Müslümanın ilk vasfı Kubilay Ertekin Sayı:
94 - Ekim / Aralık 2017
Evet Müslüman’ın ilk vasfı; İman, amel ve mücâhade, yâni CİHATTIR. Genelde ve özelde Müslümanların en öncelikli görevi budur ve bu olmalıdır. Cihat rûhunu ayakta tutmayan ve ona önem vermeyen toplulukların sonunun ne olduğu, günümüzde ve çevremizde çok acı ve elem verici bir şekilde yaşanmakta ve görülmektedir. O yüzden gerçek Müslümanlar olarak içte ve dıştaki ihânet çevrelerinin saldırı ve tuzaklarını dikkate alıp aslâ rehâvete kapılmadan 15 Temmuz şanlı olayını zinde ve ayakta tutmak zorundayız. Ne hazindir ki son yıllarda bu özelliklerin yitirildiği, veya en azından önemsenmediği bir dönemi yaşamaktayız. Belki çok iddialı bir ifâde gibi gelebilir ama gerçek bu merkezdedir. En çarpıcı örneği, FETO hâin ve lâinlerinin mahkeme olduğu salonlarda, oranın hınca hınç doldurulması gerekirken, şehit ve gâzilerimize sâhip çıkılmaması gibi bir görüntünün olması ve onların olduğu yerlerin âdetâ boş ve kendi hâline bırakılmasıdır. Bu işi sâde devletin sırtına sarmanın bir âlemi yoktur. Şer cephesi şu sıcakta sırf kışkırtma ve bozgunculuk olsun diyerek yolları tozuturken, devletin sağladığı imkanlar içinde keyif çatanların sâhillerde, yazlıklarında ve tatillerde zevkü-sefâ peşinde olmaları ve umursuz bir şekilde yaşamaları, gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Evet şu son olaylar bile bunun açık örnekleriyle doludur. Şer cephesi ayakta, atakta ve bu milletin yüz yıldan beri özlediği, binbir zorluk içinde ve hayâtı pahasına elde ettiği nimetlerin elden gitmesi için var gücüyle çırpındığı bir dönemde, uzun yıllar bu davânın mağduru sayılanların(!) ve bâzı İslâmî kesimlerin büyük bir sorumsuzluk ve umursamazlık içinde olmaları aklın ve havsalanın alacağı bir şey değildir. Müslüman; “Böyle buldum bu cihânı, yok bir şeyden haberim. Serserî gûne geldiğimden beri, sersem gezerim.” zihniyetinde bir insan aslâ olamaz. Onun millî ve dînî bir derdi, çilesi ve ıstırâbı olmalıdır. Hz. Mevlânâ “Anırmayan bu eşeği satın!” demiş. “Efendim ne güzel uslu bir hayvan anırmıyor, bağırmıyor niçin satalım?” denince; “Anırmayan, derdi, tasası olmayan, himmet ve gayrette bulunmayan, bir eşek de olsa istemem satın gitsin!” demiş… Beş vakit namazı câmide kılan ve dışarı çıktığında ise; “Yokluk, kıtlık kol geziyor, millet aç ve sefil durumda, hak-adâlet yok. Ülke batıyor, bitiyor.” diyerek ülkedeki israf ve sefâhati, günde 25- 30 milyon ekmeğin çöpe gittiğini görmeyen, bilmeyen angutların sırf Tayyip Erdoğan ve millî irâde düşmanlığı için bozguncu, kışkırtıcı ve inkârcıların dilini kullanan o tür “himar”ların hezeyan ve nankörlükleri bana bu fıkrayı hatırlattı…
Nitekim merhum Ziya Paşa boş yere; “Zerdûz (altın) palan vursan eşek, yine eşektir!” dememiş…
Ramazanlarda ve diğer günlerdeki hutbe ve vaazlarda, ekranlarda bol miktarda nasihat, iyilik hayır ve yardım çağrıları yanında, CİHATTAN ve Allah için mücâhade ve mücâdeleden aynı sıklıkla bahsedilmemesi, bunca azgınlık ve dîne, dindara tahkir ve tehditlerden, onca saldırı ve hakâretlerden, içteki ihânet, hıyânet odaklarından ve bunlara karşı yapılması gerekenlerden söz edilmemesi ve yasal bir müeyyide uygulanmaması doğrusu insana acı veriyor ve gerçekten gîrân geliyor. Aslında CİHAT kelimesinin kapsamı, alanı ve mânâsı çok geniştir. Bozguncu bir gazeteyi almamaktan ve aynı zihniyetteki siyâsi kurumlara destek olmamaya kadar bir yığın yolları vardır. Fakat bunları yapmak için önce insanda gerçekten İslâmî bir şuur olmalıdır. Adı Müslüman olanlarla bunlar yapılmaz ve yapılmıyor. Nitekim bunca bozguncu basını kapışanlar ve o ideolojiyi savunanlar, öylesi siyâsî bir yapıyı benimseyip destek olanlar da kendilerini Müslüman (!) tesmiye ediyorlar. Oysa açıkça bozgunculuk yapan bir yayın organını almak ve inanç düşmanı siyâsî bir yapıya müzâhir olmak, desteklemek gerçek ve şuurlu bir Müslüman’a aslâ yakışmayan bir durumdur ve Müslüman (!) için o bir züldür… İşin aslı, peygamber efendimizin (sav) şu meşhur hadîs-i şeriflerinde özetlenmiştir. “Müslüman; bir fenâlığı ve hayâsızlığı, şirretliği, dine tecâvüzü gördüğünde, ona karşı duran ve onu eliyle, diliyle men eden, engel olan, kimsedir. (buna gücü yetmez ise) kalbiyle buğuz eden, tavır alan nefret ve tiksinti duyan, lânetleyip, takbih eden-kötüleyendir... Fakat bu, îmânı zayıf olanların yapacağı şeydir.” İşte gerçek Müslümanlar sâdece bu kurala uysalar, dünyâda kötüler ve kötülükler bu kadar yaygın ve salgın hâle gelmezdi. Merhum M. Âkif bu hususta şöyle demiştir: “Biri ecdadıma, mukaddesâtıma saldırdı mı hattâ boğarım, hiç olmazsa yanımdan kovarım!” İşte metot, işte prensip ve kurtuluşun ana unsuru budur. Fakat adamlar senin bütün mukaddesâtına saldırdığı halde sen oralı olmuyorsan ve bunlar senin onuruna, dînî haysiyetine dokunmuyorsa, o çeşit bir iman ve Müslümanlık (!) anlayışın insanı nereye götürüp, sâhibine ne kazandıracağını erbâb-ı âkil ve dâniş söylesin. Sanırım gideceği yer; “Kişi sevdiği ile berâberdir” gerçeği ve “ esfelidir.” Bunu bilmek için de insanın âlim olması gerekmiyor. Yardım konularında ise zâten milletimiz gereken her tür yardım ve iânenin her çeşidini fazlasıyla yapıyor ve elinden geleni arkasına bırakmıyor... Özellikle ramazan ve bayramlarda bu yardım duyguları son noktaya geliyor. Şu an dünyânın öbür ucundaki ARAKANLARA bile yetişmeye çalışan milletimiz ve bu acıyı dile getiren bir devlet başkanımız var. Buna aslâ bir diyeceğimiz yoktur. Böylece sâde yurt içi değil, yurt dışı yardımlar bile zirve noktaya gelmektedir. Ülkemiz insanlarının bu hayır ve iyilik duygusu bütün dünyânın dilinde ve muhtaçların da gönlündedir. Buna rağmen ülkemizde nankör ve hâin bir yapının varlığı inkâr edilemez bir gerçektir. Elbette bu yardım ve diğergamlık duyguları onların lugatında ve hayâtlarında yeri yoktur. Aksine bunca yardımın mağdur ülkelere yapılması ve onların ülkemize ve devletimize sempati duymaları bu şer cephesini resmen çıldırtıyor ve kudurtuyor. İşte yollarda yürümenin ve ülkeyi karıştırmanın arka plânında bu zihniyetler yatmaktadır. Bu durum KÂFİR ülkeler için de geçerlidir. İşin en önemli yanı; kendi dönemlerinde adâleti yok sayan ve onun ırzına geçenlerin sokak ve caddelerde adâlet maskesi altında bu milletin varlığına kast edenlerin yaptıklarından haberdar olmaktır. Vatan hâini ve câsusların, devletle savaşta olan eli kanlı kâtillerin, milletin demokratik tercihine yönelik hâinâne hareketlerin farkında olmak ve dâimâ teyakkuzda ve ayakta olmayı gerektirmektedir. Çünkü düşman uyumuyor. Yürüyenlere bakın, hepsi de bu milletin özgür irâdesi, dînî inancı ve devletiyle problemi olanlardır. 28 Şubatta ve cunta dönemlerinde millete zulüm eden bütün zâlim ve bozguncular bu hareketin en ön saflarındadırlar. Danıştay olayını millete yıkmaya çalışan müfteri sürtükler, “kat sayı ve kamusal alan” mezâlimini uygulayan iffetsizler, “İKNÂ ODALARI” müfsit ve mûcitleri, PKK hâmi ve hâinleri, “E muhtıra” şakşakçıları hazır kıta olarak oralarda fink atmaktadırlar.
Şu gerçeği bütün milletin ve özellikle bunlar döneminde zulme uğrayanların çok iyi bilmeleri gerekir. Bu işin özü aslâ hak-hukuk ve adâlet aramak değildir. Adâlet arayan bir insan onun tanziminde görevli olanlara, yâni ADÂLET câmiasına en ağır küfür ve hakâretler savurmaz ve haddini bilir. Bunların kin ve nefretlerinin asıl sebebi, bu milletin varlığına ve demokratik tercihlerinedir. Görüldüğü üzere ne kadar millî irâde ve devlet, millet düşmanı varsa oradadır. Bu menhus, uğursuz hareket, iç ve dış düşmanların tertibi olan GEZİ olaylarının başka bir versiyonudur. Çünkü orada olanların tamâmı Gezi’de de var olanlardır. Bunlar Gezi’de başaramadı, bilinen o “Cumhuriyet mitinglerinde” beceremediler. “ Lâiklik, 163 ve Kemâlizm, devrimler” istismârında yaya kaldılar. 28 Şubat mezâliminde ve “E muhtıra” ile başaramadıklarını şimdi mâsum ve mağdur (!) pozuna bürünerek sözde ADÂLET dilenciliğinde ve istismarında tekrar denemek istiyorlar. Peşinde oldukları “Adâlet”in Çanakkale şehitliğinde yaptıkları hayâsızlık ve çilingir sofrasında yedikleri halttan bellidir. (28/8/2017 basından) Bir tarafta Anzaklar, öbür tarafta ise mâlûm ve mâhut partinin şarlatanları işret meclisindeler. Çünkü onların karakteri ve cibilliyetleri bu…
Nitekim aynı zihniyetin ürünü olan üniversiteli bir gurup 1962 de ziyâret için gittikleri şehitlikte “KADEŞ” isimli bir vapurda seks partisi ve içki âlemleri düzenlemişler ve günlerce basında “KADEŞ REZÂLETİ” olarak anılmıştı… İşin başka bir cephesi de onları bu yöne sevk eden asil sâik, şimdiye kadar uşaklık ettikleri BATI hayranlığı ve onların direktifleridir. Düşünseniz ya bütün kefere ülkeleri de aynı şeylerle ülkemizi suçlamaktadırlar. Tek dertleri, ülkenin ekonomisi ve milletin huzuru, halkın devletine olan bağlılığı ve sadâkatidir. Bu kışkırtıcılığı ve BATInın işine gelen olayı bundan bağımsız olarak düşünmek, en büyük ihânet ve hamâkattır. Yâhû insafla düşünün!.. TBMM’de tıpkı bir işgal ordusu gibi ortalığı talan ve tahrip edip karşı kesimdeki adamları kin ve öfkelerinden ısıran, milletin tercihi olan ‘REFERANDUM’a ölümüne karşı olanların ve halkımızın mevcut iktidârını meşru görmeyenlerin, üstelik koca bir milleti, daha doğrusu kendi ideolojilerinden ve düşüncelerinden olmayanları düşman gören ve onları “DENİZE DÖKMEK” isteyen öylesine sakîm ve sakîl bir zihniyetin gerçek hak ve adâletle ne ilgisi olabilir?. Aslında bunlar hakkın ve adâletin kâtili ve mücrimidirler. Kirli nâsiyelerinde ve siyâsî tarihlerinde nice kânunsuzlukların ve adâletsizliklerin yattığı tarihî bir gerçektir. O yüzden millet onlara iltifat etmiyor, yüz vermiyor. İşte bunları asıl çıldırtan ve kudurtan da budur. Onların buna benzer tüm menfi hareketleri milletten öç alma ve intikam duygusudur. Nitekim bunu zaman zaman kendi siyâsetçileri de bizzat itiraf etmekte ve halkın yüzüne karşı söylemektedirler. Bu konuda değil PKK ve diğer şer güçlerle, düşmanla bile birleşebilirler. Çünkü dillerindeki ve slogan lardaki şeyler hep aynı ifâdelerin tekrârı, bölücü ve kışkırtıcı hezeyanlardır. Zâten şimdiye kadar yaptıkları da bunlardan farksızdır. Bir de uzun yıllar İslâmî kesim içinde olup ta onlardan görünenler ve bir kene gibi insanların kanını emip, sülük gibi şişen, sonra da karşı tarafa geçip yavşaklık yapan, bukalemun fıtratında (yazar geçinen) züppeler var. Nitekim bunlardan birisi Sayın Cumhurbaşkanına gönderme yaparak, “Ben Hans’ın, Kirko’nun ve Agobo’un dediğine değil, Fatma’nın, Ayşe’nin ne dediğine bakarım.” sözünü bir suçmuş gibi diline dolamış ve karakterini belli etmiştir. Öbür hergele de “Adâlet yürüyüşü (! )ile 15 Temmuz direnişini yarıştırmaktan vazgeçin!” herzesinde bulunuyor. Gerçekten omurgasızlık ve haysiyetsizlik ne kadar iğrenç ve rezil bir durumdur. Bu ifritler, BATI cephesinin, PKK başta olmak üzere bütün hâin ve alçakları silâhlandırıp ülkemizle savaştırdıklarını görmeyecek kadar insanlıklarını ve haysiyetlerini yitirmiş olan yaratıklardır… İşte tüm bu ve benzeri habâsetler karşısında tıpkı Merhum M. Âkif gibi milleti yeniden uyandırıp her cephede, her alanda ve her yerde, hattâ her kürsüde ve her sohbette İslâm’ın önemli bir kuralı olan CİHAT fikrini harekete geçirmek ve milletin cihat şuurunu zinde ve ayakta tutmak gerekir. İç ve dış düşmanların ayağa kalktığı bir dönemde hâlâ hissiz ve umursamaz davrananlara bakın ne diyordu merhum Mehmet Âkif:
“Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir.
Davran sana el de senin, baş da senindir!”
“Hayır, hürriyetin, hakkın mâsûn oldukça insansın.
Bu hürriyet, bizden bugün âheng-i say ister;
Nedir üç dört alın!? Bir yurdun alnından, boşansın ter.”
(Safahat 454 sayfa)
Sonuç olarak, şer cephesinin bunca şirret ve tecavüzüne rağmen okumayan, düşünmeyen ve onlara malzeme olan bir MUSALLİ kitlesi... “Siz buyurun, benim karnım tok!”
|