Başka bir mahalleden olmak Sinan Ayhan Sayı:
68 - Nisan / Haziran 2011
Işıkları parlatılmış bir mahalleden değilim ben; efsunlu ışıkları olan veya ışığı süpürülmüş, ışığı süpürge samanlarında parlayan bir mahalle kenarı da… cilası olmayan, belki vernik nefesleri kazınmış… Bütün cins mahallerin dışında başka bir mahalledenim; kullanmak üzere bir hayat kurmadım, hançeremde ışığın vatanı var, bir hayatın ölçü olabilecek has unsurlarını keşfetmek içindi bütün dinginliklerim, nezaketim, bütün “yılanlıkuyu” kavgalarım; bundan başka bir hançerim de yoktu…
Bizim soy hançeremizde bağımsızlık esastır; bir merkezim, bir hareket noktam, eksenim olabilir; ama eğer bunları, bunların dışında bulunduğum yeri ben seçebilirsem, yani bende bünye bulanların hepsi bana ait bir iradeden birer şekil hükmünde kalabilirse, başkaldırılarımı da, boyun eğmelerimi de hakikate sevgili bir üslup yapabilirsem; bunlar sayesinde göklerin soluğunda bana da bir kalem denirse, eşyanın fısıltılarına kanmam; o vakit usturlabı cebinde bir karakterim, üzerimdedir göklerin bütün parlak gözleri… O vakit kendime görkem bir soy derim…
Herkesin her yerden kovmak hissiyle üzerine geldiği şahsiyet olmamızdan belli, bütün hırlamalardan, pis bakışlardan belli, bizim başka bir mahalleden oluşumuz; kovulmaya dair bir mıknatıs değiliz, ama düşman olunmaya layığıyız; bu cüsse eli kılıçla her yerde, her yerin bileyi zamanında karşılanmaya layık; ama bu soy hiçbir mahalleden kovulmak üzere gönderilmedi… Bu soy hakikat hizasının olduğu her yerde boy boy sözün rahmine üflendi…
Milatlarımdan önce, yazı rüzgârlarımı kilitlediler; bunun yüzünden ne harf, ne hece nikeli döktüm üzerimden, yalnız ağaç iskemlelerden güneş duyargalı karaltılar kaldırdım; şahit bırakıldım ahşap yüzlere, en kuytu yerde bile yasaksız meyve verebildikleri için… Bir milat olsun diye o vakit, ben de söz nasıl söylenir bildim; bildim söz oranlarıyla düşman safları nasıl dağıtılır, zehir nasıl hükümsüzleşir, tepegöz nasıl devrilir; yazıya ses verdikten sonra, bütün söz hünerinin yuva kurmak üzere olduğunu bildim…
Mürekkebe ne bulanırsa bulansın, onun bir icat tılsımı taşıdığını bildim; mürekkebin karnında salyangozun, kaplumbağanın rüzgâr topukları olurdu; bu sebeple mürekkebin, ufkun önünde giden, el değmemiş hız çizgileri olduğunu bildim… Hareketi, harekette hareketsizliği kilitlemek peşinde olanları bildim; minareye bakıp kuyu diyenleri bildim; kemanda odun notaları olarak kalanları, ağızlarında yalnız örtü olanları bildim; hayatta kusmuk ve dışkı artığı cinsleri, cerahat suretleri bildim…
İcat, kilidi açan anahtardır, anahtarın sesidir, ıssızlıkta vaha, kutlu bir anahtar sesi olmayı bildim; yürüdüm, durduğum yerler icat edildi; durdum, vardığım menziller icat edildi… Ev ve oda hükmüydü her şey, duvarları çocuk sesiyle yıkanmış yuvalar, mayhoş elma kokuları… Onlar için sözün berzahında saklandım, patikalar yüklendim, kaldırımlar giyindim, her yürüyüş bir yol getirdi üzerime, ben başka bir mahalleden olmakla icat edildim…
Yaşam, başka yerdeydi, sözlerim başka yerde; herkes bir mahalledeydi, ben başka bir mahallede; kendim de bir icattım çoğu zaman, parmak ucunda direktif bir poz, ben denilen güzergâhı sildim, o vakit silindi o da, hayat denilen yapboz… Hançeremde ışığın vatanı var yalnız, bir hayatın ölçü olabilecek has unsurlarını keşfetmek için… Ne bildimse başka bir mahalleden olduktan sonra, oydu hakikate esaretliğim, gökyüzüne bir yuva kurmak neydi bildim…
|