Aşilin topuğu Kadir Bayrak Sayı:
104 -
Her bağrı yanana su vermekte büyük ecir vardır. Hadis meali… Emri ve içinde geçen her bağrı yananı nasıl anlamalıyız? Susuzluktan ölmek üzere olan köpeğe su verene, üç piyade hac sevabını bağışlayan velî muhakkak ki hadisi hakkıyla anlamıştı…
Dost, düşman fark etmez, ten rengi, dili, dini ne olursa olsun değil mi ki susuzluktan bağrı yandı ona su verilmesi tavsiye ediliyor. Sadece insana mı, susuzluktan kavrulan kurda, kuşa, börtü böceğe, bütün hayvanlara… Ağaca, çiçeğe bütün nebatata… Bilmediğimiz bir hayat süren bütün varlığa…
Su, aziz nesne… Göklerin derinliklerinden dünyamıza bahşedilen rahmet… Hayat kaynağı. Öldürmenin değil, hayatta tutmanın aracı.
Masumluğun, temizliğin remzi su, en şerefli varlık insana eza vermek için kullanılabilir mi? Veya şöyle soralım; insan, hangi seviyeye inmeli ki suyu eza vermek için kullanabilsin?
Saçlarını kazıdığınız veya başına metal bir başlık taktığınız elleri kolları bağlı bir insana oturduğu yerin birkaç metre üzerinden su damlatmaya başlasanız… Saniye başına bir damla… 10 dakika, 1 saat, 1 gün sonra o insan ne hâl alır… Ağırlığı belki 1 gram bile gelmeyecek o küçücük su damlası yüksekten düşmenin etkisiyle bir saatin sonunda kilolarla, günün sonunda tonlarla ölçülecek bir kütleye dolayısıyla zulme dönüşecektir. Hayali bile dehşetli bu zulmün adı, sayılabilecek daha nice örnekleriyle birlikte, Çin işkencesi.
Zulmüne, en akla gelmedik işkence metotlarını âlet eden bir millet, Çinliler. Tarih ve medeniyet sahasına çıktığımız Orta Asya’dan komşumuz. Kötü komşu insanı ev sahibi yapar, atasözümüzün millet çapında ispatı. O coğrafyada kurduğumuz bütün devletlere bir şekilde el atan, harp sahasında kazanamadığı başarıyı, türlü mabeyin ve saray hileleriyle elde etmeyi beceren komşumuz Çin, kaderin başka tecellileriyle birlikte milletimizi göçe mecbur etti ve Anadolu’yu vatan kılmamıza ters tarafından vesile oldu. Bu esnada, asıl vatanı terk etmeyen bir parçamız da o topraklarda kaldı; Uygur Türkleri, bilinen ismiyle Doğu Türkistan’daki soydaşlarımız…
Bugün, büyüyen dev ekonomisiyle dünyaya kafa tutan Çin, Doğu Türkistan’da 35 milyon Türk’e esir hayatı yaşatıyor. Cezaevlerinde ve kamplardaki Uygurların sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Bütün dünyada kabul görmüş en temel insan haklarının esamesi bile okunmuyor. Başta hayat, din, dil, inanç, seyahat, iletişim hakları ayaklar altında. Koca bir coğrafya, açık hava hapishanesi… Kardeş aile projesi adı altında, her Müslüman Türk evine sokulan Çinli erkeklerle, namusumuz kirletiliyor, izzetimiz yok ediliyor.
İlk akla gelen soru; peki biz ne yapacağız, ne yapabiliriz?
●Bir, fert plânında pek çoğumuzun, milletlerarası platformda pek çok devletin yaptığı gibi, problemi yok sayacağız. Vicdanımız rahat, ahiret inancımız da yoksa mesele kalmamıştır.
●İki, bir problem var ama şimdilik görmemezlikten geleceğiz. Zira görür ve ona göre aksiyona geçersek konforumuz, rahatımız, ticarî ilişkilerimiz, menfaatimiz, stratejik ortaklığımız zarar görebilir. Gün ola devran döne…
●Üç, sadece basit bir problem değil mazlumların ah’ının gökleri tuttuğu bir zulüm var ama bugün için bu zulmü elimle engelleyemiyorum. Gücüm buna yetmiyor. O zaman, elimle engel olmaya gücümün yeteceği güne kadar dilimle engel olmaya gayret ederim. Buna da gücüm yetmiyorsa kalbimle buğz ederim.
Eğer üçüncü alternatif gönlümüze yattıysa onun üzerinde de tefekkür etmekte fayda var.
Buğz etmek, sözlüklerde Allah rızası için kötülük yapanla arana mesafe koymak, ona tavır almak, ondan nefret etmek diye tabir ediliyor. Eğer ilk iki sayılana gücün yetmiyor ve Hak rızası için kalben duyduğun öfkenin hakkını verebiliyorsan, ne mutlu sana. Elini bile kıpırdatmadan hem sorumluluktan kurtuldun ve hem de sevaba kavuştun.
İkinci ve bir üst merhale, haksızlığa, zulme dil ile engel olman. Bir Cuma çıkışı, önceden emniyetten aldığın iznin emniyetiyle, elinde Gök Bayrak ve kahrolsun Çin yazan pankart, sesin kısılıncaya, damarların çatlayıncaya kadar bağırdın, arada tekbir getirdin, yapılan duaya sesli âminlerin karıştı… Yetmedi, bir de siyasi partilerin organize ettiği mitinge de iştirak ettin. Daha ne olsun! Kusura bakma, kamuoyu meydana getirmek için bunlar da lâzım ama yaptıkların, işin sabun köpüğünden magazin tarafı. Dâvânın tarihî seyrini okuyup anlayıp yazmadan, fikretmeden, dergisini, gazetesini çıkarmadan, hikâyesini, romanını, şiirini kaleme almadan, türküsünü yakmadan, folklorunu, tiyatrosunu oynamadan, filmini çekmeden, internet sitesini kurmadan, sosyal medyasına işlerlik kazandırmadan ve bütün bunları başta ailen, yakınların, arkadaşların, milletin, İslâm âlemi ve bütün insanlığa mâl etmeden sorumluluktan kurtulamazsın…
Üçüncü ve en üst merhale, haksızlığa, zulme el ile müdahale… Mutlak kudret, ezelî ve ebedî hayat Allah’a mahsus. O’nun dışında her şeyin bir sonu, eksikliği var. Aşil’in topuğu misali yenilmez nice ordular, yıkılmaz nice devletler yok olup gitti, tarih şahit. Bugün dededen kalma fişekliği takıp elimize çakaralmazı alsak bırakın Çin’e gitmeyi, köyden ilçeye varana kadar derdest edilir, bir de komik duruma düşeriz. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu, diyen Köroğlu, petrolle, dolarla, borsayla, altınla küresel piyasalarda yaşanan savaşı görseydi ne derdi acaba?..
Çin, sözüm ona emeği, paylaşmayı, eşitliği esas alan komünist idaresine karşın işkenceyi bir sanat haline getiren, mabeyin hilelerine yatkın mizacıyla, “insan insanın kurdudur” düsturunun hayat bulduğu kapitalizmle etle tırnak gibi kaynaştı. Bugünkü ekonomik gücüne de bu uyum sayesinde ulaştı. Sözün özü şu; kapitalist sistemin açığı, açmazı, yumuşak karnı neyse Çin’in de Aşil topuğu o. Fert plânında ve devletler arenasında parayla, menfaat düşkünlüğüyle, hırsla, dünyalıkla, hep daha fazlası olsun diyen nefsle ne ile mücadele edilebilecekse Çin ile mücadelenin esası da o.
Nefsi tanıyan mücadelenin sırrına da erer.
|