Bir ceninle kırk gün, kırk gece konuşma Sinan Ayhan Sayı:
84 - Nisan / Haziran 2015
Yeraltı: Azı dişi tonlaması bir hayat… Az okunan, az kalmış, ama cambaz işi… Bazen kelime üstünde gözüm seğiriyor; çok kelimeler buluyorum etrafımda, beni bir kemik yapısı gibi ayakta tutan; azı karar, çoğu zarar buluyorum benden kesilip zamana atılanları…
Öğütmek ve öğütülmek üzerine bir kurgu… Benzim bir orta çağ savaş alanına benziyor, her şeyi israf etmekten öte, israfa zaman olduğumu düşünüyorum… Bir kibrit çöpü çekiyorum, “Shakespeare ifadeli bir orman” oluyor her şey; eldeki ölümler solup kaybolmuyor, mistikleşiyor…
Oysa Kuzgun’un İdeolocyası kurmalıydı bizi tekrar; söz, bir ip merdivenini müze mantığına göre bir köşe taşı haline getiriyor, nefesi kalmayan her şey askıya alınıyor ve sembolleştiriliyor; çürümenin ideolocyası Kuzgun’a teslim ediliyor…
Cenin, benim veya sensin, cenin benim, senin ne varsa cenindensin; hotoz bölünme, bir süsleme dilini aradım karşımda, süslenen bir dil…
Çok kızgınım veya çok kuzgunum, belki çoğu dişimi kaybettiğimden, artık yer üzerine hiç bir direktifim, bir iftihar tablosuyla okunmuyor…
Denize Atılan Şişedeki Mesajı Deriye Kazımak: Alt veya üst, çok konuşmaya gelmiyor, beni arıyorlar her yerde, tehlike çanı denen göze batmak… Beni, “ben” kütle ve hacminde tanınmamayla, tanımlanamamayla karıştırıyorlar; beni hiç olmayana benzetiyorlar… Eşyayla temas ettiğim yerleri, buluştuğum durumları “katlanılamaz” olarak ilan ediyorlar…
Olsun… Bana salınan kezzabı, uysallıkla karşılayacak değilim…
Bu mesaj kendini imha etmez, kendine karşı olanı imha eder ve her halükârda imhaya, can okuma nesnelerinden başlar…
Doğu-Batı Yakası Hikâyeleri: Ey doğunun batısında olan, batını doğusunda olan, ağza alınmaz sözler biriktiriyor aynalar bize, aynalar bize bubi tuzakları kuruyor… Nefret önce kendi yüz teorimizde öğrenilir, ağlama şekillerinin bize anlattığı çok şeyler var, üslup doğu ve batı arası bir cendere şeklini alıyor…
Pabuçlar adım adım kaval ötüşünden akordeon haline geçiyor, kıyafetler tahta tozundan seyrelmiş kurtlar döküyor, iki yakanın bir araya gelmediği yerde ağza alınmaz sözler biriktiriyor bize aynalar, aynaların ideolocyasından, doğunun ve batının kapısı benze açık kalıyor…
Solan bir benizi bir “har”, Cama yaslanarak icat ediyorum, duyduklarım, gördüklerim, okuduklarım; doğu da sır dolu, batı da… Bu bünye çoğu zaman azı dişine bağlı bir batmayı seviyor… Ve bu bünyesizlik, bütün lamelleri ve yansımaları istisnasız ortadan kaldırıyor…
Bu, doğu veya batı ideolocyası değil, hasetten beslenen bir bozgun ideolocyası: şaşaa
Ceninin işittiği ise, bir mit değil; güneşle ve güneşsizlikle kırk gün, kırk gece konuşma…
|