Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2980 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

SIRÂT-I MÜSTAKIM (Cennet'e giden yol)
İbrahim Buğalı

  Sayı: 66 - Ekim / Aralık 2010

İnsanlar, yanlış yoldan gitmekle bir şey elde edemezler. Çünkü sonu hüsran ve perişanlıktır. Doğru yolu gösteren de ancak Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bunun haricinde kurtuluş yolu aramak elbette muhaldir. Bu inanca sahip olmayan kimselerden de bir hayır beklenemez. İnsan, İmanı sayesinde dünya ve âhiret saadetine nail olur. İmanı olmayan elbette Cennet'e giremez. Fakat bu büyük nimet nasıl elde edilir ve kimlerin sinesinde bulunur bunu öğrenip muhafaza etmek gerekir. Elbette İman'ı ve Sırât-ı Müstakim'i öğreten de yine yüce kitabımızdır. Bu mübarek kitap, dünyada bulunduğu için insanlar her türlü Allah'ın nimetlerinden bol bol istifade ediyorlar. Kıyametin alâmetlerinden birisi de son zamanda Kur'ân-ı Kerîm dünyayı terk edecektir. Bundan sonrada semadan bir damla rahmet inmeyecek ve yerden de bir tek ot dahi bitmeyecektir. Cenâb-ı Hakk, Yâ Kur'ân! Dünyayı neye terk ettin diye sorunca “Yâ Rabbi! Beni okuyorlar fakat benimle amel yapmıyorlar” cevabını verecektir.

Sûre-i Bakara ayet 105: “Ne kitap sahibi olan kâfirler, (yani Yahudi ve Hıristiyanlar) ve ne de Allah'a ortak koşanlar (müşrikler), Rabbinizin size verdiği, indirdiğini  (Kur'ân-ı Kerîm'i) çekemezler. Ondan hoşlanmazlar, oysa Allahü Teâlâ, rahmetini (Nübüvvet ve vahyini) dilediğine tahsis eder, Allah büyük ihsan sahibidir.”

Bu ayet-i celile, Kur'ân-ı Kerîm'in ne büyük nimet olduğunu açık olarak beyan etmektedir. Müslümanları devamlı olarak zaferden zafere ulaştıran, yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm, yani onun ahkâmıdır. İslâm düşmanları bunu çok iyi bildikleri için, bu mübarek Kitap'ı Müslümanların elinden almak için, topluca hareket ettiler ve etmektedirler. Fakat Müslümanlar bunun farkına bu gün hâlâ varmış değildirler. Osmanlı Devleti'nin sonunda İngilizler, Müslümanların elinden Kur'ân-ı Kerîm'i aldık artık onların muvaffak olmaları bitmiştir diye bayram yapmışlardır.

Esseyyid Abdülhakim Arvasî Efendi Hazretleri buyurur ki, “İslâm'ın en büyük düşmanı İngilizlerdir. İslâmiyet'i bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslümanlar da bunlara düşman olur. Fakat bu ağaç bir gün filiz verebilir. İngilizler böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder, besler. Müslümanlar da onu sever. Fakat gece kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki, bir daha sürmez. Vah vah çok üzüldüm, diyerek Müslümanları aldatır. İngiliz'in böyle İslâm'a zehir salması demek, para, mevki ve kadın gibi nefsanî arzular karşılığında satın aldığı yerli münafıkların, soysuzların elleri ile, İslâm âlimlerini, İslâm bilgilerini ortadan kaldırmasıdır.

Fatiha Sûresinde, Cenâb-ı Hakk, ümmet-i Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e şöyle duâ etmelerini emir buyuruyor: “Ya Rabbi! Bizi, Sırat-ı Müstakım'e hidayet eyle. O yol ki, bütün peygamberlerin ve Salih kimselerin gittiği yol. Senin gazabına uğrayan Yahudilerin ve yanlış yollara giden, sapıtmış Hıristiyanların yollarına gitmekten ve onlara benzemekten bizleri muhafaza eyle.” Gazaba uğrayanların Yahudiler olduğu, sapıtıp yanlış yollara gidenlerin Hıristiyanların olduğu hadis-i şerif ile sabittir.

 Namazlarımız'ın her rek'atında okuduğumuz, Fatiha-i Şerife'nin fazâili hakkında Nebiyyi Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri, bir hadis-i şeriflerin de şöyle buyuruyorlar: “Nefsim yedi kudretinde olan Allahü Teâlâ Hazretlerine yemin ederim ki, Tevrat'da, İncîl'de ve Fürkan'da, bu Sûre-i Celile'nin misli bir sûre nazil olmamıştır. Bu sûre, “Seb'a'-l Mesânî ve'l-Kur'âne'l- azîmdir.” Buyurmuştur. Mânâsı: “Sûre-i Fatiha-i Şerife, yedi ayettir ki, bu âyetlerin okunması, Kıraat-i Kur'ân'a muadildir. Fatiha-i Şerifey'i okuyan kimseye Cenâb-ı Hakk, hatm-i Kur'ân sevabı kadar ecr-i cezîl ihsan eder.” İşte “Mesânî” tesmiyesinin sebebi budur.

Fatiha Sûresi'nin müştemil olduğu âyât-ı beyyinât yedidir. Ebvâb-ı Nirân (Cehennem'in kapıları-adedi) dahi yedidir. Binâen aleyh, Fatihayı Şerife ile feth-i zeban (fatiha okuyan) mü'minlere Cehennem'in yedi kapısı kapanır. Buna da şu Hadis-i Şerif dalâlet eder.

 Mervidir ki: Cebrâil Aleyhisselâm, Nebiy-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e hitaben: “Ümmetin duçâr-ı Azâb-ı Hüdâ olur diye korkardım. Fatihayı Şerife nazil olunca, korkum zâil, endişem emniyete tebdil oldu demiştir.” Risâlet Penah Efendimiz Hazretleri, niçin diye suâl buyurunca, Cebrâil Aleyhisselâm, zira Hudây-ı Azze ve Celle Hazretleri: “Onlar için (o müthiş azab yurduna mahsus) yedi kapı vardır. Her kapı için (o tabakalardan her birine mahsus) onlardan (o şeytan ile ona tabi' olanlardan) ayrılmış bir yer vardır. (O yedi tabakadan her birine bir taife sevk edilecektir.) Buyurmuştur. (Sûre-i Hicr ayet 44.) Âyât-ı Fatihayı Şerife dahi yedidir. Bu sebepten bir kimse, bu sûre-i celileyi çok çok okur, lisanını tezyin ederek ubudiyet ederse,  Fatiha'nın her bir ayeti cehennemin kapısına perde olur da, ümmetin cehennem azabından emin ve sâlim olarak mesrur olurlar diye cevap vermiştir.

Hadis-i Şerif: “El-Mağdûb- El-Yahûd, Ed-Dâllîn-En-Nasara.” Burada Allah'ın kitaplarını tahrif eden Yahudi ve Hıristiyanları, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem açık olarak zikr ettiği halde, birçok kimseler, dünyalık elde etmek için yaptıkları Kur'ân-ı Kerîm tercümelerinde bu gerçeği açık olarak beyan etmiyorlar. Kendi akıllarınca Yahudi ve Hıristiyanlara dini yönden pay çıkaranlara şirin görünmek sevdasındadırlar. Her peygamber kendi devrinde Allahü Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmiş ve O'na itaat edenler de, O peygamber ile cennete girecektir. Fakat Peygamberimiz Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem gönderildikten sonra, bütün peygamberlerin şeriatları nesh olunup hükümleri kaldırılmıştır. Çünkü Cenâb-ı Hakk, O'nu bütün dünyadaki insanlara ve cinlere peygamber olarak göndermiştir. (Yalnız şunu unutmamak gerekir. Kur'ân-ı Kerîm, bütün şeriatları cami'dir. Kur'ân-ı Kerîm'de beyan edilen hükümlere aynen uyulur.)

Bu sene (H.1431) senesi Ramazan-ı Şerif'te, Hıristiyanlara şirin görünmek maksadıyla, iftar sofraları tertipleyip, semavî üç dinin mensupları beraber iftar yaptılar, duâlar ettiler diye, televizyonlardan reklâm yapıyorlar. İftar sofralarında da bunu resimlerle te'yid ediyorlar! Allah katında ancak bir din vardır, onun ismi de İslâm'dır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu gerçek açık olarak bildirilmiştir: “Allah katında İslâm'dan başka din yoktur. Kendilerine kitap verilen, Yahudi ve Hıristiyanlar, Kur'ân-ı Kerim nazil oluncaya kadar böyle inanırlardı. Ne zaman Muhammed Aleyhisselâm geldi, kıskançlık yüzünden ihtilâfa düşüp yanlış yollara saptılar” buyuruyor.

 Küfürle bir yere varılmaz. İslâm'dan bir nokta feda edilemez. Muvaffakiyet İslâm'a sımsıkı bağlanmaya ve onu tatbik etmeye bağlıdır. Eshab-ı Kiram (radıyallahü anhüm) hazaratı bütün dünya fetihlerini bu sayede gerçekleştirmiştir. Ecdadımız, İstanbul'u kuşatınca, bir türlü surlar aşılıp içeri girmek mümkün olmuyor, sebebi Akşemseddin Hazretlerine soruluyor, cevap: Askerlerin muhasara anında abdest alırken “Misvak” kullanmadıkları bildiriliyor. Bu sünnet işlenmeye başlanınca, surlar yıkılıp, İslâm ordusu İstanbul'a giriyor. Şu ayet-i Celileler, ittifak-ı müfessirine göre Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olmuştur. İbretle okuyalım:

Sûre-i Nisa ayet 150-151: “Öyle kimseler var ki, Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edip kâfir olurlar. Allah ile peygamberlerinin arasını açmak isterler ve peygamberlerin bir kısmına inanırız bir kısmını inkâr ederiz, derler. Böylece iman ile küfür arasında bir yol tutmak isterler.

Ayet 151: “İşte onlar hakka (gerçekten) kâfirdirler. Biz, kâfirler için hor ve hakir edici bir azap hazırlamışızdır.”

124 veya 224 bin peygamberin müjdelediği ve bütün kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'i inkâr ve O'na tabi' olmamanın küfürlerin en şedidi olduğunu bilmeyen bir Müslüman tasavvur edilebilir mi?

İman'ın altı şartından birisi de bütün peygamberlere hiç ayrım yapmadan inanmaktır. Yahudilerin İsâ Aleyhisselâmı ve Hıristiyanların da Üzeyir Aleyhisselâmı ve Musa Aleyhisselâmı ve Tevrat-ı Şerif'i inkâr ettiklerini bilmeyen bir mü'min gösterilemez. Yukarıda ki ayet meallerinde bunların hakka kâfir oldukları açık olarak bildirilmektedir.

Sûre-i Mâide ayet 72: “Andolsun ki, “Allah, Meryem oğlu Mesih'tir” diyenler kâfir oldular. Hâlbuki Mesih (bizzat) “Ey İsrâil oğulları! Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Zira kim Allah'a eş koşarsa, Allah ona cennetini haram kılar. Onun varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur” dedi.

Sûre-i Bakara ayet (41): “Yanınızda bulunan Tevrat-ı tasdik eder olarak gönderdiğim Kur'ân-ı Kerîm'e iman ediniz. O'nu ilk önce inkâr eden kâfirlerden olmayınız. Önemsiz dünya meta'ı için ayetlerimi az para ile satmayınız. Kitabımı tahrif etmek ve hükümlerini dünya menfaati için değiştirmekte benden korkunuz.”

Bu ayet-i celile de (41), Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in Tevrat-ı Şerif'de bulunan sıfatlarının inkâr edildiğini ve bu yanlış yolda, kıyamete kadar gidenlerin günahlarının misli kadarda tahrif edenlere olacağını beyan buyurmaktadır. Kaa'b İbni Eşref ve bunun gibi Yahudi ulemasından bir kısmı, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in şanını gizlemek için bazı hediyeler almışlardır. İşte bu gün, bazı insanlar da, Yahudi ve Hıristiyanların küfrü hakkında şüpheye düşüp imandan çıkıyorlar ve bazı kimselerde mezhepsizlerin ortaya attıkları çirkin ve yanlış fikir ve düşüncelerle irtidad (dinden çıkma) bataklığına düşüyorlar.

Çok garip bir hadise! Büyük bir televizyon kanalında bir hoca efendi, sorulan sorulara cevap verirken, bu konuyu “Hamidüllah” şöyle açıklamış diye cevaplandırdı. Aslında Hamidüllah'ın mezhebi ve meşrebi belli değildir. Bu hocafendi de, birçok mesâil-i diniyeyi, şahsi görüşleri ve zamanımızdaki mezhepsizlerin ortaya attıkları batıl görüşlerle açıklamaya çalıştığı görülmektedir. Hâlbuki dinde söz sahibi olanlar mezhep imamlarıdır. Bu gün hangi konuşmacıyı dinlerseniz dinleyin, ayet ve hadis meallerini bir müctehid gibi izah etmeye çalışırlar. Bin dört yüz küsur senedir Müslümanlar nasıl idare edilmiş ve son olarak da İsâ Aleyhisselâmı ve İmam-ı Mehdî nasıl İslâm Dinini tatbik edeceklerdir, bu hususta düşünmek bile istemezler. (Bakınız! Nereden nereye geldik:)

“Büyük Hakan Yıldırım Bâyezîd Han, bir mahkemede şahit sıfatıyla bulunduğu vakit, bildiklerini söyleyeceği zaman, mahkeme reisi Kâdî Efendi “Molla Fenârî, şöyle bir süzdükten sonra, zamanın en dindar ve en güçlü hükümdarı olan Yıldırım Han'a “Senin şahitliğin makbûl değildir. Zirâ, sen namazlarını cemaatle kılmıyorsun. Elinde imkân bulunduğu halde namazlarını cemaatle kılmayan biri, yalancı şahitlik edebilir demektir, buyuruyor. Bunu üzerine Yıldırım Han, mahkemeyi terk edip, sarayın yanına bir mescid yaptırıp namazlarını cemaatla kılmaya başlıyor. (Şu hadise karşısında! Kimlerin dinde söz sahibi olacağını ehl-i imana bırakıyoruz.) Biz, Hamidüllah'ın tarihçesi hakkında kısa bir bilgi vermeye çalışacağız.

 

HAMÎDÜLLAH

(Üstad'ın tarifi ile Baidüllah.)

 

Hamîdüllah, 1326 (m.1908) senesinde Hindistan'ın güneyinde Haydarabat'da doğdu. 1971 senesinde İstanbul'a geldi. (Sıddık Sami getirdi.) Kendisini bir İslâm kahramanı gibi karşılayanlar, İslâm Dini hakkında bilgi almak istedikleri vakit, Selef-i Sâlihine güvenmediğini, Haydarabat'daki hocasının görüşlerine uymayan bilgilere inanmadığını söylerdi. Osmaniye Üniversitesinde okudu. Devletler hukuku üzerinde doktora yaptı. 1947'de Hindistan hükümeti bunu vatandaşlıktan çıkardı. İsmaili'ye mezhebinde olup koyu bir ehl-i sünet düşmanıdır. Paris'te CNRS ilm î araştırma a'zasıdır. (İslâm'a Giriş) ve (İslâm Peygamberi) isimli kitabında, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam'ın sadece Müslümanların peygamberi olduğunu yazmakta, Cenâb-ı Hakk'ın seni bütün insanlara peygamber olarak gönderdik, mealindeki ayetleri inkâr etmektedir. Kâfirlerin ve bozuk inançlı mürtedlerin inancı da böyledir.

Hamidüllah, Mi'raç hakkında da çok çirkin bir inanç ortaya atmıştır. Önce Mescid-i Aksa'yı inkâr edip, Mescid-i Aksâ'nın Mekke-i Mükerrem'e yakınında bir yer olduğunu söylemiştir. Bu zaman Kudüs'de mescid olmadığını iddia ederek, Mi'raç ayetini ve bir müddet peygamber Sallallahü aleyhi ve Sellem'in Kudüs'e doğru namaz kıldığını ve bilahare mescid-i harama döndüğünü dahi inkârdan kaçınmamıştır. Sevgili peygamberimizin düztaban olduğunu, mübarek kaşlarının burnuna doğru uzandığını söyleyerek, Allah Resûlü'nün düşmanı olduğunu sinsi sinsi yaymıştır. Hamidüllah'ın kitabında, peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'i küçültücü sayısız görüşleri mevcuttur. Hamidüllah'ın, Abdüh, Cemaleddin-i Efgânî ve Reşîd Rıza gibi İslâm düşmanı kişilerin görüşlerini, Müslümanlara bir gerçek gibi göstermeye çalışan kimselerin yaptığı hıyaneti anlatmak mümkün değildir. Sadece duâ edip, bunların şerrinden Müslümanları, Cenâb-ı Hakk'ın korumasını dilemektir.

Çok garip hadiseler! Buhârî, Müslim, Kütüp-i Sitte, (altı büyük hadis kitapları) daha nice yazılmış muteber hadis kitaplarını ve Siyer-i Nebî diye yazılmış peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in gerçek hayatını kılı kırk yararak tesbit eden eserleri ve Şemâil-i Şerifleri, yani cihanı dolduran sayısız eserleri görmemezlikten gelerek, ne olduğu belli olmayan ve İslam'ı tahrif etmek için hazırlanmış kişilerin fikirlerini Müslümanlara takdim etmeye çalışmaktan daha büyük hıyânet olabilir mi?

Selef-i Sâlihin Hazaratı, yazdıkları eserlerinde kendilerinin hangi mezhebde olduklarını ve yazdıkları kitab'ın hangi mezhebe göre yazıldığını bildirip, füruatta mevcut olan mezheb farklılıklarını bildirmişlerdir. Mezheb farkı gözetilmeden yazılan bir eserin hiç değeri yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hakk, müctehidlerin ihtilafını, onların müstakil olarak çalışmalarından meydana gelen ilmi bereketi bu ümmet için büyük rahmet olarak ihsan etmiştir.

Allâme Fahreddin-i Râzî, Osmanlı halifelerine itaat, İmam-ı A'zam'a itaattır, İmam-ı A'zam'a itaat peygamberimize itaattır, peygamberimize itaat eden de Allah'a itaat etmiştir, buyuruyor. Çünkü Osmanlılar, Hanef î mezhebi ile Müslümanları idare etmişlerdir. Tabiî ki tebaası arasında bulunan diğer mezheb mensuplarının inanç ve amel hususları da lâyıkı ile yerine getirilmiştir.

Fatih Sultan Cennet Mekân zamanında yetişen ve üçüncü Osmanlı Şeyhülislâm'ı olan “Molla Hüsrev” Hazretleri'nin ilmî kariyerini takdir eden Sultan Fatih, hayranlığını şöyle ifade buyurmuştur: “Zamanın Ebû Hanifesidir,” diyerek ona karşı sevgi ve hürmetini açıklamadan geri durmamıştır. Yine Muhterem babası Cennet mekân ikinci Murâd Han zamanında, hacca giden büyük âlim “Molla Yegan” hac dönüşünde Mısır'a uğruyor ve orada “Molla Gürânî” hazretleri ile görüşüp onun faziletini anlayıp Edirne'ye getiriyor. İkinci Murâd, kendisine hac hediyesi olarak ne getirdin deyince, “Molla Gürânî'yi” getirdim diye takdim etmiştir. Bilahare Fatih'in terbiyesi ve tahsili ona verilmiş ve dördüncü Osmanlı Şeyhülislâm'ı olmuştur. Kendisi Şafii mezhebinde olduğu için, Sultan Murâd'ın ricası ile Hanefî mezhebine geçmiştir. İşte mezheblerin ne manaya geldiğini bilenler, onlara uymanın nimetlerinden istifade etmişler ve Müslümanlara da bu hayatı yaşatmışlardır. Sırât-ı Müstekım de budur.

 Bu gün hemen her ülkede bulunan din adamları, kendi anladığı veya başkaları tarafından anlatılan şekilde Müslüman olunacağını zannediyorlar. Hâlbuki İslâm Dini 1400 küsur sene önce temam olmuş, bu güne kadarda aynı şekilde uygulanmıştır. İsâ Aleyhisselâm kıyametin büyük alâmetlerinden olarak tekrar dünyaya geldiğinde ayni şekilde tatbik edecektir. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir Hadis-i Şeriflerinde de bu hususu şöyle beyan buyuruyorlar:

“İleride ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bunlar kimlerdir diye sorulunca, benim ve ashabımın yolundan gidenlerdir,” buyurmuştur.

Bu yolu Ashab-ı Kiramdan alıp, ta bize kadar getirenler, dört mezheb imamlarımız ve onların yetiştirdikleri büyük İslâm âlimleri ve onların yolundan hiç ayrılmayan selef-i salihindir.

Zaman-ı Saadetten sonra “Hulefâ-i Râşidin” (Dört Büyük Halife) bu üç vazifeyi yerine getirmek gücüne sahip idiler. Hazret-i Hasan'ın (Radıyallahü Anh) hilâfeti zamanında, fitne ve bid'atlar çoğaldı. İslâmiyet her tarafa yayılmaya başladı, Nur-ı Nübüvvet uzaklaştı, dolayısıyla Eshâb-ı Kiram Hazaratı da azaldı. Bu üç vazifeyi tam manasıyla yerine getirecek kimseler olmadığından, üç kısma ayrılmıştır. Birinci kısmı: Kur'ân-ı Kerîm'in hükümlerini, en ince teferruatına kadar çıkarmak ve bütün dini mes'eleleri herkesin anlayacağı bir şekilde açıklamak “Müctehidlere” yani, dinde söz sahibi olan büyük Âlimlere, “Mezheb İmamlarına” verilmiştir. İkinci Kısım: Kur'ân-ı Kerim'in ma'nevî hükümleridir ki, “Ehl-i Beyt İmamları” na ve “Sofiyyenin Büyükleri” ki, Cüneyd-i Bağdadi, Sırrı Sakatî ve bunların emsali olan Sofiyyenin büyüklerine. Üçüncü kısım: Kötülükleri men' edip Saltanat ve Devlet gücüyle dinin bütün hükümlerini yerine getirmek için “Hükümdarlara ve Sultanlara” yani “Halife-i Müslimine” tevdi edilmiştir (bırakılmıştır). Birinci Kısmın nevilerine “Mezhebler”, ikinci kısmın nevilerine “Tarikatlar”, üçüncü kısma da “Kanun” denilmiştir. (Abdülhakîm Arvasî Kuddise Sirruh)

İşte Sırât-ı Müstakim-doğru yol. Allahü Teâlâ'nın emr ettiği, Resûlü'nün tebliğ ve tatbik ettiği, şuana kadar da tüm ehl-i sünnet mensuplarının gittiği ve kıyamete kadar da gideceği saadet yoludur.( Selâmet hidayet üzere olanlarındır.)

Diyarbakır Vâlisi Sait Paşa, manzum olarak, İslâm ahlakını on kıt'alık bir şiirinde izah etmeye çalışmıştır. Biz buraya sadece o muhteşem eserden bir kıt'ayı, alıyoruz:

Garralanmaz rûz-ı ikbalin görüp ehl-i hired,

Her günü bir gad eder ta'kib her sebti Ahad,

Seyl-i mevt ettikde berbat ömrü baht etmez meded,

Böyle ateş meşreb olma hak olur bir gün cesed,

Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni.

Açıklaması: “Aklıselim sahibi olanlar, senin debdebeli ve çok konforlu hayatına hiç önem vermezler, (onların katında geçici dünya hayatının hiç önemi yoktur. Çünkü her günü bir yarın takip eder ve her Cumartesi gününü Pazar, (bu günün ardından yarın, Cumartesi'nin ardından Pazar geldiği gibi, zengin fakir, fakir zengin, huzur sıkıntı, iyi kötü olur…) Ölüm geldiğinde bahtın ne kadar açık olursa olsun hiçbir faydası yoktur. Böyle ateş gibi yakıcı-kırıcı olma, bir gün cesedin toprak olacaktır, yani öleceksin. Sen müstakim-doğru ol, Allahü Teâlâ seni utandırmaz.” (Ne güzel öğüt ve nasihat. İşte Osmanlı Vâlisi.)

Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Kur'ân-ı Kerim bütün düny... - Sayı 71
İslâm Dini (Tüm peygamber... - Sayı 70
Mevlid-i şerif... - Sayı 69
KERBEL? FACYASI ve Hz. H?... - Sayı 67
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Kim demiş okumuyoruz diye?
*Sevmediklerimizin, televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında canına okuyoruz!
*Trafik kazalarında ölenler ve PKK canilerinin katlettikleri için rahmet okuyoruz!
*Törenlerde nutuk okuyoruz!
*Kim ne derse desin, bildiğimizi okuyoruz.
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14591143
 Bugün : 1684
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 630583
 Bugün : 230
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim