Ayrylyk G?zya?lary Muhammet Ülker Sayı:
61 - Ekim / Aralık 2009
Küçük kız okulun çıkışında duygularını dışa vurup rahatlamak için gözyaşlarını bırakıverdi. Hıçkıra hıçkıra ağlarken, yılların ezikliğini büyük bir boşluğu iliklerine kadar hissetti. Sınıfta arkadaşlarının arasında hattâ mahalle oyunlarında dışlanmışlığını, annesinin üzüntüsünü artık küçük yüreği kaldıramıyordu. Allah'a ya eksikliği doldurmasını veya canını alıp cennetine koymasını dualarında diliyordu.
Küçücük avucu yaşlarla yıkanmış yanakları ıslanmış, dizlerinde derman kalmadığı için okulun duvarına yaslanıp oturup dakikalarca ağladı. Tüm arkadaşları çocukluğun mutluluğunu yaşayadursun, o anne ve babasının yıllar önce verdiği talihsiz kararın bedbahtlığını belki de hayatının sonuna dek çekecekti. Ders zilinin çalması kasvetli düşüncelerini ve bahçede oynayan çocukları dağıtmaya yetti. Hemen toparlanıp yakınındaki muslukta elini yüzünü yıkayıp sınıfa koştu. Öğretmeninin ağladığını anlamaması için elini ve yüzünü güzelce sildi. Zira öğretmeni niçin ağladığını sorduğu zaman cevap veremeyeceği gibi kalbinin yarası daha da kanayacak arkadaşlarının bir kısmı fısıltı ile kendisine acırken bir kısmı da babasız olmasıyla dalga geçecekti. Okulda, mahallede her şeye rağmen dik durmaya hiçbir şeye aldırmamaya çalışıyordu. Tıpkı sele karşı küçük bir çöpün dayanamadığı gibi o da sınıftan ve mahalleden duyduğu dedikodu türünden sözlere dayanamıyordu. Böyle zamanlarda evin bir köşesine yahut okulun tenha bir kısmında sakinleşinceye dek ağlıyor, rahatlamaya çalışıyordu.
Kızcağız acısından yemek yiyemiyor, gittikçe zayıflıyordu. Bedeni, direncinin zayıflığından sık sık hastalıklara yenik düşüyordu. Annesi kaç kez doktora götürse de verilen iştah açıcılar, şuruplar, vitaminler faydadan çok zarar veriyordu. En son çare olarak hocaya götürmüş ama ondandan bir fayda görememişti. Aslında herkes gibi annesi de kızının babasının boşluğundan bu durumlara düştüğünü çok iyi biliyordu. Bu duruma onu sürüklediği için kendisini suçluyor, bazen kendisinden nefret ediyordu.
Beş altı yıl kadar önceydi. Evliliğin ilk yılları geçmiş, romantizmin yerini artık şiddetli geçimsizlik almıştı. Zaten borçların ağır yükü, maddî beklentilerin geçekleşmeyişi sıkıntıları artırmış, yeni doğan kızlarını bile gözleri neredeyse görmez olmuştu. En küçük problemler karşılıklı suçlamalara gitmiş, üste çıkma yarışı işi hakaretlere kadar götürmüştü. Kadının duygusallığı, erkeğin gururu bu tartışmalarla incinmişti. Nihayet işin içine annelerinin ve babalarının girmesi, birbirlerini suçlamasıyla avukatlar tutulmuş boşanma gerçekleşmişti. O dönemde öfkelerin hâkim olunamamış, meselenin çözüldüğünün zannedilmiş anne ve babalar böyle düşünmüştü. Ama kızcağızın bu olanlardan haberi bile yoktu.
Küçük kıza hep doğru olması umuduyla Elif ismini koymuşlardı. Ama anne ve baba daha iki yaşını basmadan Elif'i ihtiyaç duyduğu şefkatten mahrum bırakmışlar, önce anne ve babanın kavgalarından korkup ağlamıştı. Boşanmanın ardından annesiyle başka bir yere taşınmış babasını uzun yıllar görmemişti. Herhangi bir sıkıntısı olduğunda ya da canı yandığında Elif gayri ihtiyarî baba diyerek ağlıyor, her fırsatta anne benim babam nerede diyerek annesini zor durumda bırakıyordu. Anne ilk zamanlar baban yakında gelecek diyerek onu kandırsa da zamanla büyüyen kızına gerçekleri anlatacaktı. Ama kızcağız bu olanları anlamlandıramıyor, her nedense babasını görmek istiyordu.
Anne kızgınlık anında verdiği bedbin kararın o zamanlar doğru olduğunu düşünüyordu. Ama zaman geçtikçe etrafın dedikodusu, kızının perişan hali onu yanlış yaptığına ikna etmişti. Halbuki zamanı geri çevirip aile mutluluğunu tekrar yaşamayı ne kadar isterdi. Evin tüm yükü hayatın ağırlığı üzerine çökmüş, evinde erkek olmayışı onu kızından daha beter durumlara sokmuştu. Ne kadar kızına güçlü görünmeye çalışsa da kızı gibi tenha mutfak odasının yalnızlığında Allah'ın her günü gizli gizli ağlamış, pişmanlığını izhar etmişti. Mahalleli ile küçük sorunlarında kocasından boşanmış deli kadın kakınçları onu yaralamış, mahalleli çocukların, okuldaki arkadaşlarının kızını bu nedenle dışlamaları, oyunlarına almayışları canından bezdirmişti.
Boşanarak sorunlardan kurtulmayı beklerken kendisi de kocası da en önemlisi de çocuklarının hayatı çekilmez hale gelmişti. Kocası ailesinin baskısıyla akrabalarının bir kızıyla evlenmiş fakat bir yıla kalmadan anlaşmayarak boşanmış, bir daha evlenmemişti. Hayatta istediklerine kavuşamamanın perişanlığı ile kötü mekânlarda huzursuzluğu seçmiş, serserilerle yaşamaya başlamıştı. Maddî sıkıntıların neden olduğu boşanma onları içinden çıkamayacakları ve dönemeyecekleri bir uçuruma sürüklemişti. Aslında kocasının kendisini aramasını tekrar onunla evlenmeyi bile kızı için düşünmüştü. Ama kocası gururundan bir defa bile aramamıştı. Kadınlık gururunu hiçe sayarak aslı astarı olmayan mazeretlerle kocasını telefonla aramış, kendisi ve yavrusunun perişanlığından bahsederek onu dolaylı yollardan eskisi gibi yuvalarını kurmaya davet etmişti. Ama kocası aksi adamdı, tükürdüğünü yalamazdı. Çünkü etrafın alaylarından çekinirdi. Kocasına umutla açtığı dört beş telefonun karşısındaki sesten her defa hayal kırıklığı yaratan cevaplarla yıkılmıştı. Ne yapsa ne anlatsa boşunaydı. Ayaklarına kapanmaya bile razıydı ama kindar kocasının ağır, hakaret dolu sözlerinden hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını iyi biliyordu. Halbuki kısa bir süre daha birbirlerini idare etseler maddî sıkıntıları hallolup işler yoluna girebilirdi. Şimdi maddî sıkıntıları yoktu ama manevî sıkıntıları kaldırılamayacak derecede artmıştı.
Hayat gerçekten çok ilginçti. Evlilikleri, Elif'in doğması, ilk doğum günü ne güzel günlerdi. İlk doğum günü için kocasıyla günler öncesinden heyecanla hazırlıklar yapmışlar, anne ve yakın dostlarını küçük bir parti vermişlerdi. Anne ve babaları, yakın arkadaşları aile saadetlerine imrenmişler, çok mutlu bir gece geçirmişlerdi. Doğum günü pastasına Elif götürülürken yavrucak meraklı gözlerin ilgisinden sevinçle mırıltılar bırakıvermişti. Anne ve babaları önce daha sonra diğerleri altın, oyuncak gibi hediyelerini bebeğin önüne bırakmışlardı. Yavrucak hediyelere sadece eliyle vurarak bu mutlu anın tadını çıkarmıştı.
Elif gün doğmasın, hep gece kalsın istiyor, yeni bir güne uyanmak istemiyordu. Biliyordu ki yeni gün ona mutluluk getirmeyecek, duygusal kalbinin yaşayacağı olaylar yine yaralayacaktı. Annesinin çabasıyla zorla kalkıp elini yüzünü yıkadı. Ama kahvaltıyı istemeye bir iki lokma ile tamamlayıp isteksiz adımlarla okula doğru ilerledi. Kısa yolculuğu geçmek bilmiyor uzadıkça uzuyordu. Çevreden oluk oluk akan talebeler sevinçle oynaya zıplaya, pür neşe içinde okullarına gidiyorlar, baharın yeşilliğine, kuşların cıvıltısına ortak oluyorlardı. Sanki kendisi hariç tüm tabiattaki canlılar hayattan keyif alırken onun yaşamını eksik bırakan, keyifsizleştiren şeyi düşünüyordu. Keşke kafasındaki olumsuzlukları bırakabilseydi, keşke o da diğer çocuklar gibi hayattan keyif alabilseydi. Ama her unutmaya çalıştığında çevrenin babasızlığını değişik şekillerde hatırlatması duygusal, minik kalbini yaralıyor, yaşadığı bununla ilgili her olay içindeki yarayı katmerleştiriyor, yaşadığı çevreden koparmakla kalmıyor, yaşadığı toplumdan nefret etmesini de sağlıyordu. Hiç suçu olmadığı bir şeyde adeta cezalandırılmasını anla(ya)mıyordu.
Yaşadığı çevre Münife hanımın boşanmasına, memleketine ve memuriyete dönmesine alışamamıştı. Kocasından ayrıldığına göre geçimsiz olmalıydı. Bir de evlenmek isteyen taliplerin gidip gelmesi, onların boş çevrilmesi hiç uygun karşılanmadı. Hele evlenme istekleri çevrilince onca yıllık akrabaları bile ondan yüz çevirmişti. Kendisine acımıyorsa bari çocuğa acımalı, çocuğu babasızlıktan kurtarmalıydı. Zaten Münife Hanım gelenleri uygun bir üslûpla çevirdi, çünkü birinci evlilikten yaralanan, ezilen yüreği ikinci evliği kaldıramazdı. Kocası ikinci evliliği denemiş, başaramamıştı. Kendisinin başarabileceğine de inanamıyordu. Ayrılık etiket gibi sırtına yapıştı mı her sıkıtında vurulan neşterdi sanki. Kocası eski arkadaşlarından duyduğuna göre ikinci eşi ile ufak problemlerinde bile karısının sen "Allah bilir birinci eşine de böyle yaptın bıktırdın kadını, karının seni bırakıp gittiği kadar varmışsın" itaplarına maruz kalmış bu yaftalara dayanamayarak ikinci evliliğine de son vermişti. Bu olanların kendisi başına gelmesinden korkuyor, evlenmeye cesaret edemiyordu. Halbuki yeni bir evlilikle kızına baba kazandırıp babasızlığın boşluğunu doldurmayı, yeni baba ile onu mutlu etmeyi çok isterdi. Ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Yoksa akıl tutulması yaşıyor, basireti mi bağlanıyordu?
Bekri Bey hayatının en talihsiz kararını verdiğinden beri ümitsizliğin girdabında kaybolan hayatını sorgulayacak sağlam kafadan mahrum kalmıştı. Sefih hayatından, kendisinden nefret ediyor, iki evlilikten istediğini bulamamanın beceriksizliğiyle kendisini işe yaramaz buluyordu. Sefih yaşantısına, kurtulamadığı acılarına son vermek için kendisini gayri meşru içeceklere bırakıyordu. Küçük Elif'i burnunda tütüyor, özellikle uykusuz geceleri hiç aklında çıkmıyordu. Kaç kez onu görmeyi düşünmüştü, fakat onu yalnız bıraktığından para gönderemediğinden en önemlisi de sefih bir hayatın içinde ona lâyık olamadığından yanına gidememişti. Boşanmalar hayatını çıkılmaz bırakalı onu sadece kızı düşündürmüyor, ilk eşi hiç aklından çıkmıyordu. Verdiği ayrılık kararından Allah'ın her günü derin pişmanlıklar duyuyordu. Evliliğin o güzelim ilk aylarını, yıllarını yüzlerce defa düşleyerek anılarla kendisini tesellisi bir anlık mutluluklara bırakma çabası fazla sürmüyor, şiddetli geçimsizliğin ayrımında verdiği kararın pişmanlığı ile her şey acılaşıyor, sefih hayatına tekrar dönüyor, bedeni ve ruhu eridikçe eriyordu. Aslında o da ilk eşiyle tekrar evlenmeyi defalarca düşünmüştü. Ama anne ve babasının vetosuyla geri adım atmak zorunda kalmıştı. Her şeye rağmen evlenme kararını onlara belirttiğinde babasının evlâtlıktan reddetmeyi, hattâ işinden kovacağı, beş kuruşsuz bırakacağı tehdidiyle geri adım atmak zorunda kalmıştı. Babasının işyerinde paralı yaşamı bırakmayı, dışarıda beş kuruşsuz kalmayı göze alamazdı. Bu zamanda işsizliğin arttığı süreçte iş bulamazdı. Aileyi kurmayı başarsa işsiz güçsüz durumda onlara bakamaz yine eski huzursuzluklarla yine en başa istemediği şu anki durumlara düşerlerdi. Artık karasızlığın ümitsizliğin girdabında sürüklenen bir çöpten farksızdı. Bedenini ve ruhunu hayatın rüzgârına bıraktı. Mücadele edecek gücü kalmamıştı.
Uyuşan vücudu garsonun vakit geç oldu beyefendi uyarısı ile kendine gelmeye çalıştı. Kalkmayı başaramayınca garson en sevmediği alkolikleri taşıma işine soyundu. Aracına dek leş gibi kokan, belki de aylardır yıkanmamış gibi duran üzeri paçavraya dönen adamı aracına kadar bıraktı. Uzun zamandır evliliğinin son bulduğunu duyduğu adam neredeyse buradan çıkmaz olmuştu. Bekri Bey aracının anahtarını bütün ceplerini arayıp küfrederken bir hayli aramanın sonucunda buldu. Saat 01.30 sıraları trafik neredeyse yok sayılırdı. Kendisi gibi sallanan 23 kişiden, kedilerde ve köpeklerden başka canlı yok gibiydi. Anahtarının üç -beş dakika uğraşın ardından yerine yerleştirmesi, çalıştırması dünyanın en zor işiydi sanki. Nasılsa ev yakın mesafedeydi, birazdan gidip yatar, her zaman olduğu üzere ikindiye dek uyurdu. Araç homurtuyla çalışmış yola çıkmıştı, ama beyni hayal ve gerçek arasında gidip geliyor, görüntüler birbirine karışıyordu. Aracın penceresinde yol üzerinde sanki sahne kurulmuş, ilk eşi, Elif'i ve kendisi mutluktan sarılıyor, aniden eşiyle kavga görüntüleri sahneleniyordu. Bu sırada aracın kontrolü güçleşti. Ne araca ne kollarına bedenindeki uzuvlara hükmedecek durumda değildi. Aracın yoldan çıkması beton direğe çarpması, camdan dışarı fırlayıp kanlar içinde yolun dışında çakılların üzerine yığılması son hatırladığı görüntüler oldu.
Sabaha dek Münife Hanım uyumaya çalıştı. Uyuduğu demlerde karışık anlamsız rüyalarla uyanmış, her uyuduğunda aynı sahneleri yaşamıştı. Rüyasında kocası perişan görüntüsü ile sanki yalvarıyor, af diliyordu ondan. Sabahın dördünde telefonun acı ürperti veren sesi yankılandığında Münife Hanım korkuyla yatağından kalktı. Halbuki telefon sesinden hiç korkmazdı. Hayrolsun diyerek telefonu açtı. Karşısındaki ses trafik ekibinden birine aitti. Görevli üzgün sesiyle bir trafik kazası olayında kendisini resmini ve telefonunu buldukları için kendisini rahatsız ettiklerini söyledi. Yol kenarında buldukları ağır yaralının adı Bekri idi, eğer istiyorsa kendisini görebileceklerini söyleyip geç vakitte rahatsız ettiği için özür diledi. Üzgün görevli telefonu kapattı. Münife Hanım'ın dizlerinin bağı çözüldü, hıçkırıklara boğuldu birden. Elif telefon sesine tepki vermemişti ama yan odada annesinin ağlamasın duyarak merakla hemen yanına geldi. Münife Hanım kızının yanına gelmesine rağmen ağlamasına devam etti. Acaba hastaneye kendisi tek başına mı yoksa kızıyla mı gitseydi. Belki Allah göstermesin Bekri Bey ölecekse kızının son bir kez babasını görmesi hakkı olmalıydı. İleride bir kez bile babasını göstermediği için kendisini suçlayabilirdi.
Gözyaşlarının hiç dinmediği yol boyunca kocasına bir şey olmaması için Allah'a en içten dualarını gönderdi. Elif'inde de bir odadan babaya kavuşmak için yaptığı sesli dualara kendisi de katılmış bir gün tekrar aile olma umudunu her zaman korumuştu. Yaşam mücadelesini kaybederse kızcağızının hali ve umutları tükenir, psikolojik halleri ne olurdu. Hastane odasına değil ölüme gidiyor gibi hissetti nedense. Danışmaya kocam diyerek odasını sordu. Kocam derken huzur ve güven yayıldı ruhuna. Sahipsizliğin ve terk edilmişliğin etkisini yok gibi hissetti. Kızı her şeye rağmen çok mutlu, öyle neşeliydi ki onu en son ne zaman böyle gördüğünü hatırlamıyordu. Kızına babasının küçük bir rahatsızlık geçirdiğini, babasının gittiklerinde büyük bir ihtimalle uyumakta olacağını söylemiş, onu biraz olsun sevindirmişti Kızı acele ile en güzel elbiselerini giyinmiş, en güzel kokuları sürünmüş belki de uyandığında babasına iyi görünüp onu mutlu etmeyi düşünmüştü. Kendisi de kızından geri kalmamıştı. Gözünü açtığında perişan bir kadın görmesi iyi olmazdı herhalde. Yol boyunca hattâ kocasının kapısına geldiğinde bile onunla gözünü açıp kendisine geldiğinde kızının ve kendini ne durumlara düştüğünü anlatacak ve onu ikna edecek cümleleri kafasından geçirdi.
Kapıyı açarken kalbi kocasıyla ilk tanıştığı ve evliliğinin ilk günü kadar heyecanlıydı. Kalbi neredeyse heyecandan yerinden fırlayacak gibiydi. Kapıyı açması heyecanın yerini dehşete bırakmıştı. Kocasının vücudunun bir çok yerinden geçen serumlar, değişik bağlantılar, elektronik cihazlar onu ürkütmüştü. Başında ciddi yaralar göğsünde ezikler, bacaklarında anlayamadığı morluklar ciddi yaşam mücadelesi verdiğini göstermekteydi. Hemen yanı başında doktor çok kısa bir süre kalabileceklerini söyleyip onları odada yalnız bıraktı. Doktorun hastaya ve ardından onlara bakışından kadıncağız kocasının durumu hakkında kötü şeyler olduğunu hissetti. Ama gereksiz yere evham yaptığını düşünerek iyi şeyler düşünmeye zorladı kendisini. Kocasının baş ucuna yaklaştı, kızıyla elini tuttu. Elif de annesi gibi babasının elini tutarken keyfine diyecek yoktu doğrusu. Okul çıkışı bazı arkadaşlarının babalarının arkadaşlarını elinden tutması içinden bir şeyler koparmıştı. Babasızlığın acısını en çok o zaman hissetmiş, babasının da bir gün okul çıkışı kendisinin elinden tutup götürmesini dilemiş, arkadaşlarına nazire yapmayı, benim de babam var sizin gibi demeyi çok arzulamıştı. İşte şimdi okulda olmasa da burada bu anın tadını çıkarıyordu çocuk aklınca. Okulda yaşamak istediği tablonun provasını yapıyordu belki de. Münife Hanım ise kocası kendisine geldiğinde ona söyleyeceklerini aklından defalarca geçiriyor, ona ne diyeceğini bilemiyordu. Birden gözyaşlarını kocasının tuttuğu eline akıttı, hâkim olamadığı duyguları sözlere yansıdı. Canım kocacığım, beni duyduğunu biliyorum. İnşallah kendine geldiğinde yuvamızı kurarız. Ben hatalarımı biliyorum, aynı hataları yaşamayacağımıza eminim. Hatalarımızın cezasını fazlasıyla çektik. Artık çekecek halimiz kalmadı. Ben de kızımız da seni çok seviyoruz. Birbirimizi affedip, daha iyi anlayıp, anlayış, sevgi ve saygı gösterip, ortak noktalarımızı ön plâna çıkarabiliriz. İnan o zaman örnek aile bile olabiliriz. Doktorun içeri girmesi sürenin bittiğini söylemesi kadının söyleyeceği sözleri bıçak gibi kesti. Kızcağız da annesinin sözlerine bir iki cümle ekleme gereği hissetti. Babacım biz seni çok seviyoruz, seni iyileşinceye dek bekleyeceğiz. Bu defa seni almadan gitmeyeceğiz dedi. Doktorun kuru sesi ile ikinci kez uyarısıyla ikisi de ayağa kalkarak odadan çıktı.
Münife Hanım hemen arkasında bulanan doktora yaklaşıp onunla kocasının durumu hakkında konuşmak isteğini söyledi. Doktor bey ona odasına gelmesini ancak orada konuşabileceği cevabını verdiğinde Münife Hanım kızına kocasının odasının yanındaki bankta beklemesini söyledi. Doktor Bey'in odasına kısa mesafede olmasına rağmen heyecandan kan ter içinde geçti. Doktor Bey ile karşılıklı beş dakika oturmalarına rağmen Doktor Bey masasında bir şeyle meşgul olarak konuşmak istemiyordu. Kadıncağız kötü bir şeyler olduğu zehabına kapıldı. Ürkütücü sessizliği bozma ihtiyacı hissederek korkularına son vermek için kocasının durumu hemen soruverdi. Doktor bey biraz daha zaman kazanmak kötü haberi uzatmak ve kadını alıştırmak için bir iki öksürdü. Doktor Bey'in kocasının durumu hakkında anlattıkları kadıncağızın ve Elif'in hayallerine yavaş yavaş son verdi. Artık ne bir aile olabilirler ne de Elifle elele tutuşabilirlerdi. Yaşam mücadelesine kocasının dayanabilecek gücü kalmamıştı. Üç beş saate kadar hayatının ışığına son verilecekti. Kocası hayatının son saniyelerini yaşarken kadıncağız hıçkırıklarına artık hâkim olamıyor, meraklı bakışların arasında hastaneden çıkıyor, hayatın bilinmezlerine doğru yelken açıyordu. Artık ne yapacağını, kızına ne cevap vereceğini bilemiyordu. Kızı ise her şeye rağmen biraz önce babasının elinden tutmasıyla oluşan içindeki mutluluk pırıltısını hala yaşıyordu...
|