Kaybedip heryerde aradığımız sevgi Halis Arlıoğlu Sayı:
83 - Ocak / Mart 2015
Sevgi, ülfete bağlıdır. Efendimiz (sa) "Ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyende hayır yoktur" buyurmuşlardır. Halk arasında bu, "Mârifet, iltifâta tâbîdir." şeklinde ifâde edilmekte. Sahası geniş "sevgi"yi hadîs-i şerif ışığında izâha çalışacağız. Elbette en güzel, en makbul, en yüce ve en ulvî sevgi; sevgi hissini bize bahşeden Cenâbu HAK’a (cc) ve Rasûlüne (sa) sevgidir. Daha sonra onun yolunda gidenleri sevmektir. Bizim anlatmak istediğimiz, aile içi sevgi... İşte o sevgiye Efendimiz (sa) "ülfetle-iltifatla" başlanacağını ve kapısını açacak olanın ‘ülfet-iltifat’ kilidi-anahtarı olduğunu belirtmiştir. İster hayat arkadaşı, can yoldaşı ve sırdaşı olsun, ister dostu, hemdemi ve yol arkadaşı olsun, isterse kapı komşusu ve akrabası... İşin aslı bu... Başlangıç ve çıkışı bu olduğuna göre, diğerlerini de buna göre mukâyese edebilirsiniz... Aslında sevgi, çok kapsamlıdır. Herkesin sevgi anlayışı başkadır; İnsan, hayvan, kuş-kurt sevgisi. Bahar-yaz, kış ve tabiat sevgisi. Çiçek-böcek, giyim-kuşam, gezip-tozma sevgisi. Yiyip-içme, eğlenme ve zevk-safa içinde yaşama sevgisi. Kadın, mal-mülk, makam sevgisi ve günümüzde moda olan kedi-köpek, yılan-çıyan böcü-börtü sevgisi gibi aklınıza gelen, gelmeyen bin türlüsü vardır. Bizim kast ettiğimiz aile sevgisi. Hadîs-i şerifte; "ülfet" olarak geçiyor. Yani iltifat. Halk ifâdesiyle; nazlanma-cilvelenme, işveli davranma gibi şeyler. Bir şeyi bilmek başka, uygulamak başkadır. İltifatlar; kişinin sevgisini, muhâtabına iletmek ve onun ilgisini çekmek için yapılan; ona yaklaşmak, tavrını belli etmek, anlatmak, ihsâs etmek gibi muhâtabına gösterilen tavır ve hareketlerdir. Peki bu iltifatlar en çok kime yapılır veya yapılmlı? Siz olsanız kime yapardınız? Elbette en çok sevdiğinize, en yakınlarınıza.. Hayat arkadaşınıza, çocuklarınızla, yakın çevrenize yoldaşınıza, yol arkadaşınıza, can dostunuza, dert ortağınıza. Ve uzayıp gidenlerinize… Farzedin ki, muhatabınız bu iltifat ve ilginize önem vermedi. Hattâ hiç tınmadı, ne yaparsınız?.. "Elemini kalbinde tut, kimseye açma sakın!. Zîrâ, elemin zikri de, bir başka elemdir." Diyerek, bu hüznü, kederi, hayal kırıklığını içinize gömer, aile sırrıdır diye sineye çeker veya aynısını yaparak siz de umursamaz bir tavır mı alırdınız? Yoksa ona, iltifatın bir sevgi başlangıcı olduğunu, sizin bu tavrınıza onun da karşılık vermesi gerektiğini mi söylerdiniz? Evet, zor durumdasınız. Oysa hadîs-i şerifte "Ülfet etmeyen ve edilmeyende hayır yoktur" deniliyor. Müslüman olan ve olduğu iddiasında bulunanları; ister kadın, ister erkek olsun, onları bağlayan tek şeyin dînî kural ve kaideler bağladığına ve bunların da –hâşâ– lâf olsun kabilinden söylenmediğine göre; çözüm yine hadîs-i şeriftedir. Hayrın olmadığı yerde şer vardır. Hayra kapalı olan şerre, kötülüğe ve hayırsızlığa açıktır. Zîrâ çok açık bir şekilde ülfetsizliğin hayırsızlık olduğu ifade ediliyor. Sen hem hayırsızlığın içinde ol, hem de o hayırsızlıktan hayır um, ondan menfaat bekleye… Böyle çarpık zihniyet, Müslüman’a yakışmayan materyalist, egoist ve menfi bir zihniyettir. Oysa; "Bütün aşklar sevgiyle, hayat bulur, canlanır. Sevgisiz olan aşklar, gelişmeden sonlanır. Sevgiler bir çiçektir, herkes sevilecektir. Sevgisiz o yürekler, ya börtü, ya böcektir. Yaşar sevgiyle ruhlar, yardımcıdır ulular. Sevgisiz o hayâtlar, ha yok imiş, ha da var." Adam ve kadın.. Namazlı-oruçlu, dindar, hayır-hasenât sahibi kimselermiş (!) ama evlerinde huzur yok. Her gün didişme-itişip, kakışma var. Bir taraftan da sürekli din iman lâfı ediliyor. Fakat o kurala uyan ve onu bir çözüm olarak gören olmuyor. İlâhî emir ve yasaklar, lâfta kaldığı sürece, problemlerimiz çözülmek bir yana, daha da katmerleşir ve karmaşık hâl alır. Sanırım bu konuyu en iyi anlatan da şu ibretli sözlerdir: "Garâibin şu da bir yönüdür ki, insanlar. Arar hakîkati fakat aksi yönde yürür. Eskazâ onunla karşılaşırlarsa bir gün. Hakikat onlara, onlar hakikate tükürür." Evet gerçekten de şaşılacak şey. Biz, pek çok şeylerin içinde, merkezinde olduğumuz halde ne yazık ki, çözümü kokuşmuş yabancı felsefe-ideoloji ve doktrinlerde aramaktayız. Sanki "Ol mâhîler ki, deryâ içredir, deryâyı bilmezler." sözü bizim için söylenmiş. Müslümanlar çözümü inandığı dînî emir ve yasaklarda aramalıdır. Çözüm ve çâre Allâh’ın (cc) emri, Peygamberin(sa) sünnetindedir. Günümüzde en sık karşılaştığımız konulardan birisi de aile geçimsizliğidir. En dindar kimselerde bile söz konusu olmakta ve çıkarılan kanun ve kuralların bunu önleyemediği görülmektedir. Bâzı ekran medyatörleri, televizyonlardakı kadın pazarları ve bu işin ticaretini yapanlar ise, bu en önemli konuyu resmen körüklemektedir. Bunların asıl sebebinin dînî inanışlar olduğunu söyleyecek kadar azıtan, zıvanadan çıkanlar bile mevcut… Son günlerdeki istatikî bilgilere göre; aileler arasında çok büyük çatlak ve boşanmalar olduğu görülmektedir. Aile sevgiye dayanan bir kurumdur. O sevgiyi güçlendirecek olan ise, hadîs-i şerifte belirtildiği gibi iltifattır. Bu da para ile alınan ve zor bulunan bir şey değildir. Sevdiğine iltifat edeceksin. Zâten bu, severek-isteyerek bir birleşme olduğuna göre, eşyânın tabiatı gereğidir. Buna yabancı olanların elbette problemleri bitmez!. İltifatla başlayan, mültefit bir tavır görür. Ben naz, cilve bilmem, iltifattan-mültefitten anlamam, o yağcılık, riyâkârlık ve yaranmadır diyerek kabalığı, hodgamlığı, hotbinliği, bencilliğini, gurur ve enâniyeti, kibri, hamâkat ve anlayışsızlığı mâzeret gösterip, ona sığınmak ise ayrı bir hoyratlıktır. Onlara şunu sormalı. Hayvanlar bile kendi aralarında koklaşır, cilveleşir nazlanırlar. Her şeyi örnek alıp sonuç çıkaranlar, bu basit örneği niçin görmezler? Aile demek, aynı çatı altında bulunup, aynı odada yatmak değildir. Hayvanlar da aynı şekilde yaşıyorlar. İnsanın hayvandan farklı olması gerekmiyor mu? Üstelik en mukaddes sevgiyi sokağa düşürüp, onu pespâyeleştirenlerin sokaklarda ve evindeki televizyonlarında bunların daha iğrenç ve bayağı şekillerini gördüğü bildiği halde. Onun asıl yapılması gereken yerin aile ortamı, ev hayâtı olması gerektiği ve bunun da en önemli bir görev olduğunu bilmesi gerekir. Onları bir zül (!), gurur ve enâniyet, zillet bilip, hayat arkadaşından esirgeyen, buna da mâzeretler üretenler hayra değil şerre, kötülüğe, geçimsiz ve huzursuzluğa kapı açmaktadır. Elbette onlarla uyuşmak, mutlu bir aile ortamı sağlamak zordan da zordur. Cemiyetimizi zora sokan birçok şeyin çâresi, dînî emir ve yasaklardadır. Ona inanıp, uygulamadıktan sonra kitaplarda yazılan DİN, sana ne yapsın? İnandığın dînî emirlerden habersiz olman ne ifade eder? Böylelerine hem kel, hem fodul denir. Ülfet; bilindiği üzere; taltif ve iltifattan gelir. Bir şeyle ilgilenmek, ona alâka göstermek, meyletmek, iltifatta bulunmak, yakınlık hissetmek, sevgi gösterisinde bulunup onun gelişip, boy vermesine yardımcı olmak demektir. Aslı, sevmek mânâlarına gelir. Bunun geliştiği boy verdiği, meyveye durduğu en güzel yer, öncelikle aile arası ilişkilerdir. Çünkü aile demek; menfaat ve karşılıklı çıkar ilişkisi olmayan çok ulvî, çok geniş mânâ ve mefhûmu olan, hasbîliğe, hizmete, fedâkârlığa dayanan bir bağlılıktır. ‘Muhabbet’ denilen bu sevgi ağacının kökleri çok derinden gelen bir Mahbûbenin-sevgilisinin gönlüne kök salmaya müştâk, ona can atan derûnî bir sevgi demektir. Bu gönüllü fedâkârlığa dayalı çileli hizmetin yolu da o nispette engelli ve tehlikelidir; Sitemler, kaprisler, inkâr ve isyanlar, onca fedâkârlıkları yok saymalar. En güzel yılları, birlikte yaşanan onca mutlulukları, ademe-mahkûm edip, yok saymalar ve onları hiç yaşanmamış gibi görüp; "ben ne gün gördüm ki"lerle, başlayıp giden kadir kıymet bilmezlikler, sonu gelmeyen şikâyetler, sızlanmalar, şükürsüz ve fikirsizlikler felâkettir. Onun için bu cefâkâr yolu kat ederek menzile varıp mutluluk kapısını açmak, öyle sanıldığı kadar kolay ve basit bir şey değildir. Ülfette bulunan, iltifat eden, gerçekten bahtiyârdır. Ondan kaçan, her şeye rağmen onu yapan hayat arkadaşına, dostuna, iltifatta bulunmak yerine; arkasını dönenlerle karşılaşmış ve karşılaşacak olanların vay hâline. Hayırda bulunup hayırlı olmak kolay değil. Hayatta hayırsız, kademsiz ve uğursuz kimselerle karşılaşacak, belki de bir aile ortamında bulunacaksınız. En içten duygularla s unduğunuz onca iltifatlara, ilgi ve sevgiye çifte atan; eliyle, diliyle, kaşı-gözü ile tavır ve hareketleriyle darbe vurup yaralayan tiplerin cevrine, sitemine mâruz kalabilirsiniz. Meşhur bir deyim var: "Uğrarız sadmesine, her gelenin. Bu da bir darbesidir, hergelenin" "Ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyende hayır yoktur!" Hayrın olmadığı yerde ŞER vardır. Ülfetsizler, hayırsızlığı tercih edenlerdir…
|