Durun kalabalıklar Muzaffer Doğan Sayı:
81 - Temmuz / Eylül 2014
Ali Erdal hocanın beklenen kitabı Okur Kitaplığı tarafından nihayet yayınlandı.
Üstad Necip Fazıl bir noktalamasında;
“Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı,
Yok mudur, sizin köyde, çeken fikir sancısı ?”
Diyordu.
Yaşadığı dönemde de, vefâtından sonra da, Üstad’ın ‘lâfına dost’ olanların sayısını milyonlarla ifâde etmek mümkündür. Fakat ‘çilesine dost’ olanların sayısı için pek de iyimser değiliz.
Sağlığında, lâfına dost olanları, salon salon, meydan meydan, tümen tümen gördü. Çilesine dost olanların azlığı, yetersizliği ise, onun için hep hayıflanma konusu olmuştur.
Fakat Üstad asla ümitsizliğe düşmemiş, aksine, çevresine, gönüldaşlarına, öncülük ettiği gençliğe, zor zamanlarda hep ümit aşılamıştır.
Gözünü hep geleceğe dikmiş, dimdik durmuş eğilmeden, bükülmeden, hedeflerinden milim sapmadan yürümüş,
“Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;
Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir.”
Diyerek, ümidi bestelemiştir.
Seyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleriyle tanıştıktan, Tek Parti Diktatoryasına karşı ilk ciddî, kapsamlı ve tutarlı muhalefet bayrağını açıp, meydanlara çıktıktan sonra narayı basmıştır:
“DURUN KALABALIKLAR, BU CADDE ÇIKMAZ SOKAK!”
Ama, işi burada bırakmamıştır. Çıkmaz sokağı (Kemalist devrimler) göstermekle kalmamış, kurtarıcı ana caddeyi de (pazarlıksız İslâm ) göstermiştir.
Üstad, altmış yıllık çileli mücadele hayatında, BÜYÜK DOĞU teknesinde bir nesil değil, dönem dönem birçok nesil yoğurmuş, birçok insan yetiştirmiştir.
Üstad, ‘ölümsüz şarkı’sını, yetiştirdiği nesillere bırakarak, ölümsüzlük âlemine göç edeli, otuzbir yıl geçti. Bu gün, Büyük Doğu dergisi çıkmıyorsa da, Büyük Doğu dâvâsı yürüyor, yürüyecek.
Yüzyıllardır hasreti çekilen büyük mütefekkir şair, Allah’ın bu millete bir lütfu olarak geldi, destanlık çapta memuriyetini yerine getirdi ve bundan sonraki memuriyeti de, yetiştirdiği nesillere emânet edip gitti…
Bu memuriyetin idrâkinde ve Üstad’ın çilesine dost insanların sayısı gittikçe çoğalıyor ve çoğalacak…
Büyük Doğu dâvâsı iktidara yürüyor. İklimini kurma yolundadır. Büyük Doğu dâvâsı, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve dünyanın gündemindedir. Bu günün ve yarının gündemi, bundan sonra hep ‘İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’ olacaktır.
Büyük Doğu mektebinden yetişen ve kendisi de bir kanaat önderi ve yetiştirici olan Ali Erdal hocamızın bu kitabı Üstadı, çevresini, mücâdelesini, mücâhedesini, dâvâsını, hedeflerini, şairliğini, mütefekkirliğini, te’sir halkasını ve çilesini tanıma yolunda, fevkalade güzel, zevkle, şevkle okunacak, istifâde edilecek bir kitaptır ve ciddi bir emek mahsulüdür.
KARDELEN okuyucularının yakından bildiği ve tanıdığı Ali Erdal hoca, sağlığında Üstad’ı tanımış, onunla görüşmüş, evine gidip gelmiş, derinlemesine okumuş bir edebiyat ve fikir adamıdır. Dahası, Ali Erdal hoca, Üstadı okumakla, dinlemekle kalmamış; çilesine dost olmuş, o çilenin sancılarını çekmiş, öğretmenlik yaptığı okullarda, istidatlı gördüğü bir çok gence, onu tanıtmış, okutmuş, sevdirmiştir.
Halen Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesinde hocalığa devam etmekte olan Ali Erdal hocayı, bu kalem tecrübesinden dolayı tebrik eder, Kardelen okuyucularına da hararetle tavsiye ederim.
|
Eklenen Yorumlar
Ekleyen : ekrem yılmaz 27.09.2014 Yorum : "Durun Kalabalıklar" - Ali ERDAL
...
Durun Kalabalıklar kitabını okudum. Ali ERDAL hocamın hiç bir yazı ve kitabından daha evvel almadığım bir derecede haz aldım. Yani hepsinin fevkindeydi... Sanki yazar bu kitabı yazmak için yaratılmış. Dedim. Bunu söyleme ihtiyacı hissettim. Hani herkesin bir "varlık hikmeti" vardır ve bir ömür herkes o kendi var ediliş hikmetini arar ya... Kimi bulur kimi bulamaz, ve kimse bulup bulmadığından da emin olamaz, işte onun hakkında dışından benim söyleyebileceğim budur. Adeta bunu yazmak için yaratılmış. Tabi Üstadı anlamak için yaratılmış önce... Ama biz bu eseri okumamış olsak bundan haberdar edilmemiş olacaktık.
Üstad Necip Fazıl da sağ olsa ve bu esri görse idi ve bilse idi ki kesin bir şekilde; dünyada onu başka kimse anlamamış, artık gam çekmezdi. Bu eseri görünce bunu düşünürdü demek geliyor içimden. Bu adam beni bu kadar derin anlamış ve anlatmış, varsın gerisi anlamasın! Anlamasa da olur, diyebilirdi diye düşünüyorum.
Hocamın kitaplarını ve bütün yazılarını okumuşumdur. Bu akıcılık ve rahatlık hiç bir eserinde bu kadar hissedilmiyor. Hatta yazılarındaki o titizliği duygularını ele vermemesini hep eleştirmişimdir. Zira sohbetlerini de dinlemiş biri olarak, hep o akıcılığın ve kolay söylemenin yazılarında olmayışını kendine ifade ederdim.
*
Fakat bu eser öyle tabi ve kolay söylenivermiş ki, başarılması zor bir seviye. Tıpkı Yunus'un şiirleri gibi ve Üstadın misafirlerine gösterdiği tavır ve sindirdiği rahatlık gibi... Hani anlatıyor ya Ali bey ona misafirlikteki rahatlığı ve insanların onun yanında ne kadar kolay ve rahat kendileri olabildiklerini... Aynen öyle bir rahatlık ve Yunus şiiri kolaylığında söylenmiş ve öyle sindirilen bir anlatım olmuş. Bir dehayı bu kadar derinden anlayan ve bu kadar rahat ve derin anlatan bir ikinci talebe örneği var mıdır bilemem dünyada ve yazın hayatında?. Herhalde yoktur ve Üstad adına ne kadar saadet duyduğumu anlatamam. Ve kendi adıma tabi... Zira onu hep böyle anlatmak ve anlaştırmak istemişimdir ta derinimde... Mutlaka ruhu haberdar edilmiştir bu bağlılık ve aşktan. Biz de Hem Üstadı seven ve hem o hocamızdan onu tanımış ve dinlemiş olarak yine onun adına bu saadet duygumuzu iletmeyi ve tattırdığı hazdan haberdar etmeyi bir vazife ve vazifeden de öte bir borç ve mecburiyet olarak gördük.
Aynı rahatlık ve akıcılığa Ali hocamın sohbetlerinde aşına idik. Daha evvel basılan ve piyasaya çıkan eser ve yazılarında hep resmi ve ilmi; didaktik bir dil bulduğumu ifade etmiştim.
Meğer bu Mevlevilik ile Nakşiliğin tarifindeki farkı anlaştıran ince sır misali bir örtü imiş. Şöyle ki:
Hani bir mutasavvuf mütehassısı olan Essyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin dersin hocasının ricasıyla mümeyyiz olarak katıldığı bir imtihanda talebeye sorulan; tarikatler arasındaki farika nedir? Sorusuna çocuk cevap veriyor:
--- Harika ve keramette kadirilik; aşk ve muhabbette mevlevilik; züht ve takvada Nakşilik...
--- Sen bunlardan birini tercih mevkiinde kalsan hangisini seçerdin? diyen hocasına da:
--- Mevleviliği seçerdim, diyor ve hoca niçin deyince
--- Aşk ve muhabbete her şey dahildir, hocam diye karşılık veriyor. Ve bunun üzerine Abdülhakim Efendi Hazretleri
--- Aferin ! diyorlar
İmtihan bitiyor ve hoca
--- Ama efendim, talebe hocasının tarikatı olan Mevlevili seçti, siz de Nakşi olduğunuz halde, aferinle takdir buyurdunuz, sebebini sorabilir miyim?
İşte o zaman Efendi hazretleri şu mukabelede bulunuyorlar:
--- Çocuk doğru söyledi. Aşk ve muhabbete her şey dahildir. Şu var ki, Nakşilerin züht ve tavası, bu aşk ve muhabbeti örtmek için perdedir. Çocuk doğruyu söyledi. Züht ve takva ile örtülü aşk ve muhabbeti ayırt edebilecek kadar derinlere inemezdi.
*
Bu menkıbeyi hatırlamama sebep olan bu eseri okuyunca hocamın diğer eserlerindeki örtülü aşk ve heyecanı farketmeyişimi farketmem oldu. Meğer o kuru dil zannettiğim örtü, aşkının setr edilişi, Nakşilikteki aşkı örten züht ve takva mesabesinde imiş. Anlamamışım. Ayrıca Kardelen'deki son bir kaç yazısına da değişik isimlerde yazdığım yorumlarda da belirttim ki, bu kitabı okumadan evvel, artık hocam aşk ve heyecanını izhar etmiştir ve bunu görmek ve ifade etmekle saadet duymaktayım.
*
... Velhasıl eser sadece bir dehayı hak ettiği şekilde veya hak ettiğine en yakın şekilde anlama ve anlatma denemesi değil, bir çok konuya getirdiği açıklık ve izahlar ile de ön plana çıkıyor ek olarak, meseleyi kavramak için de zaten lüzumlu olan izahlar bunlar, lakin kendileri de bir buluş ve yeni tespitler aynı zamanda... Meselâ beni en çok etkileyen yeri, Üstadı ve şiirini ele almadan evvel mücerret olarak şiir hakkındaki görüşlerini yazarken; şiirin ve şairin kim ve ne olduğu hakkındaki görüşlerini okumak olmuştur. Ne kadar yeni şey duydum ve okudum orada: Şiirin ne olduğu ve şairin kim olduğu hakkında... Tarihimizden de örnekler vererek: Misâl, "şairin bir mısra'ı ile büyük şair olduğunun anlaşılacağı" ifadesi veya "büyük şairin bir kötü, bir de en iyi şiirinin olamayacağı" ifade ve buluşları gibi... Zulmün şiirinin olmayacağını daha önce duymuştum kendisinden, fakat tartışan guruplardan şiir söyleyen taraf, haklı taraftır demesi ne kadar hazine bulmuşa çeviriyor insanı... Ve verilen misaller: Mücevher odasına birini sokmak ve yalnız bir şey almasına müsaade ederken gözünün diğerlerinde kalacağına vurgu yapması... Ne müthiş bir bölümdü o kısım! Sadece o bölümü bile kendi poetikası olurken de Üstadı başka hiç bir yerde bulunamayacak olan izahlara kavuşturmuş.
*
Sonuç olarak diyebileceğim şudur ki:
Üstadıma aşıktım, bu eser perçinledi ve izahını getirdi; hocamın sohbetlerinden hep haz almış ve keşke bitmese demişimdir o esnada içimden, burada bu eserle de o akıcılığı ve hazzı bize tattırmış ve bunu yazı ile de yapabileceğini ispat etmiş oldu. Kendisine böyle bir eser kaleme aldığı için bu millet adına teşekkürlerimi sunarım efendim. Hem de haddim olmadan, o bana sevdirdiği Üstadım Necip Fazıl adına bile teşekkür etmek istiyorum: Onu böyle anlayıp, bize böyle seviyesine zor ulaşılır bir eserle anlatabildiği için.
Minnettarız. Ecrini vermek elimizden gelmez Hak Tealâdan dileriz.
Allah razı olsun, kalemine daha nice eserler yazmak nasip olsun inşaalah... Nasılsa o cevheri bulan benzerlerini de yontar diyor ya kendisi, o kumaş zaten kendisinde mevcut. Cebimizde kaybettiğimiz o güneş bulunmuştur, hamdolsun, bunun haberini almış olduk ve o durun! dediği kalabalıklara mal oluş müjdesini de!..
Allah yolunu daim açık etsin. (Amin)
ekrem yılmaz
Ekleyen : bir okuyucu 17.08.2014 Yorum : "Kaçır beni âhenk, al beni birlik/
Artık barınamam gölge varlıkta/
Ver cüceye onun olsun şairlik/
Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta"/ (NFK)
***
Al beni Birlik
...
Al beni artık bıktım/
Senden başka herşeyden/
Resûle ben uyanım/
Dönüp Senin Vechine/
*
İmtihândan korkarım/
N'olur edilmeseydim/
Defterde yoktur dolum/
Huzurda boyun eğdim/
*
Meccanen isteriz af/
Telâffuzu zor harf kaf/
Aşılacak dağ mı Kaf/
Yolu Senin hediyen/
*
Cimrilik etmeyeyim/
Bizlere toplu Rahm'et !/
Tekrar başım eyeyim/
Vesilemizdir Ahmet (!)/
*
Bir an bile kalamam/
Eğer rızan olmasa/
Başka teklif alamam/
Defterde yer kalmasa/
*
İşte vardım âhenge/
Birliğinde demirli/
Burda bulunmaz denge/
Varış ancak emirli/
*
Cücelikten istifâ/
Gölgelikte yok sefâ/
Seçilmiştir Yestefâ/
San'at o erişte mi ?/
*
Sermayeyi tükettik/
Enayiye tüh ettik/
Varlık ancak Sendedir/
Biz yokluğa hamdettik./
***
Ekleyen : bir okuyucu 16.08.2014 Yorum : Tebrik ederiz, hem kitabı yazan Üstadı anlatan hocamıza ve hem Muzaffer abimizie.
Elbette Üstad daha neler yetiştirdi... Üstad ihtilâl adamı, ınkılâb ettirme adamı... Bu toplum parmağının doğrultusunda ınkılâbına devam ediyor. Süreç tamamlanmış değil. Eserleri her türden meydanı dolduruyor hamdolsun; sadece yazılı olanları kastetmiyorum. Ete kemiğe bürülü eserleri de meydan yerinde ve heykelleşiyor. Son kaleler yetiştirdikleri tarafından işgal edildi, dolduruluyor. Sİyaset ve toplumu her yönüyle daha asırlarca meşgul edecek ve kendine yön verecek mütefekkirine kavuştu Türk toplumu... Nihai eseri elbet zirveye oturacaktır. Bekleyenler ve takip edenler yetiştiği kadarını görürken, buz dağının görünmeyen kısmı ile tabir edilen muhtevası asırlara yayılacak elbet, Yunustan daha derin olarak topluma ve ferde tes'hir ederek... Gelecek araştırmacılar ordusuna gebedir; sosyal, siyaset, fert, ruh, iman ve aksiyon açısından. Ne diyelim: O Üstaddı ve dahî bir çilekeş; inandığı dünyasından başka özel bir hayatı olmayan...
|