Olaylara bakış Av. Kadir Bayrak Sayı:
76 - Nisan / Haziran 2013
HÜVİYET
Enerjisi kabına sığmayan milletimiz İslâm’la tanışıp, ona topyekûn teslim olunca yeni bir hüviyet kazandı. Yeni kimliğinin en bariz vasfı elindeki kurtuluş reçetesini ötelere ulaştırma arzusuydu. Ta ki dünya üzerinde bu hayat iksirinden haberi olmayan insan kalmayıncaya kadar. Viyana kapılarında fiilen sona erse de bu anlayışın Osmanlı yıkılana kadar devlete hâkim olduğunu unutmamak gerek.
Birinci Dünya Savaşı sonunda, savaştığımız devletler bizi, bugünkü sınırlarımıza hapsetmek için türlü oyun ve hilelere başvururken, yukarıda zikrettiğimiz anlayışı bir daha hatırlanmamak ve hayata geçirememek üzere tamamen ortadan kaldıracak önlemleri almayı da ihmal etmediler. Batı Trakya, On İki Adalar, Kıbrıs, Hatay, Boğazlar, Musul, Kerkük gibi kendi elleriyle çizdikleri sınırlarımızın dört bir yanına patlamaya hazır bombalar bırakırken, yine kendilerinin tayin ettiği kukla idarecilerin iş başına getirildiği komşu devletlerle aramızda yeni yeni düşmanlıklar icat ettiler. Bir kısmı bugün bile halledilememiş meseleler yakın tarihimize damga vurdu, enerjimiz bu sun’î meseleler uğruna heba olup gitti.
Bununla da yetinmediler, tohumlarını çok önceden bilerek ve kasıtla ektikleri ve maalesef bizim idarecilerimizin de türlü vesilelerle kökleşmesine zemin hazırladığı terör belâsını da topraklarımıza saçtılar. Bir müddet yabancı ülkelerde görev yapan dışişleri personelimize musallat olan terör, nihai evresinde ülkemizin özellikle bir kesiminde kendisine hayat imkânı buldu.
Bütün bu olanlar bizi kendi meseleleri içinde çırpınan, çırpındıkça içine kapanan, dünyanın dört bir yanında meydana gelen olaylara kayıtsız kalan bir devlet haline getirdi. Bosna’da, Irak’ta, Filistin’de ve zulmün hüküm sürdüğü daha nerelere, tarihten gelen bir içgüdüyle, refleks bir tepkiyle müdahale etmek istedik ama hep kuvvetli bir el bizi eteğimizden aşağıya çekti.
Yabancı ellerin maşası terör belâsını def etmek için bu süre zarfında binlerce vatan evladı şehit ve gazi oldu. Neredeyse ülkeyi bir baştan diğer başa yeniden inşa edebilecek maddî kaynak terörü yok etme işine aktarıldı. Buna rağmen bela, dönem dönem ülke ve millet menfaatine adımlar atılsa da bir türlü tamamen sona erdirilemedi ve bugüne gelindi. Şimdi ilk defa milletin yüzde ellisinin oyunu almış bir hükümet bu işe ciddi anlamda el atıyor.
MESELENİN TESPİTİ
Gelinen noktada millet hafızası teröre karşı silinemeyecek kötü hatıralarla dolu. Evet terörün bitmesi herkesin ortak arzusu ancak millet olarak bilinçaltımızı şekillendiren bu hatıraları yok saymak, hiçbir şey olmamış gibi hareket etmek de mümkün değil. Kıl üstündeki bu hassas denge gücünü oydan alan seçilmişleri hep tedirgin etti, etmeye de devam ediyor. Ne var ki bugüne kadar süre gelen suya sabuna dokunmadan terörü tamamen siyasetin dışında bir devlet politikası halinde ele alan ve bu işi bürokrasinin özellikle de silâhlı kuvvetlerin meselesi haline getiren anlayışın da kredisi tükendi.
İlk zamanlarında görmezden gelinen, zaman içinde artık görülmeyecek yanı kalmayan ve bugün el atılmadığı halde daha büyük felâketlere sebep olacak meseleye bir çözüm gerekiyor. Zannederim tozun dumana karıştığı ve eleştirilerin en üst perdeden dile getirildiği bu hengâmede, eleştirilerini en sert üslûpla dile getirenler de dâhil hemen herkesin ittifak ettiği bir nokta var ki o da ortada halledilmeyi bekleyen bir meselenin olması…
USULÜ
Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; hükümet, 30 yıldan beri kanayan yaraya el atmakla, ortak bir arzuyu dile getirmekle, esasta doğruyu yapmaktadır. Tartışılan, üzerinde kıyametler kopan ise bu işin hayata nasıl geçirileceği, yöntemi yani usulüdür.
Çözüm süreci nedir, nasıl işler, nerede son bulur, baştan sona süreç planlanmış mıdır ve daha nice sorular… Son birkaç ayın haber bültenlerinin, gazetelerinin bu ve benzeri soruların cevaplarının arandığı platformlar haline dönüşmesinden de anlaşılacağı üzere çözüm sürecinin usulü de önemli. Atılacak yanlış bir adım, verilecek talihsiz bir demeç bile süreci sekteye uğratabilir.
Böylesine hassas, ülkenin geçmişine damga vurmuş ve geleceğini şekillendirebilecek bir meselede bütün partilerin ve onların başta genel başkanları olmak üzere politika üreten mensuplarının siyasî kaygıların uzağında ortak bir noktada buluşması ve çözüme katkı sağlaması ne güzel olurdu. Sadece temenniden ibaret kalan düşüncemizin uygulanma imkânı bulması mümkün görünmüyor.
Gelinen noktada bir tespit yapmak mecburiyeti doğuyor; beğenelim, beğenmeyelim hükümetin meselenin halli için uygulamaya koyduğu bir usul var; bir yerlerle görüşüyor, görüştürüyor, mektup trafiğine yön veriyor, destekliyor, fikir beyan ediyor, kamuoyu meydana getirmek için heyetler teşkil ediyor, milletvekillerini farklı illere gönderiyor vs… Bütün bunları ülke yararına, millet menfaatine yaptığını söylüyor. Muhalefet ise bitmek bilmez bir enerjiyle her yapılanı eleştiriyor. Elbette ki eleştirecek, bu muhalefetin varlık sebebi. Ama eleştirirken bile bir tez olamıyor, hatta antitez bile ortaya koyamıyor. Sizin çözüm öneriniz nedir sorusuna cevap olacak bir açıklamaya rastlanmıyor.
MİLLETİN MESELEYE BAKIŞI HAKKINDA BİR KANAAT
Peki bütün bu olup bitene milletin bakışı nasıl. Bir sene sonra yapılacak seçimler bu soruya en doğru cevabı verecek muhakkak.
Yakın siyasî tarihimizde ilk defa bir hükümet milletin önüne ciddi hedefler koyuyor. Cumhuriyetimizin 100. yılında dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmekten bahsediyor, bu minvalden olmak üzere 2023 tarihini sıkça telaffuz ediyor. Yetinmiyor, Anadolu’nun milletimize vatan olduğunun tescillendiği 1071 tarihine atıf yaparak 2071 hedefleri gösteriyor. Başbakanın üç çocuk teklifini ilk kez duyduklarında işin magazin boyutuna vurgu yapanlar, bu konudaki ısrarlı ve kararlı tutum karşısında durdukları yeri sorgulamaya başlıyor. Rahmetli Özal’ın Çin Seddi’nden Adriyatik Denizine Türk dünyasını birleştirme arzusundan sonra önüne böylesi duymaya alışık olmadığı hedefler konulan milletin en azından derinlerinde bazı duyguların harekete geçtiğini kabul etmek gerek.
Hedefleri milletin önüne koyan, seçime girmeye hazırlanan yeni kurulmuş bir parti değil, on yıldır ülkenin iktidarını elinde tutan, milletin desteğini arkasına almış bir kadro. Şimdi bu kadro meydan yerine çıkıyor ve milletin ruhunu okşayan o hedeflere varmamızın önündeki en büyük engel terördür ve ben bu engeli kaldırmak için gayret sarf edeceğim, bana destek ol diyor.
Kanaatimizce millet, artık kangren haline gelmiş bir meseleye el atılmasından dolayı memnun, meselenin hallinden ümitli, satır aralarında dile getirilen bazı iddialardan da endişeli bir halde ve hükümete bu mevzuda geniş bir kredi açmış durumda. Siyasî parti taraftarlığı yapan küçük bir kesimini saymazsak, büyük çoğunluğun meseleyi sessiz ve derinden ama gayet ilgili bir şekilde takip ettiğini söyleyebiliriz.
İKİ KONFERANS
Dergimizin sahibi Ali Erdal Hocamızın Millî Türk Talebe Birliği’nin Bilecik Şubesi’nde verdiği ve geçen sayımızda ilkini yayınladığımız “Büyük Doğu Dersleri” dikkatli okuyucularımızın gözünden kaçmadı ve sitemizde en çok okunan eserler arasında yer aldı. Erdal, Ülkü Ocakları Bilecik Şubesi tarafından organize edilen Çanakkale Zaferi’ni anma programında da bir konferans verdi. Ancak yerimizin darlığından dolayı sadece “Büyük Doğu Dersleri”nin ikincisini yayınlayabiliyoruz. Aşağıda okuyabilirsiniz…
|