YSL?M'DA HUR?FE Kürsü Nizam Sayı:
46 - Ekim / Aralık 2004
Buluttaki kir ne kadar yoksa o kadar yok...
Üstelik sırrîlığın aklı aşan kıymetler hazinesi, öbür kalp akçeler pazarına karşılık İslâm'da var... Veda Haccı'nda, kızıl tüylü bir deve üzerinde, batan güneşe karşı, yüz bini aşkın sahabîler kalabalığına "İşte zaman devranını yapa yapa gaye noktasına erişti" buyuran ve böylece hilkat gayesinin İslâm olduğu hakikatini erişilmez bir irtifada kelâma döken Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygamber aynı Vedâ Haccı'nda akılla hayal arası münasebeti de şimşekten çizgilerle göstermiş ve hurafeyi hakikatten ayırıcı sınırı çizmiştir: "Sizi mübalâğadan sakındırırım." Öbür milletlerin başına ne gelmişse mübalâğa yüzünden geldi.>>
Evet, mübalâğa, hilkatin hakikate biçtiği sınırlara tecavüz etmek, bir şeyi <<olur>>undan başka, vücutsuz bir keyfiyete zorlamaktır ve en korkunç örneği de puttur. Mübalâğanın son durağı put, vasıtası da hurafe...
Masum bir ağaçtan başka bir şey olmayan, altında saha bilerin Allah Resulüne biy'at ettikleri "Şecere-i Rıdvan"ı sonradan mübalâğalı bir hürmet gösterilmeye başlanması üzerine kestirivermekle Hazret-i Ömer İslâm'ın hurafeden ne nispette münezzeh olduğunu şehadetnamelendirilmiş bulunuyor.
Bu şahadetnamenin tepesindeki tuğla "ayla güneş Allah'ın iki âyetidir ve kimsenin ölümüyle tutulmazlar." buyurmuş olan ferman sahibinin imzası...
14 asırlık hayatı içinde saffet ve asliyetini asla kaybetmemiş olarak nice bunalım merhalelerinden geçen ve daima Hakk'ın hıfzında kalan ve her asırda yenileyicisini bulan İslâm'a hurafe iki yoldan sızmayı denedi: Bizans ve Fars İslâm'a en büyük ve müspet eserleri kazandırmış ve Selmân-ı Farisî Âzam gibi dehâların yetiştirmiş olan Fars dünyası aynı istidattan menfi kutupların da besleyicisi ve bâtıl mezheplerin yoğurucusu olmakta, ruh ve ahlâk sükutuna baş örnek Bizans ile kol kola...
Allah'a ve meleklerine inanıp da Cebrail'in vahyi Hazret-i Ali'ye getireceği yerde sâhibini şaşır8dığı getireceği yerde sâhibini şaşırdığı biçiminde bir iddîaya gülmeyecek bir mecnun gelmiş midir?.. İşte Yahudi kaynaklı hurâfeleştirme dehâsı, cinneti de yaya bırakan bir hızla kendisine sirâyet zemini aramış, fakat olanca asliyetiyle ortada duran İslâm, Hristiyanlık'ta olduğu gibi kendi öz bünyesi içinde çatlatılamamıştır. Ne Kur'ân'dan tek harf oynatılabilmiş, ne de uydurma hadislerden bir tanesi olsun, ayakta durabilmiştir.
İslâm'a girmek için Kur'ân'da tek bir harf üstündeki noktanın alta alınmasını teklif edenlere Hazret-i Ömer'in verdiği cevap din muhkemeliğini gösterici bir âbidedir: "Siz o noktaya bir çengel atsanız da ucuna bütün kâinatı bağlasanız, o yine aşağıya inmez!"
İslâm işte bu muhkemliğin dindir ve ona püskürtülen hurâfeler kendi içinden değil, dışından gelmektedir. Ve kaynar suda temizlenebilecek mahiyettedir.
Her şeyi açık, her çizgisi billûr gibi hendeseli İslâm, öbür dinler gibi tarih karanlığına gömülü ve her türlü hayal oyununa müsâit olmadığı için kendi asliyle muhâsebe ve muhâkeme mevzuu olmanın eşsiz ve şerefli nasibine sahiptir. Ve bu "asıl"a iftira ve tecâvüz edebilmenin imkânı yoktur. Bütün ayıklamaları yerine getirdikten sonra bu "asıl"a karşı sözü olan varsa buyursun!..
YOBAZ HURÂFECİLİĞİ Dini anlamamak ve kör nefsine uydurmak mânâsında kullandığımız "kaba softa ve ham yobaz" tabirinin çizdiği tip, hurâfe icat etmekte değil de, dini hurafeleştirmekte, nazarlara hurâfe hissini vermekte en zararlı âmil olmuştur. O şeraite yardım gayreti içinde, olmayanı var gösterirken de, yasaklanmayı suçlandırırken de bir nevi hurâfe amelesidir. Vecd ve aşk devrimizin pas tutmaya başlamasıyla ortaya çıkan bu tip kabuk tarafından temsil ettiği şeriat hükümlerini onun ne eksik ne fazla hiçbir tağyir kabul etmez ilâhî müessesi olduğun anlayamadan keyfince istismarcılığını üstlenmiş, bazı yerlerde de görülmedik hurâfelere kadar yol açmıştır.
Üçüncü Selim zamanında "Nizâmı-ı Cedid" askerine kaput giydirilmesini küfür sayan, asıl şeriat emriyle kafalarının koparılması gerekli Yeniçeri sürülerini "Şeriat isterük" bayrağı altında ayaklandıran, matbaaya küfür, bisiklete şeytan arabası teşhisini yapıştıran bu tip, İslâm'ı hurâfeleştirmekte en katil rolü oynarken doğrudan doğruya dine aykırı hurâfecilikte de din adına el atmadığı hezeyan bırakmamıştır.
Âsi Mısır ordusuna karşı Nizip'te taarruzu plânlandıran (Büyük Molteke) o zaman Türk ordusunda ıslahatçı mütehassıs olarak bulunuyor ve Türk başkumandanına niçin taarruza başlanmadığını soruyor. Aldığı cevap "Henüz müneccim başından zayiçe gelmedi de ondan..." Bu cevap üzerine "Ben yıldızlardan emir bekleyen bir kumandanın ordusunda çalışamam!" deyip atına atladığı gibi vatanına dönen (Molteke), acaba Türk kumandanında İslâm'ı nasıl görmüş bulunuyordu? "Bütün müneccimler yalancıdır!" hadisinin sahibince yayılan din bu muydu, yoksa tam tersi miydi? Cinci Hoca'lar, üfürükçüler, kurşun dökücüler, muskacılar, büyücüler, gaiplerden (mesaj) taşıyanlar, kerâmet satanlar, bütün bunlardan münezzeh ve bütün bunların hakikatini tespit etmiş ve hükümlerini getirmiş olan İslam'a az mı çektirdiler?..
"Allah'ın resulü namazda selâm verdikten sonra sağdan mı kalkarlardı, soldan mı?" diye istifhamdan istifhama geçen tâbiler topluluğuna büyük sahabî Muaz Hazretleri'nin "Ben gözlerimle gördüm, hem sağından hem solundan dönerdi, böyle hayallerle şeytana hisse vermeyiniz!" cevâbı, İslam'ın ne yalçın bir müşâhede usulü içinde ve ne dakik bir anlayışla, mucizeyi hokkabazlıktan ve kerâmeti cambazlıktan ayırt ettiğini, hurafelerin de beşeri inanma ihtiyacına musallat şeytandan geldiğini gösterir.
İbrahim Peygamber'in ayakları altında ateşin gül bahçesine döndüğüne, Musa Peygamber'in denizi ikiye böldüğüne, İsa Peygamber'in bir el temasıyla ölüyü dirilttiğine, Peygamberler Peygamberi'nin de bir işaretle kameri ikiye böldüğüne inanırken bu ulvî hakikatlerin süfli taklitlerine kapılmayı şeytana taç giydirmek diye kaydeder ve bu ezeli ve ebedi davanın şaşmaz tefrik zabıtasını sadece İslâm olarak heykelleştiriniz.
KOCAKARI HURÂFECİLİĞİ Demiştik ki, insana gaipler âlemini teftiş zorunu yükleyen ve hem Allah'ı bulduran, hem de büsbütün kaybettiren kuvve-î vâhime isimli hayal gücüdür ve puta inanmanın istidadıyla Hakk'a bağlanmanın kabiliyeti birdir, aynı şeydir. Tıpkı günahla sevabın, yolda gidişle gelişin aynı olması gibi... Onun içindir ki, duada "Allah kötülükleri iyiliğe döndürsün!" deriz. Tarla aynı, mahsul birbirine mutlak zıt...
İşte kocakarıda neticesi yıkım olan akıl derdi olmadığı ve yalnız inanma ihtiyacı pırldadığı için, Kâinatın Efendisi bu teslimiyet istidadı bakımından "size kocakarıların dini lâzım" buyurmuşlardır. Yoksa bütün bütüne akılsız kalmak, körü körüne teslim olmak ve içle dış arasında mutabakat yollarını kesmek mânâsına değil... Olgun erkek biraz kocakarılaşmadan ve kocakarı bir parça erkekleşmeden iman lisanına muhatap olamaz. Düne kadar İslam terbiyesinin yakıştırdığı vefa, şefkat ve rikkat timsali kadın, yine o Bizans ve Fars tesiri noktasından öyle hurâfelere kapılmış ve öyle nesiller yetiştirmiştir ki, bunlar da ya analarını gülünç bulmak, yahut öğrettiklerini din sanmak noktasından İslâmi terbiye ruhunu örselemiş ve din hakikatlerinden gafil ve cahil kalınma neticesini doğurmuşlardır.
Öcü, cin, zebâni masalları, kabir ve cehennem azabına ait keyfi teşhisler, türlü ürkütme, korkutma ve soğutmalar, hep bu kocakarı hurâfeciliğin eseri...
Onun içindir ki, Tanzimat sonrası İslâm düşmanlarının tümü bu kocakarı hurafeciliğinin tepkisi neticesinde boy atmışlar ve kendilerinden bir nefs muhasebesi sonu bir oluşa varacakları yerde, yarım hüviyetleri dolayısıyla öz topraklarına yabancı kalmışlardır. Bir de aynı kocakarı hurafeciliğinin cemiyete püskürdüğü mağlup ve bezgin nesiller peydahlanmış ve işte bugüne dek, kör ve topal gelinmiştir.
Ne inkâr, temelini atabiliyor, ne iman, mecalini bulabiliyor ve mücerret planda kocakarı hurafeciliği diye isimlendirdiğimiz, iki cepheli bir hakikat kaybıdır başını almış gidiyor.
Evet, mücerret mânâda kocakarı hurâfeciliğine karşı çıkmak hakkı sırf derin ve gerçek müslümana ait bir zemin üzerinde iken inkâr türedileri, onu olduğunun tam tersi mahiyetinde göstermeyi, yani kocakarı tutumunu din zannettirmeyi bilmiştir.
Bütün amelleriyle beraber hikmetlerinin de dökümünü hedef aldığımız bu eserde, daha fazla fikir inşasına girişmeden, sadece <<İlmihal>> plânında söyleyebileceğimiz, İslâm'da tevehhüme, teşe'üme, tedehhüşe, tavahhüşe hiçbir itibar olmadığı ve her şeyin zıtlar arasındaki ahengi kavramaktan ibaret bulunduğu...
FETİŞCİLİK Putçuluğun ayrı bir şubesi... Maddede ve eşyada kendisiyle kâim bir kuvvet, bir hassa arama hastalığı... Ve çok yaygın... Eski ahşap evin kapısına bir pabuç eskisi asmakla, sünnet çocuğunun takkesine mavi bocuk takmakla yaygın ve nazara mâni olunacağı zannı... Genç kızların, orta yaşlı kumarbaz hanımların nice fetişleri... Amerikalı astronot bile fezayı arayıp taramak gibi dehşet verici bir davranışa girişir de yanına bir tavşan bacağı olsun, (maskot)unu almadan yapamaz. Kim bilir maddeci Moskof'un gizli cebinde ne fetişler vardır? Zaten onun resmi fetişi madde...
Salı günlerini uğursuz sayanlar, önlerinden kara kedi geçse geri dönenler, baykuş ötse, köpek ulusa ürperenler, kahve telvelerini heceleyenler maça beyini ölüm postacısı sayanlar, filan, falan... Bütün bir mânâsı olsa gerek... O mânâ nedir?
Bütün Bunların mânâsı hakikati kaybedilmiş bir imanın farkına varmaksızın arayıcılığıdır. Ve aradıkça kaybedilmiş bir imanın farkına varmaksızın arayıcılığıdır. Ve aradıkça kaybedilişi...
Bütün bunlar gaipler ve meçhuller dünyasına tutkunluk işaretidir, din ihtiyacının delilidir, dinin esrar deryasına varmak yerine ancak bir yüksek dolusu suda boğulmak ve varılamayanı büsbütün varılmaz hale getirmektir. Kalplerini ve kalp antenlerini kullanmayı bilenlerin spiritizma masalarında ruh çağırma ihtiyaçları yoktur ve arkalarına saplı oku namaz kılarken söktürenler uyuşturucu kullanmaktan kurtulmuştur.
Kamerin ikiye bölünüşünü (astronomi) hesabına uydurmaya yeltenen Müslüman Hey'et âliminden "bütün fezayı dolaştın, Allah diye bir şeye rastlamadım!" diyebilen mankafa Sovyet astronotuna kadar, meseleyi beş hasse planında ele alanlar ne türlü ulvi hakikat anlayışından uzaksa, Allah'a zürriyet isnat eden rahip ve Hazret-i Ali'yi İlâhlaştıran Şii kolu da o türlü gerçek imandan yoksundur.
Allah Resulü'nün erkek evlâdı İbrahim'in vefatında güneş tutulmasını buna hamledenlere mukabelesi "Ay ve güneş Allah'ın iki âyetidir ve kimsenin ölümüyle tutulmaz"
Hadiseler üzerinde "Su-i zan" kötüye yorum yasaktır. Her şeyi daima iyiye yormak icap eder Kutsî Hadis meali "Ben kulumun zannı indindeyim; dilediği gibi zannedebilir." Eşya ve hadiseler, zaman ve mekân üzerinde Gerçekle hayal, hakikatle hurafe arasını bu tespitler ayırır. Şeriat mîzanı şaşmaz.
TEŞE'ÜM UĞURSUZLUK Teşe'üm, yani şeamet ve uğursuzluk hissi İslâm'da son derece sınırlı ve umumiyet bakımından yasak... Büyükler uğur aranmasını yalnız eve, zevceye ve at'a tahsis etmişler ve hadiselerin hayır ile yorumlanmalarını öğütlemişlerdir... Fıkıhta vehme itibar olmadığı mahkûm kâidelerdendir. Nazar boncuğundan pabuç eskisine kadar her (fetiş), küfür âletlerinden sayılmak ve bu gibi şeylere kâtiyen iltifat etmemek, Kur'ân'ı ise bunlarla karıştırmamak, boyunda taşımamak, olur-olmaz kimselere nüsha (muska) yazdırıp (kolye)şeklinde kullanmamak iktiza eder.
BÜYÜ Aslında hak (gerçek) olan büyü, yapan ve yaptıran hesabına küfürdür ve zaten bu devirde Yahudilik'ten gelme bu şeytanî ilmi bilenler yoktur. Yapanların hepsi sahtekâr...
NAZAR Nazar, göz değmesi de elde ve tertibi olmayan bir büyü şeklidir. Bir Arap düsturu: Nazar deveyi çömleğe Ve insanı mezara sokar. Nazara karşı mavi boncuk vesaîre gibi tedbirler hezeyandır. Tek şer'î tedbir "Nun vel'kalem" suresinin son âyetini okuyup üzerine üflemektir.
İŞTE SÖZ Allah'ı, verdiği nimet yüzünden seven, Allah'ın değil, o nimetlerin kuludur. Ali el-Havvas Rabbin lütfunu unutup da tesbih ve tekbirini sayandan daha zavallı kim vardır? Ebu Said Ahmet bin el A'rabî Bütün ameller iki hasletle sıhhate kavuşurlar. İçten ihlâs, dıştan sabır... Ebu Muhammed Abdullah el Murtaiş Amellere karşılık beklemek, Allah'ın lütfunu unutmaktır. Ebu Bekr Muhammed el Vasıtî Ham ve kaba softa, emirlere aşk eksikliğiyle de olsa körü körüne bağlı olan değil -emirlere körü körüne bağlı olmak, ebediyen gözü ve gönlü âşık olmaktır-; onları kendi havasız ruhuna indiren, içlerine giremeyince, hikmetlerine sızamayan, sırlarını tadamayan ve mukaddes ölçülerin aynasında kendi nefsini gösterendir. Yoksa gördükten sonra gözünü yummak ve körü körüne bağlanmak ve artık ebediyeti gören göz sahibi olmak, ne devlet!.. Ona aşk derler... Keşke bu mânâda softa olabilsek... Tarihimiz boyunca ne çektikse, belirttiğimiz gibi aykırı, hikmetsiz ham ve kaba softalardan çektik. Necip Fazıl; O ve Ben GAİB Veli minberden seslendi: –Allah gaibi bilmez!.. Cemaatte dehşet! İlâve etti: –Çünkü onun için gaib yoktur! KELÂM FUHŞU Böyle derler: –Allah bu işe karışmaz!.. Gafil müminle, güya akılcı kâfirin ağzıdır bu... İnanan için de, inanmayan için de en korkunç abes... İnanan, Allah'ın âlemi yarattıktan sonra (pasif) ve seyirci kaldığını ifade edercesine böyle bir abese düşmeyeceğini kestirmek mevkiindeyken, inanmayan zaten inanmadığına nasıl sınır çizmeye kalkabilir? –Kendi hilesinin kurbanı kör nefs!
|