Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3412 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

KERBEL? FACYASI ve Hz. H?SEYYN'YN ?EH?DETY
İbrahim Buğalı

  Sayı: 67 - Temmuz / Eylül 2009

Zamanımızda, dinî inançları zayıf bulunan Müslümanları, Râfizî ve Şiîlerin tuzağına, bilerek veya bilmeyerek düşürmek isteyen kimselerin olduğunu, din-i İslâm'a yaptıkları kötülükleri daha önceki  "Ehl-i Sünnet" yazımızda izaha çalışmıştık. Kerbelâ faciası da, bunların çok istismar ettikleri bir konudur. Onun için bu hadiseyi en salahiyetli, büyük din Âlim'i, Es-seyyid Abdülhakim Ervâsî Kuddise Sırrüh Hazretleri'nin bir eserinden aynen alıyoruz. Bu mühim mes'elenin de doğru olarak bilinmesi gerekir. Çünkü bu husus, dünya siyasetini de yakinen ilgilendirmektedir. Hadisenin çok vahim oluşu, Müslümanları tahrik etmek ve aralarına fitne sokmak suretiyle büyük tefrikalara sebebiyet vermektedir. Bu gün Irak'ta, Şii ve Sünnî ayırımı, orta doğuda İslâm'ın gücünü hemen yok edecek derecededir. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Bu mes'ele İslâm dininin Avrupa da yayılmasını önlemiştir. Aslında İslâm dininde böyle bir görüş asla mevcut değildir. Hadisenin çok vahim oluşunu istismar eden bir Yahudi ve münafıkların oyunundan başka bir şey değildir. Nesl-i Peygamberi Sallallahü Aleyhi ve Sellem'i sevmek ve onlara lâyık olan hürmeti göstermek imana bağlıdır. Şûra Sûresi, ayet 23’de, bilhassa Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e ve onun mübarek nesline sevgi gösterilmesi emir buyrulmaktadır, Meâli: "Yâ Habibim! Onlara söyle ki, ben size tebliğ ve beşaretim sebebiyle bir şey istemiyorum. Ancak sizden akrabalarıma sevgi ve muhabbet etmenizi istiyorum." Bu ayet-i celîle nazil olduğu vakit, Eshab-ı Kiram radıyallahü anhüm hazaratı Yâ Resûlallah! Bizim üzerimize vâcib olan sevgi ve muhabbet kimleredir diye sorduklarında, buyurdular ki: "Âli Fatıma ve iki oğulları Hasan ve Hüseyin (Radyailahü anhüm)dır."

Kerbelâ faciası, birçok kimseleri dinden çıkarmış ve birçok kimseleri de dalâlete sürüklemiştir. Bazıları lâyık olmayan sıfatları izafe ederek yanlış yollara sapmışlar ve bazıları da lâzım gelen sevgiyi göstermediklerinden dolayı sapıtmışlardır.

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in torunu olan İmâm-ı Hüseyin radıyallahü anh, Hazreti Fâtıma'dan (radıyalahü anha) doğan, İmâm-ı Ali radıyallahü anh'ın ikinci çocuğudur. Diğeri İmâm-ı Hasan (radıyallahü anh)dır. Hasan, sıfatı müşebbehe çok güzel, Hüseyin ismi tasğir, güzelcik demektir. Çok kere ismi tasgir sigası, muhabbet ve ta'zîm ma'nalarını ifade eder. Şu halde Hüseyin lâfzının küçültme sigasiyle gelmesi onun büyüklüğüne ve şerefine bir halel getirmiş değildir. Her ikisine birden (Hasaneyin) iki güzeller diye isim verilmiştir ki, ehl-i sünnet velcemaat mensuplarının göz bebekleridir.

Fâtıma; Fatım'dan, çocuğu sütten kesmek ma'nasınadır. Fâtıma (radıyallahü anha) kadınlara mahsus olan hayz ve nifas'dan beri, şehevî ve harama mülâbis olan hallerden tecrid olunmuş ma'nalarına gelmektedir. Şehvetle ilgisi olmama keyfiyeti, harama mahsustur. Bütün peygamberler ve geçmişteki bütün büyükler, insan neslinin bekasını hadim olan şehvete sahip idiler. Nitekim Nebî Süleyman Aleyhisselâm'ın nikâhlı zevceleri ve (600) kadar da cariyeleri bulunması kendilerinin matlup olan o güzel şehvete sahip olduğunun bir delilidir.

Fâtımatüzzehrâ (radıyallahü anha) validemizle pek muhterem çocukları İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin, kız çocuğu olan Sekîne (radıyallahü anhüm) hazaratı ehl-i beyt-i resûldürler.  Fâtımatüzzehrâ (radıyallahü anha) validemiz vaktaki yetişti, İmâm-ı Ali (radıyallahü anh) da keza sinni şebabe vasıl oldu. Hazreti Ömer ve bazı eshâb-ı kiram (radıyallahü anhüm) hazaratı Nebî Aleyhisselâm (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in nezdi âlilerine geldiler ve Hazreti Ali ile Fâtıma validemizin evlenmelerini teklîf ettiler. Bunun üzerine Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem (Fâtıma'nın) velisi Elhak Allahü Teâlâ vetekaddes hazretleridir buyurdular. Ve Cebrâil Aleyhisselâm geldi Fâtımatüzzehrâ ve İmâm-ı Ali (radıyallahü anhüma)nın nikâhları Arşı a'lâda bizzat Cenâb-ı Hakk tarafından akid edildiğini Peygamber Aleyhisselâm'a haber verdi. Binâen aleyh bu evlilik Cenâb-ı Hak'ın yanında çok mübarek ve şereflidir. Bu mübârekiyet ve şerâfet ne Fâtımatüzzehrâ validemizin peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in kızı olmalarından ve ne de münferiden İmâm-ı Ali radıyallahü anh'ın kendi şeref ve faziletindendir. Ancak bu şeref ve yükseklik ba husus akd-ı nikâh keyfiyetinin zât-ı eceli ve a'lâ hazretleri tarafından Arş-ı a'lâda ibkâ (mevcud) edilmiş olmasından ibarettir. İşte bu sebebe binâendir ki, bu zevceyni muhteremeynin mahsulü semeresi olan (Hasaneyn) İmâm-ı Hasan ve İnâm-ı Hüseyin (radıyalahü anhüma) ile Sekîne (radıyallahü anha) Peygamber Aleyhisselâm'ın ehl-i beytidirler. Diğer evlâd-ı Resûl ile eshâb-ı kirâm'ın çocukları bu büyük şerefe nail değillerdir.

Yakın akrabanın evlenmelerinden hâsıl olacak çocukların zayi olacağı cihetle kerâhet mevcut olduğu asla vârid değildir. Çünkü Fâtıma validemiz, İmâm-ı Ali (radıvallahü anh)'ın amûce zadesinin zürriyetidir, amûcesinin kızı değildir. (Yani Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem, İmâm-ı Ali'nin amûcesi değildir, amûcesi'nin oğludur.)

İmâm-ı Hasan ile İmâm-ı Hüseyin (Allah ikisindende razı olsun) arasında yaş bakımından on ay kadar bir fark vardır. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in erkek evlâtlarından sadece İbrahim, radıyallahü anh biset senesinden altı ay sonra vefât etmişdir. Diğerleri ise biset (peygamberliğinin gelişi) senesinden önce vefât etmişlerdir. Peygamber Efendimiz bu iki torununu çok severler, âdeta onlara dâyelik (çocuk bakıcısı) ederlerdi. İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin (radıyallahü anhüma) eşraf çocuklarını kendi develeri üzerine bindiklerini görür ve bu hali Kâinât'ın Efendisi’ne haber verirlerdi. Bunun üzerine Peygamber Aleyhisselâm da sizin deveniz de benim diyerek Ehl-i Sünnet'in göz bebeği olan muhterem evlâtlarını mübarek sırtlarına alırlardı. Bu kere derlerdi ki, o develerin başlarını tutmak için gemleri vardı, o zamanda mübarek saçlarını ellerine verirlerdi. Ve buyururlardı ki: "Merhameti olmayana merhamet edilmez." Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz, necleyni muhteremeyn ile çok mülâtafe ederlerdi. Bir gün İmâm-ı Hasan'ı ağzından, İmâm-ı Hüseyin'i de boğazından öpmüşlerdir. Bunun üzerine Cebrâil Aliyhisselâm nâzil olup takdiri İlâhîyi bildirmiştir.

Hattâ Cebrâil Aleyhisselâm kanatlarının ucunu tahrik ederek Hazreti Hüseyin'in şehîd olacağı (TAF) denilen yeri göstermiştir. Kerbelâ ismi sonradan verilmiştir. Keyfiyeti şehâdet, ilm-i ezelî ilâhide o yolda mukadderdir. Tekâdîr-i İlâhî'ye tedbîr ile bozulamaz. Tedbir takdîr'in muktezasına tâbi'dir. Takdîr tedbîr'e tâbi' değildir.

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Se'ilem, bir gece vakti evden çıkıp bilahare saçları dağınık bir şekilde dönüyorlar. Bu halden soran Zevcât-ı mütahherât'dan Ümmü Seleme (radıyallahü anha) hazretlerine buyuruyorlar ki, "beni bu gece evlâdım Hüseyin'in şehîd olacağı yere götürdüler, avcum içerisinde bulunan şu toprak ise onun şehîd olacağı yerin toprağındandır deyip bir şişe içerisine koydular, bunu saklayın, ne zaman ki bu toprak kan rengine döner ol vakit evladım şehîd düşmüş olacaktır" buyurdular.

Merhum Lâmiî Çelebi de, "Maktel-i Hüseyin" isimli eserinde manzum olarak bu hadiseyi şöyle nakil ediyor:

Mûcizât-ı Ahmedi tashih idem

Nakl kıldı böyle ümmü Selmeden

Didi kim bir gece yanumdan Resûl

Bir mühim düşmüş gibi gitti acûl

Çok zaman eğlenmeyüp geldi giru

Toza gark olmuş ser-a-ser rûy u mu

Hem seâdetlü elini gonca-var

Yumuben tolmış turur bir nesne var

Pes dedim kim Yâ Resûl' Allah ne hâl

Gün gibi çehrende var dur bir melâl

Didi kim bu dem beni alup ırak

Bir yere ilettiler adı Irak

Gördüm anda bir makamı pür-belâ

Kim demişler adın anun Kerbelâ

Katli yiridür Hüseynün ol diyar

Düşe çok evlâdum anda hûr-zâr

Bana çün kim arz olındı ol makam;

Anlarun kanını devşirdüm tamam

Ol durur destümdeki diyüp heman 

Destin açup avcuma koydı revân

Didi tursun sende hıfz itgil bunı

Bir kızıl toprağ idi gördüm anı

Âluban bir şişeye kodum hemin

Yir idüm. her dem anun derd ü gamın

Çün Hüseyn itdi o dem azm-i Irak

Bana hâsıl oldı derd ü ihtirâk .

Eyleyüp ol şişeye her gün nazar

Âkıdurdum dideden hûn-ı ciğer

Çün Muharrem ayının aldı onı

Taze kan olmuş revân gördüm anı

Bu alâmet çün bana oldı bedîd

Bildim oldem kim Hüseyn oldı Şehîd

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in Hasan (radıyallahü anhı) ağzından ve Hüseyin (radıyallahü anhı) da boğazından öpmüş bulunmaları takdîr-i İlâhî'nin vefkınca husul bulmuş ve sebeb-i şehâdet olmuştur.

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz, İmâm-ı Hasan, İmâm-ı Hüseyin, Sıddîk-ı A'zam, Ömer, Ali (radıyallahü anhüm) hazaratının şehîd olacaklarını söylemişlerdir. Bir gün Sıddîk-ı A'zam, Ömer ve Ali (radıyallahü anhüm) hazretleri olduğu halde Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz UHUD dağına çıkmışlardı, dağ bir ara titremeye-sallanmaya başladı, buyurdular ki, "Ey dağ! Sakin ol, senin üzerinde bir Nebî, bir Sıddık ve iki şehîd vardır." Bundan sonra dağ sakinleşmiştir. Böylece, Ömer ve Ali (radıyalahü anhüma) hazretleri'nin şehîd olacakları haber verilmiştir.

Yine aynı şekilde, bir gün Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Muâviye'ye (radıyallahü anh) senin oğlun benim neslime hiyânet edecektir buyurmuşlardır. Bunlar hep ma'lûm olmakla beraber, çok elem verici vak'a'y-ı şehâdet, kader-i İlâhî muktezâsı olduğu için vuku'a gelmiş tedbîr ile önüne geçmek mümkün olmamıştır. Muâviye (radıyallahü anh'a) oğlu Yezîd'in mekrinden korktuğu için daha ilerisini söylememiş bununla iktifa etmiştir.

Vaktaki İmâm-ı Hasan (radıyalahü anh) altı ay hilâfet makamında bulunup suret-i ma'lûme'de Şehîd olduktan sonra (Yezîd) halife oldu. İmâm-ı Hüseyin (radıyallahü anh) hazretleri de efrâd-ı ailelerile birlikte Şam'a gitmişler ve orada ikâmeti ihtiyar etmişlerdi. Aradan sekiz on sene geçmişti, Irak ehâlisi imâm-ı Hüseyin'e mektuplar yazarak kendisini da'vet ettiler. Kendisine bey'at edeceklerini, yardımda bulunacaklarını va'd ettiler. Bunun üzerine İmâm-ı Hüseyin (radıyallahü anh) çok istekli ve niyyetli olduklarını izhâr ettiler. Yani halife ve vâris-i Peygamberî olmak meyil ve arzusu hâsıl oldu. Çünkü Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem efendimiz üç şey'e me'mûr idiler. Birincisi Kur'ân-ı Kerîm'i ve Ahkâmın'ı tebliğ, ikincisi Kur'ân-ı Kerîm'deki Rumûz ve İşârât-ı Âliyye' yi izah ve beyân etmek, üçüncüsü de Ahkâm-ı Şer'iyye'yi umuma cebr suretiyle ifâsını te'mîn hususu idi. Bu üç mukaddes vazifeyi ifâ etmek vekâletini ihraz içindir ki, İmâm-ı Hüseyin (radıyallahü anh) hilafete talip ve izhâr-ı meyil ettiler.

İmâm-î Hüseyin (radıyallahü anh) Irak ehalisinin muhaberesini ve kendisinin de bu mes'ele'yi kabule mütehammil olduğunu, ibni Abbas, Abdüllah İbni Zübeyir ve Abdüllah îbni Abbas (radıyalahü anhüm) hazaratına haber verdi. Bu zevât-ı âliye imâm-ı Hüseyine muvafakat etmediler ve doğru bulmadılar. İbni Abbas (radıyallahü anh) hazretleri yaş bakımından, mevki bakımından büyük ve yüksek oldukları, hatırı sayılır, sözleri tesirli olduğu halde İmâm-ı Hüseyin (radıyallahü anh) hazretlerini azminden döndüremedi. Müşavere ettiği bu muhterem zevât, son bir tedbîr olarak hiç olmazsa efrâd-ı ailesini beraberinde götürmemesini ısrarla İmâm-ı Hüseyin (radıyallahü anh) hazretlerine teklif ettiler, bu hususta da muvaffak olamadılar.

Hüseyin (radıyallahü anh) on sekiz zevât'dan mürekkep aileleri efradı ile birlikte Şam'dan hareket ettiler. Çünkü takdîr-i İlâhî böyle idi. Tedbîr takdiri bozamazdı. Hükemâ'yı Arab'ın, olacak bir şey'in önüne geçmek kabil olmadığını, mukadder olan şey'in mutlaka yerine gelmesi için insanın acele bir işi varmış gibi koşa koşa o mahalli kaza'ya İlâhî bir da'vetle çağrıldığını canlı bir şekilde, Arabî ve manzum olarak beyanları meâlen şöyledir. "Bir kişinin ölümü bir memlekette olursa, onu bir kişi oraya çağırır, o da kuş gibi oraya uçar."

İmâm-ı Hüseyin (radıyallahü anh) ailesiyle birlikte Şam'dan hareket ettiler ve Kerbelâ'da Yezîd'in askerleri tarafından Şehîd edildiler. Haddi zatında ehl-i beyt-i Resûl'e bu yolda ihanet etmek ve elîm bir suretde şehîd etmek pek çirkin ve pek fecî1 bir vak'adır. Hatta bu elîm vak'anın fecaat ve dehşeti Cenâb-ı Kibriya'nın gadabını mucip olmuştur. Gadab-ı îlâhî'nin tecellîsi cümlesinden olmak üzere ufukta (humret) kırmızılık meydana gelmiştir. Hâlen mevcud ve müşahede edilmekte olan ufuktaki kırmızılık, elem verici vak'adan evvel mevcud değildi. Hulâsa bu elîm vak'adan bütün mü'min ve müvahhidî'nin kalpleri me'yûs ve müteessirdir. Böyle olmakla beraber alenî olarak matem tutmak, izhâr-ı teessür ve teessüs etmek ve merasim yapmak şer'an mezmûm ve memnû'dır. Çünkü matem izhâr etmek, kaza ve kaderi îlâhî'ye itiraz etmek demektir ki, insanın böyle bir hali takdisi ne kadar çirkindir.

Ehl-i sünnet velcemaat mezhebine göre, bizler her gün Muharrem'in onu gibi müteezzi olur, her bir yeri de Kerbelâ gibi görmek suretiyle kalben kederli ve dilhûn oluruz.

Kaza ve kader-i İlâhî'de gizli sırlar mevcuttur, bu kafidir ve şübhe caiz değildir, İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin (radıyalahü anhüma) efendilerimiz, Cenâb-ı Kibriya Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in muhterem ve mübarek torunlarıdır. Zühd ve takva sahibi olmakla beraber her bakımdan üstün meziyyetlere sahip idiler. En yüksek rütbe olan şehâdet mertebesi ki, bu meziyyetle de Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna gitmesi mukadder olduğundan rütbe-i şehâdete vâsıl olmuştur. Şehîdlik mertebesi ki, peygamberlik rütbesinden sonra gelir. Şehîdlerin serdârı da Hüseyin (radıyallahü anh) hazretleridir.

Ne gibi arzu ve isteğe binâen yazılmış olan tarihlerin verdiği haber ve Şiilerin sâhip oldukları batıl inanç ki, Hüseyin (radıyallahü anh) ve efrâd-ı ailesinin susuzluk çekmeleri, elem ve iztırab duymaları, asla doğru değildir. Filhal İmâm-ı Hüseyin (radıyalahü anh) hazretleri ehlini ihata eden Yezîd'in askeri tarafından Kerbelâ'da suyolları kesilmiş ise de, Nemrûd'un ateşini İbrahim Aleyhisselâm'a gülistan kılan kudret-i Yezdan şüphesiz ki, Şehâdet anında Cennet kokuları ve Cennet'in tatlı suları ile taltif etmiştir. Binâ'en aleyh Hüseyin (radıyalahü anh) susuzluk harareti duymamış Cennet ni'metleri ile taltif olunarak a'lây-ı İlliyyîne revân olmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm'e, âhir zaman Nebisi Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e, kaza ve kader-i İlâhî'ye, yevmi âhiret'e imân edenlerin Hüseyin (radıyallahü anh) hazretleri azâb ve elem ile Şehîd olduğuna zâhip olmaları, ne doğrudur ve ne de lâyıkdır. Çünkü Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki: "Şehîdler yara elemi ve ıztırâbı çekmezler ve his etmezler." Hüseyin (radıyallahü anh)ın da Şehîdlerin seyyidi (reisi) olduğunda şüphe yoktur. Hiç bir elem his etmemişlerdir.

Vakta ki, İmâm-ı Hüseyin Şehîd oldu, Ümmü Seleme (radıyallahü anha) validemiz'in yanındaki mahfuz şişedeki toprak kızardı, bildilerki, İmâm-ı Hüseyn Şehîd düştüler.

Bu elim kazanın bir bölümünü, Merhum Lâmii Çelebî manzum olarak şöyle yazmıştır:

Hem rivâyetdür ki, bir gün Mustafa

Otururdu evde ol kân-ı safa

Sağ dizini eyleyüp cây-ı Hüseyin

Ohşar idi diyüban yâ nûr-ı ayn

Sol dizinde oğlu İbrahim idi

Ol cemâle cim idi bu mim idi

Nâzil oldu nâgehân bil Cibrîl

Didi kim yâ Mustafa Rabbi Celîl

Cânun içre bu iki tâbende şem'

İstemez kim mihr ü mâh ola cem'

Birini lâ-büd almak diler anun

Kangısıdur söyle muhtâr'un senün

Kaldırup başın Resûl-i Kâyinât

Didi kim oğlum Hüseyin ide vefât

İrür anun firkatından bana nâr

Hem Ali vü Fâtımâ cânı yanar

Lik İbrâhim idicek intikâl

Âlem içre banadur ekser melâl

Ben melâlüm ihtiyâr itdüm bu dem

Çekmesünler tâki anlar derd ü gam

Çünki üç gün kaldı mihr ü mâh seyr

Arşa itdi rûh-ı İbrâhim tayr

Her kaçan görse Hüseyni Mustafa

Dir idi iy nûr-ı aynî merhabâ

Görmek içün tapunu her gün esen

Fidye virdüm oğlum İbrâhim'i ben

İy diriğâ anmayup bu rütbeti

Nice çekdürdüler ana kürbeti

Ol şehün lâyık gören bu firkatin

Ceddinün yarın umar mı şefkatin

Teşne-dil katl eyleyen anı aceb

Ruz-ı mahşer Kevser eyler mi talep

Lâmii bu derde pâyân olmaya

Nıce dildür yâd idüp kan tolmaya

Çünki kâsırdur menakıbden beyân

Yum dehânun kim zebünundur ziyân

Ko perişan sözleri özr eylegil

Bil kusurun sözde yiter söylegil

Eyleyüp dilde duâsın Lillehin

Koma elden halka-i Hak dergehin

Eylesün Hak rahmet ile anı şâd

Ben kulun hayr ile kim eylerse yâd.

Yukarıya aldığımız manzum kısım, Merhum Lâmii  Çelebi'nin  bin  beyitlik  eserinden bir parçadır.

İmâm-ı Hüseyin'in Şehîd olduğu Medine-i Münevvere'de bu şekilde anlaşılmıştı. Hüseyin (radıyallahü anh) hazretleri'nin cesedi ortada kalmışdır. Bilahare Şam'a nakledilirken Şam'a yakın bir yerde konaklanırken gece gâib bir el zuhur etmiş demirden bir kalem ile şu ibareyi yazmıştır: "Hüseyin'i katl eden bir ümmet, kıyamet gününde onun ceddinin şefaatini ümit etmesin." Buna binâen demir kalem ile yazı yazmak makbul değildir. Medine-i Münevvere'de ve Şam'da türbesi vardır. Başı cesedi ile birleşti, başı cesedi mübareklerinden ayrı kaldı, tekrar Kerbelâ'ya iade olundu diye muhtelif rivâyetler vardır. Ol vakit fitne, her tarafı kapladığından çok karışık bir hal meydana gelmiş, rivâyetler şahısların maksatlarına göre yapıldığından gerçekleri anlamak adeta zorlaşmıştır.

İlk önceleri Ehl-i Beyt-i Nebevî'nin hakkını müdâfea için ortaya çıkan Abbasîler de Emevîler'den aşağı kalmamışlardır. İhanet onlar tarafından da vâki1 olmuştur. Kerbelâ’da İmâm-ı Hüseyin (radıyalahü anh) hazretleri'nin Şehid düştüğü yerin üzerine yapılan türbeyi ziyâretden men' için muhtelif esbâb-ı mania ihdas etmişlerdir. Fakat hiç bir tesiri olmamış halk yığın yığın ziyârete gelmişlerdir. Bu hususta daha fazla şiddet gösterdiler, hatta ziyârete gelenlerden altın ve gümüş almaya başladılar. Pek meşhurdur, (Belh) ahalisinden ihtiyar bir kadın toplamış olduğu bir miktar gümüş ile tâ (Belh) dan (Kerbelâ)ya gelmiş ne kadar mevcudu varsa hepsini ödemek suretiyle Hüseyin (radıyallahü anh) hazretlerinin merkad-ı Şerifini ziyâret etmiştir. Bu hale de tahammül edemeyen Abbasî halifeleri, kubbeyi yıktırmışlardır. Bilâhare de türbenin hey'eti mecmuası yıktırılmıştır.

Yezîd'e lâ'net etmek mes'elesine gelince, bu hususta Ulama-yı İslâm arasında ihtilâf mevcuttur. Lâ'net etmek ve o vesile ile kazâ-i İlâhî'ye müdahale etmek şemmesi (kokusu) mevcud olduğundan bir kısım ulemâ, la'nete cevaz vermemişlerdir. Her ne hal ise vak'a haddi zatında çirkin olduğu kadar, kazâ-i İlâhî iktizasından bulunmuş olması, birde Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e mülâki olmuş ashâb tarafından da hadiseye karışanlar olduğuna dair bir nakil olmasına binâen bizim dil uzatmamız doğru olmaz. Bizim için yapılacak bir şey varsa, o da vak'ayı hatırladıkça kalben müteessir olmak ve Hakk'ın kudret, azamet ve şumûlü karşısında hayret ve dehşete düşerek Cenâb-ı Hakkı tesbîh ve tehlîl etmekten başka güzel bir tutum olamaz. Kader-i İlâhî böylece tecelli etmiştir.

Fatih Sultan Cennet Mekân Hazretlerinin devr-i saadetlerinde yetişen büyük âlimlerden ve ilk İstanbul Kâdısı olan Hızır Bey, "Kaside-i Nûniye" (Akâid kitabı) isimli manzum eserinde bu mevzuu bir beyitle şöyle açıklamıştır.

Len yezîde'l-Yezîdü minhü mefsedeten

Fesküt velâ terdâ bi'l-ismi la'âni

Meâli: Cenâb-ı Hakk, hiçbir kimseye, Şeytâna lâ'net etmediğinden dolayı azab yapmayacaktır. Yezid ise, Şeytandan daha fazla müfsit değildir. Öyle ise, mü'mine lâ'net etmek yakışmaz, sükût et, lâ'net edenler'e riza gösterme."

Görülüyor ki, bütün ehl-i sünnet âlimleri, hadiseleri ittifak halinde doğru olarak tespit edip açıklamışlardır. Selâmet-kurtuluş yolu da budur. Azgın Şia ve Râfizilerin şerrinden ve onların çirkin iftiralarından Allah'a sığınırız. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Selem, Medine-i Münevvere'ye hicret buyurduklarında, evlerinde misafir oldukları "Ebâ Eyyûbe'l-Ensârî" radıyallahü anh hazretleri, Ashâb-ı kirâm'ın büyüklerindendir. Ye'zîd'in hilâfeti zamanında, onunla beraber İstanbul'un fethi için gelip, surların dışında şehîd düşmüştür. Bu gün merkad-i şerifleri, her gün sayısız Müslümanlar tarafından ziyâret edilmektedir.

Yezîd, bu hadiseye üzülmüştür. (Allah ibni Mercâneye la'net eylesin! Hüseyin'in istediklerini kabûl etmeyip de, onu şehîd ettirdi. Böylece, beni kötü tanıttırdı) dedi. İbni Mercâne, Ubeydüllah bin Ziyâd'ın adıdır. Yezîd namaz kılardı ve Emevî halifelerinin ikincisi, Hazret-i Muâviye'nin oğludur.

Imâm-ı Hüseyin (radıyallahü anh) ın neslinden on imâm gelmiştir. Bunların her biri Imâm-ı A'zam'dan ve diğer mezheb imamlarından son derece faziletli ve kıymetli idiler. İmâm-ı Hasan ve Imâm-ı Hüseyin (radıyallahü anhüma) efendilerimizin üçüncü ve dördüncü asırda evlâtları çoğaldı. Bunlara beytülmalden, hakları bulunan muayyen miktar tahsis edilmiş olup vech-i şer'î üzere alırlardı.

İmam-ı Hasan'ın evlâtlarını, İmâm-ı Hüseyin'in evlâtlarından ayırmak üzere, Abbasî halifeleri tarafından, İmâm-ı Hasan'ın evlâtlarına Şerîf ve İmâm-ı Hüseyin'in evlâtlarına da Seyyid unvanı verilmiştir. Hasan (radıyalahü anh) beyaz, Hüseyn (radıyallahü anh) da yeşil sarık sarardı.

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in mübarek neslinin alnında kudret-i İlâhî'ye tarafından nakşedilmiş açık alâmetler mevcut olduğundan bazı ulemâ bu gibi alâmetlerin ihdasına i'tiraz etmişlerdir. Manzum olarak söylenen iki beyitle bu gerçeği meâlen şöyle beyân etmişlerdir. "Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in evlâtlarına alamet kıldılar, hâlbuki meşhur olanlar için alâmet iyi bir şey değildir. Onların yüzlerinde nübüvvet nuru açık olarak görülür, iyi olanların alâmete ihtiyacı yoktur."

Filhakika bu sülâle-i fâhirenin, dâima başkalarından tefrîk edilen bir güzelliği mevcud idi, Mübarek nasiyelerine bakıldığı zaman her an müşahede edilirdi. Görme kabiliyeti olan ebrâr, bu nişanı görebilirler ve görmektedirler. O zamandan beri, âl ve Evlâd-ı Resûl (Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e) hürmet edilmiş ve lazım gelen sevgi ve saygı gösterilmiştir. Müjdeler olsun bu kabiliyet ve liyakate sahip olanlara.

Bir zamanlar Halep kasabasının mülhakatından olan HAMA'da bu mübarek nesli tespit için bir mahkeme kurulmuştu. Bu neseb-i âli'den doğan her çocuk iki şahidin şehâdeti ile huzuru hâkimde tescîl edilirdi. Abbasî halifeleri nihayet bulunca aynı şekilde bu vazife Osmanlılara geçti, aynı minval üzere devam edilip, Sultan Abdülmecid Han merhûm'un zamanına kadar bu muamele devam etmiştir. Bilahare bu ahvale riâyet edilememiş ve bu muhterem sülâleye mensup olmayanlar da Seyyid ve şerif unvanını almaya başlamışlardır. Muvaffakiyet Cenâb-ı Hak'tandır. Hadis-i Şerif: "Cenâb-ı Hakk, Fatıma'ya ve zürriyyetine Cehennemi haram kılmıştır." (Savaiku'l-Muhrika, sahife: 188)


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : Alperen    24.07.2009
Yorum : Yazınızı büyük br üzüntü içinde okudum. Elimde Fuzuli'nin Ermişlerin Bahçesi (Kerbela Şehitleri)adlı kitap varken bu yazı ile karşılaşmak tam bir tevafuk oldu benim için. Yeniden bu acıyı hatırlattığınız için teşekkür ederiz. Ve ben deFuzuli'den bir şiir eklemek istiyorum. Fuzuli de der ki; "Bütün dünya halkına şöyle hüküm verildi, Cinler, insan, yırtıcı hayvan, kuşlar, melekler, Akıl ile nefesler, unsurlar ve felekler, Erkek, kadın gökkubbe üstünde üstünde, yerdekiler, Şehid olmuş Hüseyn'e, yas tutsunlar denildi; Ahu nale etsinler, Sur üflenene kadar, Her kim uzakta kalsa, bu musibet derdinden, Uzak kalmalıdır o, Ahmet(Sav) şefaatinden, Nasib olmasın ona, Mahşer gününde dahi, Ne bir avf, bağışlanma, ne de lutf-i ilahi





 
Kur'ân-ı Kerim bütün düny... - Sayı 71
İslâm Dini (Tüm peygamber... - Sayı 70
Mevlid-i şerif... - Sayı 69
KERBEL? FACYASI ve Hz. H?... - Sayı 67
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Günümüzde kitaba nazaran paraya rağbeti; mide gurultusunu beyin sancısı zannederek, Tanzimat’tan bu yana, hiçbir şeyin çilesini çekmeden, her şeyi, Avrupa’dan monte eden(alan) yazarlarımıza borçluyuz.
Borcumuzu ödemesek de olur.
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14592836
 Bugün : 3377
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631050
 Bugün : 696
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim