Zor zamanların cesur sesi Site Editörü Sayı:
120 -
Her dönemin kendine göre zorlukları, kolaylıkları vardır. Bazen savaşlar, bazen salgın hastalıklar dönemi zorlaştırırken, bazen refah dönemleri olur.
Necip Fazıl’ın dünyaya geldiği ve gençliğini yaşadığı yıllar milletimiz hattâ tüm dünya için zorlu bir dönemdi. Doğum yılı 1904. Son bir iki yüzyıldır çıktığı zirveden hızla inmeye başlayan Devlet-i Âli için ömür nimeti tamamlanmak üzere. Devletin dört bir yandan güç kaybettiği, halkın zorluklar yaşadığı yıllar... Gelen yıllarda koca imparatorluk yıkılacak, yeni bir rejimle yeni bir Türk devleti kurulacaktır. Üstad, Cumhuriyet kurulduğunda on dokuz yaşında. Halk bir yandan savaşların getirdiği zorluk ve fakirliğin etkisinde, bir yandan inkılâpları ile gelmiş yeni rejimin sancıları… Yazı değişmiş, alfabe değişmiş, giyim kuşamını bile değiştireceksin denmiş halka. Gerçekten zor bir dönem.
Kurtuluş mücadelesi milletimizin karakterini bir kere daha dünyaya gösteren çok önemli bir savaştı. Sayıları binlerle ifade edilen şehitlerimiz, kahraman gazilerimiz, topyekûn millet olarak bu mücadelede kan döktü, ter döktü. Nihayet bu mücadele kazanıldı ve yeni bir rejim ile milletimiz yeni devletini kurdu. Yeni dönemde rejim kendi devlet yönetim esaslarını tatbik ve kabul ettirmek için sert tedbirler aldı. Bu tedbirlerin önemli kısmı din kurumu üzerinde olduğu için müslüman halkı çok etkiledi. Ancak savaşlardan, fakirlikten bitap düşmüş halk yeni kanunlarla dinî hayatını etkileyen tedbirlere ses çıkarmadı, çıkaramadı. Düşünün, bu ülkede on sekiz yıl ezan Arapça okunamamış. Günümüzde buna nasıl ses çıkarılmaz demek kolay ama her olayı yaşandığı dönem ile değerlendirmek gerek.
Üstad’ın ortaya çıkışının bu dönemde olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Üstad, 18 yıl ezanın okunmamasına güçlü ses çıkartamayan bir toplumda ve böyle bir zamanda fikrî zeminde “ses” çıkaran ve çıkartılabileceğini gösteren bir “adamdır”. İstiklâl mahkemelerinin onlarcasını idama göndermesinin üzerinden henüz birkaç yıl geçmiş bir dönemden bahsediyoruz. Böyle bir dönemin hemen arkasından cesur bir sesin çıkması çok önemlidir. Zaten Üstad bir çok kez hapse girerek bu cesaretinin karşılığını (!) almıştır. Kanaatimce Üstad’ın en önemli özelliği bu cesaretidir.
Cumhuriyet sonrası dönemde Necip Fazıl gibi net ve gür şekilde sesini yükselten başka bir isim var mı emin değilim. Meselâ Mehmet Akif’in şairliğiyle de Üstad’a benzeyen bir yönü vardır ama belki yaşadığı yılların etkisi -Kurtuluş savaşı döneminde büyük gayretleri vardır- belki karakterinin kırılganlığından Üstad gibi karşılık bulamamıştır. İstiklâl marşının şairi olmasaydı ne kadar hatırlayabilirdik Akif’i? Merhum Akif çok daha zor bir dönemde yaşamıştır elbette ve enerjisini yoğunlukla kurtuluş mücadelesine vermiştir. Burada söylediklerimiz bir eleştiri değil, tespit. Üstad ile benzer dönemlerde Nurettin Topçu, sonrasında Cemil Meriç akla gelen isimler. Topçu’nun Hareket dergisinin ilk sayısı 1939’da, Büyük Doğu’nun ise 1943.
Üstad’ın toplumdan karşılık bulmasının en önemli nedenlerinden birinin kuvvetli bir şair olması olduğunu düşünüyorum. Şairliği hitabetini ve toplum üzerindeki etkisini çok artırdı. Derdini, dâvâsını, arayışını, buhranını cümlelere dökmeye çalışan bir dâvâ adamının anlaşılabilir olması hayli zordur. Diğer taraftan bir şair sayfalara sığmayacak cümleleri dört satırda şiire dönüştürebilir:
Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un,
Kustum öz ağzımdan kafatasımı.
Üstadın şiir dili nesirine ve konuşmasına da yansımıştır. Bu yüzden hitabeti çok güçlüdür. Ülke çapında verdiği konferanslar hâlâ konuşulmaktadır.
Üstad ve muasırı aydınların etkileri arasındaki farklar ilgi çekicidir. Gözlemlediğim kadarı ile merhum Nurettin Topçu eser sahibi talebe açısından daha zengin görünüyor. Dergâh dergisi Hareket dergisinin devamı olarak uzun yıllar yayınlandı (artık o da yok) ve ülkenin edebiyat-fikir dünyasında önemli bir yeri vardı. Üstad’dan sonra ise Büyük Doğu’yu devam ettiren veya başka bir isimle benzer bir hareket yapan en azından tüm ülkede etkili bir dergi olmadı.
Ülke politikasına ve siyasete geldiğimizde ise Üstad’ın çok daha etkili olduğunu görüyoruz. O kadar ki, onun gibi etkili ikinci bir isim yok. Siyasette bu etki ne kadar derindir, ayrı bir konu elbette ancak son elli yılda bu etkiyi ve sonuçlarını açıkca görüyoruz.
Hem fikir hem siyasette bu kadar etkili bir isim üzerine birçok araştırma, tez, sempozyum olması beklenir. Yeterli olmadığını söyleyebiliriz ancak son yıllarda belediyelerin gayretleri ile önemli sempozyumlar yapıldığını gördüm ve memnun oldum. Sayımıza hazırlık vesilesi ile bu sempozyumlardaki konuşmaların bir çoğunu dinledim, söylenenlerin ortak noktası şu idi: Üstad sindirilmiş, bastırılmış nesillere kaybettikleri cesareti vermiştir, her şeyi göze alarak ne olursa olsun dâvâsının arkasında durmuştur.
Üstad net bir insandı, kendine ve dâvâsına çok fazla güveniyordu. Bu güvenci ve kendisinden eminliği bazen dışarıdan bencillik olarak algılanabiliyordu. Bir yazar Üstad hakkında şöyle demişti; “kitabında bir tane bile “olabilir” gibi bir kalıp yok. Her cümlesi “Bu böyledir!” şeklindeydi ve aksi mümkün değildir ruhundaydı.”
Üstad onlarca eseri, konferansları, bin türlü çileye rağmen Büyük Doğu’su ve kitapları ile hayatını dâvâsı üzerine harcadı. Allah ondan razı olsun. Çok sevdiği, her şeyin önüne koyduğu Efendimiz’e komşu eylesin. Bizlere de onu doğru şekilde anlamamızı ve eserlerinden faydalanmayı kolaylaştırsın.
|