HO? DYLEK Ekrem Yılmaz Sayı:
67 - Temmuz / Eylül 2009
Keşke bir yolunu bulup da hep yazabilseydim. Yani "sistemli düşünebilseydim"...
Bu haslet nasıl yakalanabilir, kazanılır; bilemedim bir ömür! Keşke bilebilseydim de muradıma erebilseydim:
Yazmayı, yazar olmayı ta ilkokul çağlarından beri hayal etmişimdir. İlkokul dördüncü sınıftaydım herhalde... Öğretmenimiz, haydi bir hikâye yazın, dedi. Yazdım. Öğretmen sınıfta okumamı istedi. Kaleme aldığım ilk düzenli yazıydı. Öğretmenim çok beğenmiş olacaktı ki, öğrencisinin yazısını yan sınıflardan çağırdığı iki öğretmene de dinletmek istedi ve yazıyı onların huzurunda da tekrar bana okuttu.
Nasıl bir teşvikti insana o yaşta... Çok haz duymuştum. Herhalde ben yazar olabileceğim diye düşünmeden edememiştim.
Yazmak... Bilgi, hayal, muhakeme, yorum, tespit... Neler olmalı insanda ki, yazabilsin!..
Daha sonra, ortaokulda, kompozisyon dersini çok sever, kendimi verir ve iştahla yazardım. Yazdığım denemeleri Türkçe hocam (Ali ERDAL) sınıfta okuturdu. Bu çok keyif veriyordu bana... Bu hal yazma isteğimi daha da kamçılar, artırırdı.
Fakat ilerleyen zamanda, yıllar içinde bu meşguliyetimi meslek haline getiremedim. Yazmaya karşı meylim hep oldu, ama muhtevasında ve sisteminde yarım kaldım. Kendimi geliştiremedim.
Şiir yazmayı da çok istedim. Fakat hiç yanaşamıyordum. Zira hep çekindim: Şiir yazmak çok yükseklerdeymiş meğer. Sonraları bunu kavrayabildim. Çok yükseklerde, Kaf Dağının ardında gibi... Bazen de denediğim oldu. Yazdıklarımın şiir olmadığını düşündüm ve üstelemedim. Şiir yazmak, ayrı bir vergi insana... Liderliğin nasıl bir okulu yoksa, şairliğin de bir okulu yokmuş meğer. Meğer şair olunmaz, şair doğulurmuş.
Ve "Nefes"... Ayrıca "kumaş"... Olmadı mı insanda olmuyormuş. Anladım.
Olsun... Hoş bir dilek olarak kaldı işte...
|