Ektik ektik yetişecek Dergi Editörü Sayı:
120 -
Kardelen, 120. sayısını 120. doğum yılını idrak ettiğimiz Üstad’a hasretti. Onu bir kere daha ele alma, anlama ve anlatma imkânını bahşeden Allah’a hamd ediyoruz.
Derginiz, 2002 yılının Temmuz/Eylül tarihli 34. ve 2017 yılının Nisan/Haziran tarihli 92. sayılarında da Üstadı konu edinmişti. Demek ki zaman içinde ektikleri yetiştikçe onları hasat etmek gerekiyor.
Üstad, hikâyeden romana, tiyatro eserlerinden konferanslara, tasavvuftan tarihe, ilmihalden ideal devlet öngörüsüne kadar sanatın, düşüncenin hemen bütün şubelerinden eserler verdiği ve bütün bu eserleri bir büyük orkestranın aynı besteyi çalan farklı sazları olduğu halde, cemiyette en çok şairliği ile tanındı. Bugün topluluk önünde yapılan konuşmalarda, siyasî nutuklarda, hele hele sosyal medyada onun bir beyitine, kıtasına, şiirine rastlamamak mümkün değil.
Şairlik bir lütuf, Allahın kuluna bahşettiği bir nimet. Herkes bu şerefe nail olamıyor. Olamayan için de en üstün seviye şairinin kadrini, kıymetini bilmek. Modern çağın üzerimize akıttığı bütün pisliklere, Filistin’de, Doğu Türkistan’da ve pek çok coğrafyada içine düştüğümüz zillete rağmen ayakta durabiliyorsak bunda, sünnetinde, evliliğinde, asker uğurlamasında, cenazesinde okunan Süleyman Çelebi’nin “Mevlid”inin, “Bizim Yunus”un ilahîlerinin bir etkisi olması lâzım.
Lebîd’in “Biliniz ki Allah’tan başka her şey yok olacaktır.” mısraı, mübarek ağızdan dökülürken, hadis gibi şairinin de kıyamete kadar değer göreceği muhakkak biliniyordu. Milletin şairine kıymet vermesi işte bu sebeple sünnettir desek, bilmem haddi aşmış mı oluruz…
“Çile” kaleme alınmasaydı da Üstad, Türk milletinin yetiştirdiği nadir mütefekkirlerden biri olarak tanınırdı. Ama bir şeyler eksik kalırdı.
“Veliler Ordusundan 333”, “Başbuğ Veliler 33” kitaplarını okuma imkânına erişemeyenler “Sonsuzluk Kervanı” şiiriyle, tasavvuf bahçesinin şerbetlerinden kana kana içemeseler de susuzluklarını giderdiler.
“Kafa Kâğıdı”, “O ve Ben”, “Babıâli”yi bilmeyenler, senfoniyi andıran “Çile” şiiriyle onun ruh dünyasına girdiler.
“Zindandan Mehmet’e Mektup”, “Cinnet Mustatili”nin manzum haliydi.
Konferanslarına yetişemeyenler “Sakarya Türküsü”yle tarih tezini öğrendiler.
“Durun Kalabalıklar”, “Muhasebe” şiirleri, “İdeolocya Örgüsü”nden izler taşıyordu.
Ve daha niceleri… Üstadın bütün şiirlerini, hayatı boyunca kaleme aldığı eserlerle irtibatlandırabiliriz. Zira o, bütün dişlileri birbiriyle irtibatlı, en ufak bir parçası bile feda edilemez mükemmel bir sistemin yani İslâmın zamana ve mekâna hâkim kılınması için bir hayat yaşadı ve bunun eserlerini verdi.
İşte “Çile” bu hayatın ürünü olan koca bir kütüphanenin anahtarı oldu. Bugün onun şiirlerini her fırsatta dile getiren milleti, farkında olsa da olmasa da aslında o kütüphanenin kapısını zorluyor, anahtarı kilide yerleştirip kapıyı açmaya çalışıyor. Kapı açılıp eserlerin künhüne varıldığında milletinin bahtı da açılacak.
Bu yazıyı kaleme alırken Kardelen’in 34 ve 92. sayılarını özellikle önüme alıp inceledim. Üstad’ı anlama ve anlatma gayretiyle hazırladığımız 34. sayı bir seviye ama 92. dergimiz onun fevkinde. Öyle zannediyorum ki elinizdeki sayı 119 sayılık külliyatımızın da üstünde olacak. “Allah diyen, gel seni ayağından öpeyim” diyen şairi anmanın bereketi…
120. sayımızı Üstad’a hasretme fikrini ortaya atan ve sayının hazırlanmasına destek veren eski Bahçelievler Belediye Başkanı Muzaffer Doğan’a teşekkür ediyoruz. Bizim irtibat sahibi olmadığımız kalemlere, Muzaffer Bey ulaştı ve onların eserlerini sayıya kazandırdı.
2002 yılında yayınlanan 34. sayımızın sohbetini aşağıdaki cümleyle nihayete erdirmişiz. O günkü heyecanımızın ve samimiyetimizin bugüne de hâkim olması temennisiyle paylaşıyorum. Selâmlar…
“Hani kollarını makas gibi açıp, önünden geçen herkese Allah var diyordun ya, işte biz de açtık kollarımızı, Allah’ı anlatan biri var, gelin bir de onu dinleyin diyoruz, izin verir misin Üstadım…”
|