Kürsü Kürsü Nizam Sayı:
43 -
(Bu sayfadaki imzasız yazılar İman ve İslâm Atlası’ndan alınmaktadır.) (Hurafeler anlatıldıktan sonra sıra, onların zıddı mucize ve keramete geldi) Hurafenin kâmil zıddı olan mucize ve keramet, insandaki bedavadan “olur” kanaatine karşı, Allah nebîlerine verilen meydana getirmek kudreti… Ölüyü diriltmek, körün gözünü açmak, zaman ve mekânı aşmak, madde ve imkân kanununu yırtıp geçmek gibi… Keramet, bağlı bulunulan nebînin yolunda onun ruh hassasından güç kazanarak yine aynı harikalara vücut vermek… Velînin kerameti, tâbi olduğu nebînin mucizesidir; ve İslâm’da öyle velîler gelmiştir ki, bazı nebîlerde bile görülmedik tecelliler göstermişlerdir. Fakat Allah’a karşı edep iktizası, en büyük kerameti hallerini gizleyebilmekte bulmuşlar, iradeleri ellerinde olmayarak bir keramet gösterdikleri zaman da, örtüsü düşen bir bâkire hicabına bürünmüşlerdir. “Altun Silsile”nin büyük kol başlarından Ubeydullah Ahrar Hazretleri buyuruyor: “Biz istersek arz küresini ikiye şakkederiz; ama hiçbir şey yapamayız ve İl âhî iradenin tecellisini gözetleriz…” Şah-ı Nakşibend Hazretleri’ne soruyorlar: “Sizden niçin bu kadar az keramet sâdır oluyor?” Şu cevabı veriyorlar: “Bunca vebâl altında ayakta durabilmemizden büyük keramet mi olur?” Oysa “Altun Silsile”ye ismini bağışlayan velî, karanlıkta müridi korkmasın diye batan güneşi ufuk noktasında durduran ve dehşetler içindeki müridine “bunlar tarikat oyunlarıdır; gaye bu değildir!” diyen kahramandır. Aynı Şah-ı Nakşibend “bir velînin öz iradesiyle keramet göstermeye kalkışması, bir kadının hayz ve nifasında kendisini kanlı donuyla teşhir etmesinden beterdir!” buyuruyor. Mucize ve kerameti akıl terazisiyle tartmaya çalışan maddeci kafa “olamaz” bildiğine karşı “olur” izah edebilse daha ne ister? O, gözüyle gördüğüne inanır da tüm kâinatın ve bu arada gözle görebilmenin ne çözülemez bir mucize olduğunu kabul edemez. Sanki gözü ve görmeyi kendisi ısmarlamış gibi… Baştan başa mucize tablosu kâinatta, Allah’ın nebîlerine verdiği ve onlarda gösterdiği kudret, hakikatle hayal arası tam kıyas vâhidi teşkil eder. Hokkabaz ve sahte şeyh de mucize peşindedir; ama hakikatleri birbirine “nâmütenahi” kelimesiyle uzaktır. Kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratılmış olduğu Resûller Resûlü, gözlerini kırparken bile mucize ifadesine sahip… İman tam olunca ispat kaygısı kalkar ve işte o zamandır ki, insanda mucizeyle hurâfeyi birbirinden ayırd etmek hassası doğar. Böyle olursa da mürşitten keramet beklemek ve istemek edepsizlik olur. NETİCE Öyleyse “Hurâfe” bahsi şöyle mühürlenebilir: Allah’ın Kitabı, Resûl’ün beyanı ve onların hâlis bağlıları dışında her tespit ve teşhis hurâfedir; buraya kadar olan kalbin tasdikinde ve gerisi, kalb ve yaveri aklın teftişindedir. Hazret-i Osman’ın Ebuzer Hazretleri’ne verdiği cevapla hem ferdî mülkiyet hem de içtimaî adalet nasıl iç içe barındırılıyor ve bu davanın (metodoloji-usuliyat)ı kuruluyorsa Hazret-i Ebu Bekr’in kâfirlere mukabelesinde de akılla imanın ve “olur”la “olmaz”ın denge mizan noktası meydana çıkıyor. Miraç gecesinin sabahı Kureyş nasipsizleri Ebu Bekr’in kapısındalar… Çağırıyorlar, nebîlerden sonra dünyanın en büyük insanını kapıya… Diyorlar: “Seninki yeni bir haber getirdi; Mekke’den uçarak Kudüs’e gitmiş, orada göklere çıkmış, Allah’ı görmüş… Buna da mı inanacaksın?”… En büyük Sahabî soruyor: “Bütün bunları kim söylüyor?”… Cevap: “O!”… Sual: “O mu?”… “Evet, O!”… Ve son söz: “O söylüyorsa doğrudur!”… İşte hurâfeyle hakikat arası biricik tefrik mîzanı ve bu mîzanı getiren din!.. ÖLÇÜ O (sav) söylüyorsa, doğrudur. Hz. Ebubekir (ra) ÖLÇÜ Mânâsız lâfızlarla kargacık burgacık bir takım nüshalar yazılması, nazara karşı şunun bunun üzerine öteberi asılması, kadınlarca hoş görünmek için bir takım efsunlar yapılması, şirktir. Bir şeye alâka bağlayan ve onun himayesine sığınan, o şeye havale edilir. Kim, yıldızların gidiş gelişinden hüküm çıkarmak için ilim elde ederse, sihirden bir şube edinmiş olur; ve ilmi ziyadeleştikçe suçu fazlalaşır. İsimlerden, kuş seslerinden, kuş uçurmaktan, ufak taşlar atmak veya noktalar dökmekten gaibin keşfini bekleme gayreti, putperestlik ve sihirbazlık işidir. Bir takım illetlerde sirayet; ve ayda, günde kuşta, hayvanlarda, şeamet yoktur. Gulyabani masalları da yalandır.
|