Hani nerede Muammer Zeki Aygur Sayı:
124 -
 Karşı konulamayan baharın çiçekleri açtı.
Ne durulmaz bir yaraymış, bu bahar yarası.
Sarı buklelerin savrulduğu zamanlar geldi de çattı.
İstikbal vadeden bir iş teklifine ya evet ya da hayır demenin tereddüdü üzerimdeyken,
Buğulu bir sesle üzerime fısıldanan buğu kalktı.
Bir sevda beni koluna takıp götürebilir,
Kubbelerin, revakların, sütunların arasından.
Bir sevda götürebilir beni elbet,
Bir şadırvandan hücrelerin en ücra köşelerine.
Bir sevda tenhalaştırabilir beni.
Kızarmış sözler, terli, kırışık bir alın, sıkılmış bir yumruk.
Kimi ney çalar, kimi tambur, kimi bilmem ne belâ.
Beli bükülmüş kambur, eski yaşlılar nerede?
Pahalı elbiselerini kırıştırmamaya çalışarak oturanlar nerede?
Hani nerede hal hatır soran, ziyan edilmiş isyan?
Bir sevda götürebilir beni elbet.
Yüzümde bir haftalık sakal,
Elimde beyannameler, yüksekçe sesle: “Yarın miting var.”
Resimler, duvarların önünde; gazete ve mecmualarda birikmiş,
Yerlerde çiğnenmiş halı, sigara dumanından hafif sararmış tavan, cemiyette ateşli nutuklar.
Bir sevda yakınlaştırabilir beni elbet.
Sisler arasından beni çağıran birkaç harf: “Elif, Lâm, Mîm.”
Ben mazeretler uydura durayım,
Sen küllenmiş ocağımı eşele.
Alacakaranlıkta, gözlerimin beyazı ile yol bulan çıraklar nerede?
Radyolarda şapkalı harflerden sesler çalıyor.
Arkamda, imha edilen kırpıntılardan bir döşek.
Hani döşümde eritilen kurşun nerede?
Birazdan rüzgârın etekleri dallarıma sürünüp geçecek.
Hani, uğursuz dediğin baykuşun mânâsız telkinleri nerede?
Ruhumdaki alçaklığı düşünürken,
Güvercin kanatları boyundan ya da boynundan büyük işlerde.
Sahi, meleklerden de üstün olabilen Âdem’in sakası nerede?
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden.” demişti ya hani,
Kolonlarını ağır ağır kestiğimiz, kanadı kırık evler nerede?
Deh deyince kalkan bir eşek,
Defalarca rötar yemiş bir binekten kaç kat daha yücedir bilemem.
Hani bizi birbirimize bağlayan çamdan telefon direkleri?
Hani gaz lambaları, talaştan buzlar?
Hani nal sesleri, tozan yollar?
Rahvan atlar, koşumsuz ve doyumsuz bir erekle dört nala şimdi.
Seksen derecelik tütün kolonları,
Saçları jöleli ve briyantinli gençler,
Ellerinde titrek ve donuk kokteyller.
Çıngıraklı kahkahalar eşliğinde bir ses: “Hadi, bize bir şiir oku.”
Başım hafifçe öne eğik ve sağa meyilli.
Sütten ve baldan ırmaklarım da yok benim.
Uğursuz bir zırh ve demirden bir mum eriyor ellerimde.
İğne ucu kadar bir vefa boynumda dolanır.
Vefasızlık bana yakışık kalmaz, yüzümü kırıştıran kaz ayakları nerede?
Aklım beni terk edecek kadar sermayeye sahip değil.
Benim de haddime değil, aklımı kaçırıp inzivaya çekilmek.
Alıkonulan portakal çiçekleri ve dahi kokuları,
Bazı kıytırık faydalar ve küçük tavizler kopararak
Ya da kopardığımı sanarak, bütün ömrümü bu cılız avuntuya yaslıyorum.
Antenli televizyonlar,
Suntadan bir masa,
Dantelli bir örgü,
Sepyadan reklamlar... Hani nerede?
|