Büyük Doğu: Anahtarların kum üzerindeki yuvası Sinan Ayhan Sayı:
92 -
“Büyük Doğu: Anahtarın Kum Üzerindeki Yuvası”…
Üstad, “İdeolocya Örgüsü”nde diyor ki (8. Basım, Temmuz 96, sayfalar 8-9);
“…bir zamanlar Doğunun teknesinde yuğurulan, kendi teknesinde de Doğuyu yuğuran şahsiyet hamurumuz, Doğunun zaafında biz, bizim zaafımızda ise Doğu mecalden düşerken kurtlanmaya yüz tuttu; ve o gün bugün, kendi öz cevheriyle yabancı cevherler arasındaki, anlayışsız, bilgisiz, ölçüsüz ve hikmetsiz katışmalar yüzünden çürüye çürüye şimdiki müzmin haline geldi…”
“Güneşi, ceket astarımızın içinde kaybet”miş olmanın bedeli olan müzminlik; bizim bedbahtlığımız budur… “Bundan başka bir düşüş olmaz” deyip, her seferinde daha büyük şahsiyetsizlik uçurumlarına yuvarlandığımız müzminlik; bundan mustarip miyiz…
Fizik olarak karınca cüssesinde olup; ses ve ideal olarak kainat çapına denk düşecek bir iş var mıdır…
Eşya ve hadiselere bakarak, buradan hakikati söylemek…
Tefekkür etmek; yani hakikati, derinliğine zaptedici bir derunilikle keşfetme ve bunu meydan yerine hokkalı bir şekilde dökme işi…
Bu işin mimarı olmak, ne güzel nasip… (İmanı olanın, böyle güzel bir nasibi de vardır inşallah…)
Kâinat çapında bir iş yapalım ve “Hac yoluna çıkmış karınca” misali, tefekkür edelim…
Dünya üzerinde; ruhu olan ve fakat şuuru olmayan, mecazî bir varlığın, bütün (kakafonik) dünya hadiselerinden öte, asli ismini koymak ve sonra ona, hak sıfatlarını ihtar ederek; dahi gideceği, akacağı, “sarp yokuş”lar ve “dar geçit”ler sebebiyle kıvrıla kıvrıla hizalanacağı “has istikameti” göstermek…
O ruh ve isim, bizzat; bütün iç ve dış muhtevasıyla, coğrafî olmaktan öte tafsilâtıyla Büyük Doğu…
“Yaşanmaya değer hayat” ve onun çıkış, ilerleyiş, yükseliş ve hayatı tamamen kuşatış, kucaklayış biçimi, yani hayatta imanî duruş biçimi… Poz olmayan, sahici hayat üslûbu… Bu üslûbun öğrenildiği okul, “akademyası”; kökü derinde ağaçların altındaki ilim yeri, Büyük Doğu…
Yani, “…Biz, Doğuya galip rengini üfleyen, onu bütün dünyaya karşı taaruza ve (aksiyon)a kaldırmış olan, böylece kendi intişar dalgaları önünde Batıyı maddi ve manevî (barikad)lara girmeye ve aradaki bölümü çizmeye zorlamış bulunan manevî ve ebedî ruhun, hak yolunda iç ve dış istikametlerde sistemli dâvâcılarıyız. Doğu da, bizim için olsa olsa, ancak bu ruh etrafında mücerred bir istidat ve ruhî bünye tarlası olarak haritalaşabilir. Yoksa, kaba mekân ölçüsüyle gözümüzde Doğu diye de bir şey yoktur…” (İdeolocya Örgüsü, sayfa 14)
Şikâyetimiz şu olsun, bu olsun; şikâyetimiz asıl, sevabımız ve günahımızla neden altın varaklı nakışlarla bezeli bir ruh ikliminden, çamur deryası derekesinde bir hayata düşerek sonsuzluk ölçeğinde hiçleştik ve sonuçta neredeyse, neden sonsuza rotalı bir hayat nasibini geri teptik…
Düşüşümüz, eşi görülmemiş bir felâketin adıdır, ama…
Bir seviyeden düşmek; hakikatte, Allah’ın bizi daha öte bir seviyeye çekmek üzere, üzerimize attığı bir vesileler zembereğidir; ki o vesile düzeneği, kul tarafından hakkıyla görülüp işaretlenmezse, mevcut bünye hakikatten daha uzak bir noktaya düşer ve seviye, hayvandan daha aşağı seviyelere kadar çekilir; bu düşüş, kökleşmesi elzem, billûr bir hakikat nüvesi bulana dek devam eder…
İşte düşüşümüzdeki onca felâkete rağmen, Büyük Doğu, öyle bir vesileler vesikasıdır ki, bizi düştüğümüz ve düşürüldüğümüz seviyeden kaldırıp, göklerin kristal hisarlı iç şehirlerine ve hakikat saraylarına kadar yükseltecek fikrî, ilmî, ruhî mikyasta bir düzeneğe sahip, tek ve biricik ictimaî odak...
Büyük Doğu, Hak ve batıl savaşında, son merhalenin cephe gerisi ve cephe önü; Büyük Doğu, yani “anahtarın kum üzerindeki yuvası”; yani “İslâmiyet’in emir subaylığı”… Her şartta, başını yukarı kaldırdı ve küfürle çarpışmaya devam etti…
Kimseler ortada yokken, Hak ve batıl kapışmasında, her gelen nesle bir ihtar çeken bu “Büyük Doğu”, ademe mahkum edilmesine rağmen, daima ve her zaman dönemecinde, ruhî filizini yeşertti, kendini nesillerde olgunlaştıra olgunlaştıra, milli muhatabını bir olmak mı, ölmek mi eşiğine kadar getirdi…
“Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı… Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi; ve çoktanberi kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi…” (İdeolocya Örgüsü, sayfa 10)
Dâvâ, ancak İslâm dâvâsı, yani “Allah’ın fırkası”na dâhil olup olmama dâvâsıdır; “yaşanmaya değer olan hayatımızın” biricik anlamı da budur… Ya yeraltından fokurdayan bir karanlığın öksürüğüyle balgam tutup, irin tutup çürüyeceğiz; ya Allah’ın zimmetinde olup, “İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik etme”nin keyfiyetini, ilmini, estetiğini, ruhunu keşfedeceğiz…
“Yol budur, dâvâ budur, istikamet budur; inkılâp budur...!”
|