Şekli Müslümanlık ve Allah için buğz (2) Kubilây Ertekin Sayı:
86 - Ekim / Aralık 2015
İmâmı Âzam rahmetullâhi aleyh buyuruyor: “Bir evde yangın çıktığında onu haber vermek için mugalâtaya, lâf ebeliğine ve edebî cümlelere süslü ifadelere gerek yoktur, lügat yaparak vakit kaybedenler yangını körükleyen veya seyiredenlerdir”. Yıllardır lâisizm, ateizm ve materyalizm adına devam eden; edep, hayâ, başörtü ve din-iman düşmanlığı yapanlar; sonuçta edepsiz, hayâsız, iffetsiz dinsiz-imansız kıpkızıl ve çırılçıplak bir anarşi, dinsizlik ve ırkçılık yangını çıkartmışlardır. İnançlı kesimleri rejim ve sistem suçlusu görüp onlara kamusal alan ve katsayı zulmü uygulayıp; İslâmı ve Müslümanları PKK’dan daha tehlikeli (!) gören ve başlatılan ideolojik savaşın bin yıl süreceğini söyleyen eblehlerin sebep olduğu bir yangındır bu!.. Yıllarca savunulan din karşıtı ideolojilerle olanlar, sâde Müslüman Türklere değil; ırkçılık adına kör bir inat ve cehâletle destek verdikleri o Marksist-Leninist siyâsî önderleri eliyle, onca câhil Müslüman Kürt halkına olmuştur. Oysa Kandil’de ve dağlarda cemaatle sözde namaz kılma taklidi yaparak, namaz ve ezanla, din ve imanla alay eden resimleri ve bölgelerinde katledilen onlarca din adamları ile tahrip ve talan edilen câmiler, Kur’ân kursları ve inançlı kimselerin alçakça katledilmeleri, takip ettikleri ihânet odaklarının ne mal olduklarını açık seçik göstermekteydi. Ne yazık ki bunu Diyânet câmiâsı da iyi kullanamadı. Oysa bu resimler ve başka şekildeki inançsızlıklar sıklıkla câmilerde gösterilmeliydi ve sıradan insanların bilmediği bu Marksist-Leninist ideolojinin arka plânından habersiz olan halk da anlamış olurdu… Artık bunun saklanacak, gizlenecek tarafı kalmamıştır. Bu yangını çıkartan hâinler, sapık ideoloji adına resmen dine ve dindar halkımıza karşı bir savaşı başlatmışlardır. Bu konuda ırkçılığı da çok âdî ve alçakça kullanmaktadırlar. Gerçek ve şuurlu Müslümanların, dindar halkımızın ve özellikle Müslüman Kürt kardeşlerimizin bu acı gerçeği bilmeleri gerekirdi. Bilenleri tenzih ederiz.
İşte bugün yaşanan bu yangınlar, yukarıdan beri sıraladığımız sebeplerin acı sonuçları ve zakkum meyveleridir. Şimdilerde ise hızını artıran maddî ve manevî şekilde ülkemizi yakan korkunç bir yangın var. Önce iman, hayâ ve iffetle başlayarak, daha sonra isyan ve tuğyan şeklinde süren bu yangın esnasında her iman ve iz’an sahibi onu söndürmek için var gücüyle müdâhale etmek zorundadır. Böyle bir anda bile onu çıkartan imansız ve hayâsızların yanında ve peşinde gidenler bu yangının bizzat sorumlusu ve şeklen Müslüman olanlardır. Medya denen fitne kazanına ve ona destek veren Müslüman geçinenlerin hâlâ o kubur fârelerini bir matahmış gibi kapış kapış götürenlere bakarsanız şeklî ve zâhirî Müslümanların kimler olduğunu anlar ve görürsünüz. Bu iğrenç tavırlar ve yaşanan olaylar gerçek Müslümanla, şeklen ve zâhiren öyle görünenleri test eden çok önemli bir kıstastır. Buna çok dikkat edilmelidir. Kimin nerde ve kiminle olduğu, hangi safta bulunduğu böyle günlerde belli olur ve olmaktadır. Şükran ve hamden; Yani Müslüman olduğuna şükredip hamd eden şuurlu ve basiretli kimseler böyle bir isyan ve tuğyâna, inanç düşmanlarına âlet ve vâsıta olma gafletinde bulunamazlar!
İşin en iğrenç ve en hazin yönü ise; düne kadar bu yangının içinde olan ve yıllarca yakılanlar, şimdi yangını çıkartan hâinlerle aynı safta ve bu ihânetin içinde rol almalarıdır. Şimdi nerede o “Başbakan ve bakanları dinleyenler”? “PARALEL” tesmiye edilen bu din-iman ve hamiyet sömürgenleri şu yangın döneminde ne yapıyorlar? Yaptıkları tüm medya ve holdingleriyle, milletten devşirilen iâne ve “himmetlerle” Marksist-materyalist kesimlerle iş birliği içinde iktidar ve millî irâde düşmanlığı içinde olmalarıdır.
Kâfiristanlara sıvışan ve aynı suçlardan tutuklanarak içeriye atılanların itiraf ve ifadeleri bunu göstermektedir. Düne kadar kendilerine zulmeden, rejimin ve sistemin menfûru ve düşmanı olarak görülenler, bugün azılı din-iman düşmanı Marksist-Leninistlerle kol-kola ve canciğer olmuş, millî irâde düşmanlığında aynı safta olmaları hayret ve dehşet verici bir durumdur. Bir Müslüman için bunlar ne garip ve hazin bir tecellidir?
Eğer paralelci denen kesimde zerrece insanlık hissi kalmışsa; önce bu milletten özür dileyip, uzun yıllardan beri toplanan o “himmet-hizmet” nukutları-paraları ve taşınmazları millete iâde etmeleri gerekirdi. Çünkü bu konuda iktidar dâhil hepimiz, bütün millet aldatılmış ve çok iğrenç bir ihânete uğrayıp, yardım ve hamiyet duygularımız hayâsızca sömürülmüştür. Çünkü “hayır ve kermes”adı altında nice gariban Anadolu halkının bir tas bulgur ve saç böreği ile yardıma koşanların binlercesi içinde biz de vardık. O yardımlar milletin irâdesine ve iktidârına düşman olmak, ona savaş açmak için değil, inançlı bir kadronun bu millete hizmeti için yapılmıştı. Aldatılmak çok acı, aldatmak ise ondan daha büyük ahlâksızlık, hayâsızlıktır.
Ülkede yıllardır, çeşitli isim ve ideolojiler adına DÎNE karşı sistemli bir savaşın yürütülmekte olduğu bilinen bir gerçekti.. Buna dâir binlerce örnek ve işlemler vardır. “Din; geriliğin simgesidir. Din eğitimi zekâyı köreltir, insanı aptallaştırır” (T. Mengüşoğlu Cumhûriyet. 3/3/198O Zaman’dan.) “Din adamlarını sarıklarıyla boğmalı. Dinleri de adamları da kahrolsun!” (aynı kaynaktan.) Ve şimdi bu adamlar, o kesimle ve onların siyâsetçileriyle can-ciğer kuzu sarması şeklindedirler. Bütün bunlar ihânet, dalâlet ve şeklî Müslümanlık değil de nedir?
Aslında bunlar; “Biz Kur’ân’ın bir kısmına inanır, bir kısmını ret ederiz” diyen zümrelerdir. O tür kimseler dünyâda rezil, âhirette rüsvaylık içindedirler.”(Bakara S. A. 85) Görüldüğü üzere bu âyeti kerime ve benzerleri, gerçek münkir ve müfsitleri, şeklen Müslüman geçinenleri çok veciz bir şekilde ifade etmektedir. Gerçi bu hamur çok su götürür. Gerisi lâfı-güzâftır.
Şeklî Müslümanlığın, ihânetin; medyası, sakalı, sarığı, cüppesi, tesettürü, açığı, kapalısı ve hacısı, hocası yoktur. O, her zaman ve zeminde, her karaktersizde görülen bir ahlâksızlık ve hayâsızlıktır. Onun için; “Hâin ve hasut, yanan bir oduna benzer. Bütün amelleri yok eder.” Nebevî prensibi esastır. O yüzden gerçek ihlâs sahibi her Müslümanın “Emr-i bil mârûf, nehy-i anil münker” emri mûcibince bu göreve devamı şarttır!
Bu görevi yapmayan, savsaklayan, sorumsuz ve şuursuz kimseler; Allah (cc) ve Rasûlü (sav) nezdinde çok büyük bir vebal ve sorumluluk altındadırlar. İnançsızların ve iman düşmanlarının saldırılarına karşı çok değişik savunma ve karşı koyma metotları vardır; en meşhur ve mûteber olanları; “İnançlarınıza karşı bir kötülükte bulunup; tahkir, tehdit ve tecâvüzlere cür’et edenlere karşı; elinizle karşılık verin!. Buna muktedir değil, gücünüz yetmiyor veyâ fırsat verilmiyorlarsa, dilinizle karşı koyun. Onu da beceremiyor, yapamıyorsanız, o takdirde bâri kalben buğzedin!. Bu tecâvüzleri lânetleyip, kabul etmediğinizi tavır ve hareketlerinizle belirtin!” şeklinde sayısız hadîsi şerifler, dînî emirler ve metotlar vardır. Bunlar sorumlu, onurlu ve inancına bağlı olan her Müslüman’ın öncelikli görevidir. Yeter ki insanda öyle bir duygu ve İslâmî bir hissiyât olsun. Öyle duygulardan yoksun, mezar taşı şeklinde yaşayanlar için merhum M. Âkif şöyle diyor:
“His yok, hareket yok, acı yok, leş mi kesildin? / Hayret veriyorsun bana, sen böyle değildin!”
Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalı; ister Müslim, ister kâfir olsun, dünyâda çalışan kazanır.
“Bekâyı hak tanıyan, sâ’yı bir vazife bilir. / Çalış, çalış ki bakâ, sây olursa hakkedilir.”
Sözü bir gerçeğin ifâdesidir. Fâcir, fâsık, bozguncu, anarşist ve inanç düşmanları gece-gündüz çalışıp, ülkenin huzûrunu bozup insanları katlederken, bir kısım Müslümanların (!) bundan habersiz, umursuz, bana ne zihniyeti içinde olması gerçekten utanç verici bir onursuzluktur. İşgal ve boykotların ülkeyi ne hâle getirdiğini görmeyen ve bundan ibret alıp, en azından bunun pasif şeklini olsun denemeyenlere, gerçekten acımak ve bu zulümleri hak ediyor demekten başka ne denir? Şer cephesinden birinin kılına dokunulduğunda dünyayı ayağa kaldırıyorlar. Her gün yaşanan bu durumlardan Müslümanlar utanıp ibret almalı. İbret almamak ve umursamamak İslâmî anlayış değildir. Zîrâ;
“Zulme ve küfre rıza, aynen zulüm ve küfürdür.” Nebevî gerçeği bunu ifâde etmektedir.
Müslüman; gayret, himmet ve kudret sahibi insan demektir. Özellikle Müslümanların maddî, mânevî bakımdan güçlü olması her bakımdan etkin olması tavsiye edilip, böyleleri takdir ve tebcil edilmiştir. Merhum şairimiz şöyle diyor:
“Şehâmet dîni, gayret dîni, ancak Müslümanlıktır; / Hakîki Müslümanlık, en büyük kahramanlıktır. / Cebânet, meskenet, dünyâda, sığmaz rûh-i İslâm’â”
ŞEKLEN Müslümanların en belirgin özelliği; gerçek İslâmî hayâtı içlerine sindirememiş olmasıdır. Felsefî doktrinleri, din dışı ideolojileri DÎNE tercih ederler. Bu, beyân ve ifâdelerinde görülmektedir. Dine ve din dersine, diyânet kurumuna, dindar kesime karşı bir tavır içinde olmaları bunlardan bazılarıdır. Seçim döneminde bunu açıkça ifâde etmiş ve mensuplarına deklare etmişlerdir. “Müslümanlar için Kâbe, Yahudiler için Kudüs ne ise, işçi kesimi için de Taksim ve 19 Mayıs odur. İktidara gelince ilk işimiz; Diyânet kurumunu ve din derslerini kaldırıp, İHL’lerini kapatmak olacaktır” şeklinde düşmanlıklarını belirten sayısız tezâhürlerini görmekteyiz. Kamuoyundan çekindikleri için açıkça diyemeyip muğalata yapan, gizli dinsiz ve siyâsi müşriklerdir. Müslümanlık, zillet ve meskenet dîni değildir. Onun himmeti, milleti kadardır. Aziz inançlarına saldırı ve hakâretler karşısında acı ve elem duymayan, üzüntü hissetmeyen ve bunları dert edinmeyen bir kimse gerçek mânâda Müslüman’a yakışmayan ve mânen ölü bir insan demektir.
ÖNEMLİ NOT:
Sevgili Kardelen’imizin 25 yıldır cefâkâr çalışanlarına, aziz fikir ve çile erbâbına sabır ve gayretler dilerim. Ayrıca uzun dönemden beri bıkıp usanmadan Kardelen çiçeklerini sulayan sevgili Bahadır KAYA’nın evliliğini yürekten tebrik ediyor her iki gencimize de bir ömür boyu Cenb-ı Hak’tan mutluluklar diliyorum.
|