MİSTİK BİR DAĞCILIK HİKÂYESİ Mücahit Koca Sayı:
65 - Temmuz / Eylül 2010
Dağ, bende kendimi bildim bileli önemli bir yer tutar. Yedi yaşına kadar bir orman köyünde yaşamış olmamın bunda etkisi olduğunu hep düşünmüşümdür. Kirmasti Deresi'nin ılık ve bulanık sularından, Çatalca Dağları'nın nefes açan bol oksijeninden aldığım şey; bana dağ aşısı gibi gelirdi.
Dedemle sabahladığım harmanda uzaklardan gelen kaval sesini ninni gibi dinlemelerim, çoban ateşlerini karanlık gökyüzünün yıldızları gibi arkadaş edinmelerim de o gün bugündür bende dağda tutunduğum bir el gibi kalmıştı.
../Haziran/1955
Babamın Dedesi İbrahim Dede, Bulgaristan'ın Varna ili, Varnasadıva Sancağı, Sulucaali Köyü'nden 1900'lerin başında göçüp; Bursa İli/Kirmasti Sancağı/Çardakbelen Köyü'ne yerleştirilince getirdikleri para ile köyün dibindeki sulak ve verimli topraklar yerine; dağ başındaki (Oraya biz Şapça, Eskiiğrek, Çamlıhendek, diyoruz) tarlaları tercih etmeleri geldikleri yerdeki dağ ile ilişkisinin göstergesiydi. Genlerinde dağ olan biriydim ben!
Bugün ormanın ortasında kalmış bu tarlaların çocuğuyum ben.
Şapça tarlalara dedemlerle devamlı gider, mısır eker ve mısırı da domuzlar yemesin diye beklerdik.
Çoğu, bayırda olan tarlamızdan aşağılarda akan ırmağı, yemyeşil ormanı uzun uzun seyre dalardım. Dağda ilk gördüğüm yabani hayvan olarak 'domuz'u yine bu dağın çukurunda amcamın uyarısıyla görmemiş miydim? Önde ve arkada ana ve baba domuzlar, ortada yavrular sakin sakin dağ yolunda yürüyüp gitmelerini bugün gibi hatırlıyorum.
Dağ ile bir başka ilişkim de okul öncesi köyümde olmuştu. Amcam ile ormana odun kesmeye gitmiştik. Köyde yetişenler bilirler: Orman İdaresi, köylüye yakacak olarak ormandan istihkak odun kesme izni verirdi. Aylardan eylül sonu gibi olacak-ben o gün çok davulga ağacının 'davulga' dediğimiz çileği andıran meyvesinden yemiştim-ormana ağaç kesmeye gitmiştik. Bugün ne zaman Uludağ'ın ormanlık bir kısmına girsem o günü hâlâ heyecanla hatırlarım.
../Temmuz/1956
Artık kasabaya ailemin yanına dönme zamanım gelmişti.
Köyümün dibinde hilâl yaparak geçen Kirmasti Deresi'nin bulanık suyunda mor ve menekşe rengi çiçekli, küçük ve ince yapraklı ayıt dallarından yaptığım sürgü ile balık avlamam da, Çatalca Dağları'nın gölgesinde, bu apayrı havasını soluduğum, kokusunu kokladığım, rengini seyrettiğim ve tadını tattığım doğa ile içiçe olan yerlerdeki hayatım da bitecekti.
Uludağ İle Tanışma
../Ekim/1970
Bugünden o kadar uzağa bakarak düşününce neler söyleyeceğimi merak edenler olabilir. Olması da doğaldır. Ancak belli bir yerden sonrası kayıt altına alınmış bir dağ yolculuğu, daha doğru bir ifade ile Uludağ'da geçen bir dağ yolculuğudur benim anlatacak olduğum.
1970 yılında geldiğim Bursa'da ilk dağ yolculuğum 1970 yılı Ekim ayında Kaplıkaya Vadisi yoluyla Uludağ'a olmuştu.
Benim köyümün dağı değildi belki karşılaştığım ama yine de oradan bir ses, koku ve renk vardı yaşadıklarımda.. Kimi kestane diye, kimi ıhlamur, kimi piknik olarak başlayan bu dağ yolculukları, bugünkü dağcılığıma benzemese de hâlâ üzerimden atamadığım bir şeyi benimle gezdirdiğini düşünüyorum.
Bugün bir karış toprağa hasret Bursa'da o zamanlar okuduğum Bursa Eğitim Enstitisü, içinden şırıl şırıl suların aktığı, bostanların bulunduğu kestane ormanının ortası da yemyeşil bir yerdi.
O günlerde Kaplıkaya'ya sınır olan Ertuğrulgazi Mahallesi'nde ise sağcıların ve solcuların kahveleri vardı. Oraya gitmek için bir bakıma dağa tırmanır gibi bu kestane ormandan geçmek gerekiyordu.
Arkadaşlarla hemen her gün o yolu birkaç kere gider gelirdik.
Zamanla öğrenci olayları giderek tırmanmış, ben, olayların hem içinde, hem dışında herkes gibi gidip gelmiş; dernek, dergi, gazetecilik, askerlik ve öğretmenlik derken; 1980'lere değin dağı uzaktan bile seyredecek durumda olamamıştım.
../Haziran/1980
1978 yılı Şubat ayında İstanbul'dan Bursa'ya dönünce, ilk iş kırk dava adamını birleştirerek Yeşil Caddesi'nde Sur Kitabevi'ni kurmuştum.
Spor olarak o güne kadar yaptığım hiçbir etkinlik yoktu. Bir yerden sonra düşünce ve büyük şehir stresini üzerimden atacağım bir şeyler istiyordum.
Bu sebeple önceleri Uludağ eteklerindeki Molla Fenari, Abdal Murad, Üç Kuzular, Üftade ve Somuncu Baba camilerine, türbelerine ve dergâhlarına tırmanırcasına sık sık çıkıyordum.
Bugünden bakınca "Mistik dağcılık" denilen-bu ismi bize Bursa Dağcılık Federasyonu İl Temsilcisi Ömer Köse, vermişti-ilk temrinleri gibi görüyorum bu ziyaretlerimi...
Sur Kitabevi'nde birlikte olduğumuz Merhum Şair İbrahim Ünal Taşkın, bir gün yalnız başına dağlara gitmeye başlamıştı.
Bu dağ yolculuklarına ben de katılmak istedim ve katıldım.
Başlayış o başlayış...
Ilk dağa çıkışımı hiç unutamıyorum: İlk dikkatimi çeken şey, kendimde bulduğum bedenî dayanıklılıktı. Allah'ım, demiştim, ne kadar gücüm ve kuvvetim varmışta, benim bundan haberim yokmuş!
Bu ilk dağ yolculuğumda tam on bir saat devamlı yürümüş, Kaplıkaya'dan, Kilisetepe'ye, yani o Uludağ'a adını veren Keşiş'in yaşadığı yerlere kadar gitmiş, sık sık yolları kaybetmiş, bir yol bulana kadar saatlerce aynı yerde dönmüş durmuştuk. Kaplıkaya Vadisi içinde karanlık basmış, gece kalmayı düşünmeye başladığımız bir sırada bir çıkış yolu bulmuş, Bursa'ya inebilmiştik.
İbrahim Ünal da o günlerde dağcılıkta çok yeni olduğundan Uludağ'ı çok iyi bilmiyordu. Bu bakımdan sık sık yolu kaybettiği oluyordu.
Ağustos/1980
Bugün Uludağ'a Kaplıkaya Vadisi'nden girdiğimde çok heyecanlıydım. Evliya Çelebi'nin; "Gönül açıcı yer", Lâmii Çelebi'nin; "Cennet vadisi" dediği yerde nelerle karşılaşacağımı düşünüyor, heyecanlanıyordum.
İbrahim Ünal Usta,-biz, birbirimize hep 'usta' derdik-ilk talimatını vermiş:
"Bir başkan seçeceğiz," demişti.
O gün bugündür, en yaşlımız-hakkından ferâgat etmediği müddetçe-başkan oluyordu.
Bugün de İbrahim Ünal Ustamız başkanımız olmuş, ardından ilk talimatları da gelmişti:
"Ağaçlardan dal kırılmayacak, yaprak koparılmayacak.
"Yarlardan taş yuvarlanmayacak..
"Sular asla kirletilmeyecek.."
Uludağ'da her yerin bir ismi vardı.
Kamp yerimiz genellikle çeşme başları olurdu.
Bugün ilk kamp yaptığımız yer Habil Ağa'nın bahçesinin olduğu yerdi. Sonra sonra oraya biz, "Habil Ağa Çeşmesi," dedik.. Burası otuz yıl -Buldözerlerin dağın karnını deşip çeşmeyi yıkana değin- Kaplıkaya'dan dağa çıkışlarımızda ilk kamp yerimiz olacaktı.
Çay suyunun ocakta tıkır tıkır halini Uludağ'daki kadar güzel duymadım dersem yalan söylemiş olmam.
Dağ suyu ile çay demlemeyen, dağda çay içmeyen benim o gün aldığım tadı nereden bilsin!
..ve şiirden, edebiyattan, erlerden, erenlerden ve pîrlerden uzun bir sohbet...
Biraz sonra tırmanacağımız tepelere bakarak; "Yapma usta, buralara ben nasıl çıkarım," diye itirazı hiç aklıma getirmeden hazırlanıyorum.
Gün boyu saat aklımıza bile gelmeden, kimselerle karşılaşmadan-o zamanlar dağlarda oduncu ve definecilerden başka kimseler yoktu-yeni yollar ve yeni yerler keşfetmek için üstümüz başımız yırtıla-döküle kan ter içinde dağda yürüyoruz; kimi inip, kimi de çıkıyoruz. Buna rağmen havasından mı suyundan mı bilinmez, hiç yorulmuyoruz.
|