Vatan sevgisi ve gurbet (3) Kubilây Ertekin Sayı:
84 - Nisan / Haziran 2015
Vatan sevgisi ve gurbetin aslı bir bakıma ”Hicret”le ilgilidir. “Hicret”in İslâm tarihinde bir dönüm noktası olduğu bilinen bir gerçektir. Sahih bir hadîsi şerifte;” Din ve ahlâk dışı fenâlık ve hayâsızlığın yaygınlaştığı, dîne tecâvüzlerin arttığı, mütecâvizlerin azıp- kudurduğu, cezâ görmediği dönemlerde buna kaşı sorumsuz, hissiz ve duygusuz davran mak, yada;”Eli ve diliyle men edip, kalben buğuzda bulunduğu halde.” Güç yetireme mek gibi şartlarda zorunlu olan bir hâdisedir..Birde ülkesinin düşman işgâli karşısında ve zorda kaldığı dönemlerde görülen olaylardır. Bu açıdan her Müslüman’ın aslî görevi; öylesi bir hayâsızlığı, tecâvüzü önce eliyle ve nasıl uygunsa onu men edip, engel olması, buna muktedir değilse, diliyle;Yâni uyarı ve gerektiğinde tekdirle o tecâvüze, saldırıya mâni olmayı sürdürmek zorundadır. Mevcut şartlar ve durum buna da müsait değilse; Kalben buğuz etmek, menfi tavır ve hareketleriyle bunu tasvip etmediğini belirterek tepkisini, nefretini, boykotunu gösterip, onlarla her tür ilişkiyi kesmekle görevli olduğu bildirilmektedir..”
Bugün İslâm âlemi, özelde Müslümanların başına gelen musîbetlerin çoğu bu vecibeyi gereği gibi yerine getirmemenin sonucudur. Günümüzdeki şer cephesinin uyguladığı boykot ve protestoların verdiği sonuçlar bunun en canlı örneğidir. Müslümanlar bâri bundan olsun ibret almalıdırlar. Kendisi bu görevi yapamıyorsa, yapmaya çalışan islâmî bir yayın organına abone olmak veya benzer birini almak sûretiyle de bunu yapabilir. Nitekim inanç düşmanları bunu çok güzel yapmaktadırlar.Yeter ki insanda bu yolda bir gayret, uyanış ve basiret olsun. Bundan da yoksun olanlar için tek şey kalıyor. Oda vatanı terk edip gurbetin, hasretin, hicretin yolunu tutmak.. Zâten o terk etmese de, onu terk ettirecekler demektir. Buna dair bir hadîs-i şerifte efendimiz(sa) meâlen;
”Zâlim, fâsık ve fâcirlerin zulüm ve tecâvüzlerine karşı inançlarını korumayan, gaflete dalan, gülüp-oynayan, ölümü unutan, ondan ibret almayanların vay hâine.! Azan, haddini aşan, nereden gelip-nereye gideceğini unutanlara yazıklar olsun!. Allah(cc) yolunda mücâdele etmeyenler müzmahîl olur, yıkılır-dağılır yok olurlar.!” Buyurmuşlar (Tirmizi, sıfât’ül kıyâme.) İşte “Vatan sevgisi, gurbet ve hasret ” bu şartlar altında da tezâhür edebilir.. Tabii bütün bunlar şuurlu, sorumlu ve o ateşin içinde yanan, acısını çeken, bunları en büyük dert bilenler için geçerlidir.Yoksa;”Deliye her şey düğün, bayram.” Veya M. Âkif’in ifâdesiyle;
“Mukaddesâtı için, çırpınan yürekte olur.
İçinde leş taşıyan sîneden, ne hayır umulur?”tipindekiler için değil...
Böylece bunun mukaddes bir dâvâ uğruna yapıldığını anlatmaya çalışmıştık. Aslında bu konuda çok uzaklara, dünyâ olaylarına ve birinci, ikinci cihan harbine kadar gitme ye gerek bile yok. Çünkü bunun acısını bir şekilde milletçe yaşamış ve nice mahrûmiyet, mağdûriyet ve mezâlime uğramış bir milletiz. En yakın örneği istiklâl savaşıdır. İnsan oğlu çekilen acıları unuttuğu veya aynı acıları çekmeyince onları hamâsî şeyler, yada nostaljik olaylar sanıyor. Oysa sâdece “İstiklâl marşı ve Çanakkale şehitlerine” şiiri bile o kıyâmetleri yaşayanların, o hercü-mercin bizzat içindekiler kadar olmasa da, ibretle okunduğunda o fecâati, milletçe çekilen acı ve elemleri anlamaya yeter de artar bile. Onun için merhum M. Âkif hasta yatağında iken, moda olan(onuncu marş) gibi yeniden bir marş yazılabilir mi? sorusuna “Allah (cc) bu millete bir daha istiklâl marşı yazdırma sın!.” Demiştir.Vatan hasreti ve sevgisine gelince; Onun tarifini yapan, bizzat yaşayan, yıllarca acısını, çeken, hasretiyle kavrulan, yine merhum Mehmet Âkif olmuştur.
“Çöz de artık yükümün, kör düğüm olmuş bağını…
Bana çok görme ilâhî!, bir avuç toprağını.”(529) İşte bu çığlıklar; Hakka yönelen niyazlar, akan göz yaşları, vatan cüdâ olan mağdur ve mazlumlarla, gerçek vatan sevgisi ve aşkıyla yanan yüreklerin arşa yükselen feryât ve figânlar vatan sevgisini, hasretini gösteren en önemli, en canlı örneklerdir. Sonuç olarak; her hâlükârda Müslümanların cihat ruhu ve azmi içinde olmaları gerekir. Atâlet, meskenet ve râhatizm gibi illetler, Müslümana zıt olan ve onu uyuşukluğa, sorumsuzluğa sevk eden sebeplerin başında gelen musîbetlerdir. Dînin ve dindar olarak yaşamanın ilk şartı, bu gerekçeye bağlıdır. Yüce kitabımızın kesin emirlerinden birisi de; Dîni için çalışmak tır.! ”Eleyse lil insâni illâ mâseâ=Çalışmayı emreden ilâhi bir fermandır. Zirâ dünyânın kuralı buna bağlıdır. İster mü’min, ister müşrik olsun çalışan kazanır. Onun için;
“Bakâyı hak tanıyan, sâyı bir vazife bilir.! Çalış, çalış ki, bakâ sây olursa hakkedilir.”
Dinilmiştir. Şuurlu ve sorumlu bir Müslüman sâde bu günü ve içinde yaşadığı dönemi değil, geleceği de düşünüp ona göre plan, program yapmak zorundadır. Bu açıdan Hz. Ali Rad; “Çocuklarınızı, içinde yaşadığınız dönem için değil, geleceğin şartlarına göre yetiştirin!” demiştir. Bu konu çok derin, bıraktığı acıların tortuları hâlâ tâze ve çok hazindir. Mevzî de olsa aynı olaylar kısmen devam etmektedir. İslâm âlemi mensup olduğu ÎDNE uygun bir yaşantı içinde ve özlenen vahdete kavuşmuş değildir. Bunun sonucu olarak; Ecdâdımızın ve millet-i islâmiye’nin mâruz kaldığı acılar, çektiği ıstırap ve çileler, onları anlatan ciltler dolu emir ve tavsiyeler var. Bunlardan ibret alınacak kıssalar, sözler, yaşanan musîbet ve tecrübeler, bizlere kadar uzanıp gelen olaylar zinci rini anlatan çok acı gerçekler mevcuttur. O yüzden bunlardan ibret almayanlar, âleme ibret olanlardır. Cenâbu Haktan temenni ve niyâzımız; Milletimizi vatan cüdâ edip, gurbetzede hâle düşürmesin ve yaşanan acıları tekrar yaşatmasın. Onlar ve yakın tarihi yaşamış olanlar, bu yazıda anlatılan, anlatılamayan bin türlü mahrûmiyet ve acıları en derin bir şekilde yaşadılar ve mücâdelesini verdiler. Bize de aynı yolu takip etmek, yeni
“Kardelen”lerin yetişip, neşvü-nemâ bulması için canla, başla çalışmak ve onların aziz ruhlarına rahmet, hâtırâlarını minnet ve şükranla yât etmek düşüyor. VE;
“İter isen sulhü salâh, hazır ol! cenki cidâle.” Sözü değişmeyen bir kuraldır..SON.
|