Edirne, İstanbul, Balkanlar, Doğu, Avrupa, Kızılelma…
Yeşeren Çınar’ın içine kurtlar düşmüş kemirmeye çoktan başlamışlar. Gölgesi tüm dünyayı serinleten, dalının biri Doğu’ya diğeri Batı’ya uzanan, kökü Anadolu’da olan bu kadim Çınar günden güne daha da yaşlanmış ve hastalanmıştı. Ne içindeki kurtları tam mânâsıyla temizleyebiliyor ne de onu hasta görmeye başlayan avcılara eskisi gibi engel olabiliyordu.
Bir gün ellerinde balta, smokin giyinimli, karnı bir hayli geniş “bir sürü hergele” geldi. Yüzlerinde zafer anıtı timsali gülümseyiş ve ardından balta sesleri. Kendilerince Çınar’ı kesmişlerdi. İç çekişmeler bir yandan dış mihraklar bir yandan, savaş, kan, ter, toprak kaybı derken 783.562 km²’ye sığdırılmıştı at üstünden inmeyen, şehadet dışında gözü bir şey görmeyen kutlu Akıncılar. Sonra ne olduysa sınırlarımız dışından içeriye bu kutlu topraklara kokuşmuş, iğrenç bir sıvı girdi. Kasalar halinde indirildi limanlardan, gizlice belki de bir gece yarısı. Yavaş yavaş meyhanelerin sayısı arttı, bazı mahalle bakkallarında boy gösterdi şişeler. Mahalle muhtarları yanına gelen misafirlere birer kadeh ikram etti. Doğru düzgün ayık gezmeyen muhtar ağzını yayarak konuştu mahalleliyle:
“Alın bunlardan bedâvâ, bir ücreti yok. İçin, için de kendinize gelin!” Müslüman halk karşı çıktı, ne diyordu muhtar lakin bu topraklar üzerinde bunlar çoktan yayılmıştı. Evlerin iki metre ötesinden geniz yakan rakı kokuları, mendeburların mide bulandırıcı kahkahaları, ortaya konulmuş bir bahis ve kart sesleri…
Haramdır denilerek ne kadar uzak kalınmış şeytan oyunu varsa artık hepsi sanki helâlmişçesine oynanıyor geceler bitiyor günler doğuyordu. Kafayı bulan hergele sürüsü yolda ne kadar kadın, kız varsa gördüğüne sarkıyor kâh sopasını alan dayağı geçiriyor kâh milletin ırzına geçiyordu. Esasında geniş işkembeli adam istediğini almış Şeytanla altüst ettiği milletin kahvesini yudumluyordu. Tüm habisliklerin temelleri atılmış, ilk domino taşı da devrilmişti. Bundan sonrası kendi kendine gelecekti, kanı bozulmalıydı bu milletin, kim olduğunu hatırlamamalı sürekli boş meşguliyetlerle uğraşmalıydı. Anası babası bilinmeyen bir nesil türemeliydi, ezanlar susmalı, hocalar darağacına gitmeliydi. Hepsi yazılmış, çizilmiş, plânlanmış bir bir devreye giriyordu. Sadece bunlar yetmemeliydi, halk bu devletten ölesiye korkmalıydı, korkusundan neyi var neyi yok vermeliydi.
-Millet dedikleri dilde bir kafiye yeter artık her şeyimizi aldın zaptiye!-
Diye bir mani dolandı dillerde. Halkı günden güne sefilleşiyordu ama bu yeter mi? Yetmez! Bir insanın elinden temel ihtiyaçlarını almışlardı Müslümanlarınkini de; “ezan” bir hürriyet nidasıydı, göklere yükselen. “Namaz,” her gün beş kere miraca yükseliş sonunda Rab’la selâmlama ve yeryüzüne inme. Evet, her insanın temel ihtiyacı yiyecek-içecek, giyecek, hayatını idame ettirebilecek kazanç ama Müslümanların farklıydı. Bir Müslüman yemeden de yapabilirdi ama namazsız, ezansız… Buruktu yürekler. Devlet ne yapıyor? Devlet! Sanırım bazı acı tarihi hakikatler diyebilmekle yetinebiliyorum.
-Hükümet konağı altın döşeli lider dedikleri zat abus çehreli…-
783.562 km²’nin içerisinde oynanan drama. Nereden nereye sözünün acı halde vücut bulmuş hali. Gün gelir bunların hesabı sorulur diye toprağa umut tohumları ekildi. Müslümanlar ezilse de, ezanları ellerinden alınsa da gizlice evinde, barakada namazını kıldı tekrar miraca yükseldi. Aslında anlatılacak, söylenilecek, yazılacak o kadar çok mazi var ki hangi birini yazabilirsin!
Şu herkesçe iyi bilinmeli ki: “Bizler bu Çınar’ın tohumunu toprağa değil, yüreğimize ektik! Şehit kanlarıyla suladık ve Çınar tekrar yeşerdi, filiz verdi, büyümektedir vesselâm…
|