TBMM'deki olaylar ve referandum Halis Arlıoğlu Sayı:
92 -
Bu konuya bilimsel ve sosyal yönden değil, siyâsî ve ideolojik açıdan, bir de ülkede büyük bir çoğunluğu teşkil eden Anadolu insanı açısından bakmak gerekiyor. Siyâsi ve ideolojik açıyı temsil eden en keskin, en ayırımcı, en kutuplaştırıcı ve düşmanca ifâdeler şunlardır; "Çünkü biz bu ülkede asiliz, onlar değil. O yüzden her zaman ve her yerde bizim dediğimiz olacak ve istemediğimiz hiç bir şey olmaz ve yapılamaz”…
Her ne kadar “adı değmez” ise de bunu söyleyen bir hukukçu (!) idi.. Hatırlanacağı üzere sâde bununla da kalmayarak, kendi zihniyetlerince düzenlenen o “Danıştay cinâyeti”ni Müslümanların üzerine yıkmak için çok pis ve seviyesiz bir şekilde yalan ve iftirada bulunarak, "saldırgan, 'Allâh’ın askeriyim! Allâhü ekber’ diyerek ateş etti.” demişti. Sırtını cunta ve darbeye dayayanlar milleti böyle dışlıyor, suçluyor ve tahkir ediyorlardı...
Aynı zamanda orası(yargı)mezhebî ve devrimbaz yapılanmanın merkeziydi. Nitekim bugün o kurumdan -daha öncekiler hâriç- 257 hâkim ve savcının ihrâç edilmesi bunun en açık örneğidir. (21/2/2017 basından) Ne yazık ki içinde o müfsit ve müfteriler-ayırımcılar yok. Aynı zihniyetten başka birisi, “Yüzde 40 değil, % 90 alsalar yine de iktidar olamazlar!. Çünkü onlara bu imkân ve fırsatı vermeyeceğiz.!” diyenlerden biri de rektördü... Yâni ilim adamı. (!) Evet, isimleri gerçekten de önemli değil ama o ismin başındaki sıfatlar çok, hem de çok önemli, hattâ mühim ve ehemdir. (Adı değmez tâbiri merhum Necip Fâzıl’ındır. Ehem ve mühim arasında ise çok fark vardır.) Görüldüğü üzere, bu ifâdeler, TBMM’deki o müessif olayla ne kadar benzeşiyor! Aynı zihniyettekiler şimdi de ”referandum”a karşılar. Elbette bunun kararını halktan basîret ve ferâset sâhibi olanlar ve mâlûm zulümlere, dışlanmalara mâruz kalanlar verecektir…
İşte, insan (!) hukukçu (!) ve ilim adamı (!) geçinen bu tiplerin yüz yıldan beri milletimize bakış tarzı ve zihniyetleri budur. Bu ifâdelerin nasıl bir kin ve nefret içerdiği çok açık ve net olarak görülmektedir. O halde gerçek şuurlu bir Müslüman’daki ferâset ve basîret; bu tip millî irâde düşmanı ve milleti hor görenleri bilmek, tanımak ve görmekle başlar. Görmeyen ve bilmeyenler, bunları dert edinmeyenler ise -onların ifâdeleriyle- parya ve köleliğe, ikinci sınıf vatandaş muamelesine lâyık ve mahkûmdurlar…
Yukarıda "Onlar” ve “Biz” ayırımını yapanların hedefinde işte o sessiz çoğunluk olan Anadolu insanı vardır. Başta M. Âkif merhum olmak üzere, Necip Fâzıl gibi pek çok nâmuslu ilim ve fikir adamlarımız bu çarpıklığı, bu sapık ideoloji müfsitliğini ve aşağılık duygusunu izâle için mücâdele etmiş ve hayatlarını bu yolda harcamışlar, çeşitli çile ve haksızlığa, zulme mâruz kalmışlardır. Şimdi kendisini bu millete ve bu inanca bağlı hisseden herkesin, mânâsı çok açık olan bu ifâdelere dikkatle bakmalı ve olayın vahâmetini, karşısındakilerin zihniyetini ve mücâdelenin nereden başlayıp nerde devam ettiğini teemmül etmelidir. Sonuç olarak, TBMM deki yaşanan müessif olayların temeli, yukarıdaki zihniyet ve ideolojinin bir yansımasıdır. Gerçekten orada eksantrik şeyler olmuştur.
İçeride ortalık tahrip ve talan ediliyor, adamların baldırı-bacağı ısırılıyor. Dışarıda ise bir adamın(!)bu iğrençlikten teessür ve üzüntü duyması gerekirken, bunun tam tersi bir davranışla, olaya nispet yapıp oh oluyor der gibi köpeğini almış meclis önünde şov yapıyor. Bu konuda gerçekten çok şeyler yazılıp söylenebilir. Aslında yazılmalı ve bunlar millete açıkça anlatılmalıdır. Eğer bu bir "ayrımcılık” ise, bunun asıl mes’ul ve mücrimleri, onu başlatan ve bidâyetten beri yapan ve her şart altında yapmaya devam eden ve ettiren zihniyetin ta kendisidir. Burada asıl ayrımcılığa ve zulme mâruz kalan, büyük bir çoğunluğu teşkil eden inançlı halkımız ve mukaddes değerlerimiz ile tüm Anadolu insanıdır. Şu son günlerde bile sokakta, caddede, markette, otobüste, dolmuşta ve her yerde başörtülü kadın ve kızlarımıza yapılan iğrenç saldırı ve hakâretler, dışlama ve “Kamusal alan” sapıklığı, o kesimlerdeki düşmanlığın derekesini, aşağılığı göstermektedir…
Şimdi olayı başka bir boyuttan ve bizzat halkın yaşadığı gerçeklerden ve onlar açısından değerlendirmek gerekirse, köpek ve benzeri hayvanları sevmek ayrı, onlara merhamet gereği bakıp beslemek ise çok daha ayrı ve başka bir şeydir. İnsan eşini, çocuğunu sever şefkat gösterir, aynı mekânda barınır, aynı kaptan yer içerler. Ama hayvanlara merhamet eder acır ve onlara yaratılışları gereği olarak, sâdece hayvânî yapılarını ve hayvan tabiatını dikkate alarak yaklaşırlar. Yâni her zaman bu mesâfeyi korur ve hiçbir şekilde insanla, hayvanın aynı olmadığı gerçeğini akıldan çıkarmayıp, öylesi mahlûkâtın sâdece bu yönüyle ilgilenirler. Belki vahşi ve barbar tarafları vardır ama, fıtraten yaratılış itibâriyle insanla hayvan ayrı şeylerdir. Nitekim sıklıkla tekrarlanan bir hadîs-i şerifte Efendimiz (SA) “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamette bulunsunlar” buyurmuştur. Sonuçta hiç bir hayvan insan ve onun eşi, çocuğu değildir. İşte insanla hayvan arasındaki fark budur. Bu farkı gözetmeyenlerin hâlini ülkenin en saygın mekânı olan o yerde ibret nefret ve dehşetle, milletçe seyrettik. Adamlar hem her tür bozgunluğu yapıyor, istişâre alanını tıkıyor, hem de “İslâmda şeriatta başkanlık yok istişâre var”diyerek düşman olduğu şeriattan bâtıl davâsını ispâta çalışıyor. Bunlar elbette Allah Rasûlü’nün hem başkan, hem de mübelliğ olduğunu bilmiyor. Zîrâ kendi değerlerine ve halkın inancına yabancı ve düşman olanların bunları bilmesi düşünülemez… Zâten onlar hep bilmediklerinin ve yerli olanların düşmanlığını yapmış ve yapmaktadırlar. Tıpkı bu halka ve Tayyip Erdoğan’a yaptıkları gibi. Bu tipleri yıllar evvel Merhum M. Âkif şöyle târif ediyor.
“Gördünüz, hele bîçâre şerîatle nasıl oynanıyor.
Müslümanlık, bu mu yâhû! diye insan yanıyor”.
Aslında onlar sâde şeriatla dinle değil, millî ve mânevi değerler adına ne varsa oynamış ve onları siyâsî emelleri için kullanmış ve kullanmaktadırlar. Elbette bunların başında ‘Cumhûriyet, lâisizm ve Kemâlizm’ gibi argümanlar gelmektedir. Sonra bu “hayvan sevgisi” bir özenti sonucu ve batı hayrânı bir takım müptezellerin, insanı ikinci derecede bırakıp hayvan perestliğe dönüşen bir göstermelik hareket ve bugün meydana çıkmış nevzuhur bir şey değildir. Tarihini ve ecdâdını inkâr eden, hattâ onu düşman gören zihniyet, eski ve târîhi binalardaki ‘kuşluklara kuş evlerine ve güvercinliklere’ bir baksınlar. Bunun târîhi çok uzun yıllara dayanan ve ecdâdımız tarafından yapılan hayır, iyilik ve merhamet sığınaklarıdır. Ama hayvanla, hayvanlaşmanın aynı şeyler olduğunu sanan eblehlerin, bu ülkeye ve halkına neler ettiğini milletçe görmekte, yaşamaktayız...
|