Gurur ve hüzün Halis Arlıoğlu Sayı:
106 -
Buna ‘şükür’ ve hüzün mü demek gerekirdi bilmiyorum. Ama kalem öyle yazdı... Yaklaşık iki aydan sonra milletimizin mâbetlere, câmilere koşarak büyük bir aşk ve muhabbetle ilk Cuma namazını huzûru İlâhide saf tutup secde-i Rahmâna kapanmaları, sokak ve caddeleri, spor sahalarını, yeşil alanları doldurmaları ve ülke sathını secde hâline getirmeleri kelimenin tam mânâsı ile muhteşem ve muazzam bir manzaraydı…
Merhum büyük ve mustarip şâirimiz Mehmet Âkif’in tâbiriyle
“Fezâyı dolduran eller ki Hakk’a yalvarıyor..
Yarıp da loşluğu, bir müttekâyı nûr arıyor…
Bütün şu kubbelerin, mevce mevce silsilesi..
Huzûr-i Hak’ta kapanmış sücût kâfilesi!.” (Safahat, sh. 214-315)
Bu ne güzel, ne muhteşem bir teşbih, tasavvur ve benzetmedir. Fakat bendeniz, 80’nin üstünde olduğum için bu mutlu manzaraya katılamadım ama, onlarla birlikte secdede ve göz yaşlarıyla edilen onca duâ ve niyazlarında birlikte idim. Böylesine yüce bir Mevlâ’ya, Kâdiri mutlak olan Allâh’a kul ve onun Habîbi Edîbine (SA) ümmet ve bu aziz milletin bir ferdi olmanın mutluluğunu yaşadım… Evet, bütün bunlar gerçekten her şuurlu müslümanın; özellikle ayrılık ve tefrikadan, anarşi ve terörden, bilhassa onu (hıyânet cephesini) destekleyen ve onların peşinde giden şuursuz yığınlardan yüreği yanık olanların büyük bir hasretle beklediği çok mutlu olaylar, gurur duyup şükür edilmesi gereken şeylerdir…
Bir milletin dînine, imânına bağlı, câmiye, cemaate düşkün olması elbette gıpta ve övgüye değer bir durumdur. Fakat işin çok acı ve hüzün verici bir yönü daha var. Bu ülkede en az o topluluğun yarısı kadar bir kısmının bütün kurum ve kuruluşlarıyla, medyası ve siyâsî yapısıyla faal olan, görevleri sürekli olarak bu milletin inanç, ibâdet ve mâbetlerine saldıran, düşman olan bir yapı var. Ve işte asıl merak konusu olan öylesi bir toplumun yarısına yakın bir kısmının bu inançsızlara maddî ve mânevî ideolojik ve siyâsî olarak destek vermeleridir. Aslında onların inançsız olmaları bizi ilgilendirmiyor. Ama asıl mesele, işte bu muhteşem topluluğun tüm kutsallarına saldırıp, inanç düşmanlığı yapmaları ve böylesi inanç sâhiplerine hayat hakkı tanımama zihniyeti ve her alanda her şekilde tahkir ve tahrikte bulunup sürekli olarak saldırma hayâsızlıklarıdır…
Şimdi bu muazzam topluluk müslüman ve inançlarının gereğini yaptıkları halde, inanç düşmanlarına hayat veren, öylesi kurum ve kuruluşların yaşamasına sebep olan kesimler, topluluklar nereden geliyor!? Moskova ve diğer kâfir ülkelerden mi gelip bu şer cephesine destek veriyorlar!? Yoksa bu topluluğun içinde olan ve inandığı o yüce dînin gereğini yapıp Allah’a (CC) dua ve niyazdan sonra gidip her türlü bozgunculuğu yapan, iman, ahlâk, hayâ ve haysiyet düşmanlığında bulunan, terör ve anarşinin tüm çeşidini içinde barındıran, faaliyetlerine doğrudan, ya da dolaylı olarak resmen destek veren bir yapının, siyâsî kurumun içinde olup o habislere yardım ve yataklık mı ediyorlar!?
İşte insanın beynini çatlatan, vicdânını yaralayan, İslâm’ın yüceliğine sığmayan, müslümanın onur ve haysiyetini sıfırlayan o türlü yaşantılar ve benzer soruların cevâbıdır...
Eğer bir müslüman kendi ülkesinde böyle bir yapının farkında değilse ferâset ve basiret yoksunudur. Farkında ve bilerek, isteyerek o şerirlere, din-iman düşmanlarına destek veriyorsa gaflet ve dalâlet içindedir. Burada o habislerin milleti inançsızlığa sevk etmek için binlerce mâbedin kapatılıp, 15-20 liraya satıldığından, ahır-samanlık, depo ve milletçe bilinen mâhut siyâsî yapı için fırka binası yapıldığından, ezan ve Kur’ân’ın yasaklandığından, İstanbul’un göbeğine Makarios’un heykelinin dikilmesinden ve “ Yunanistan’a jest yapmak için” müze yaptıkları Ayasofya’nın açılmasına karşı oldukları gibi, Topkapı ve Sultanahmet’in de aynı olmasını isteyen bir zihniyetten bahsetmeyeceğim...
Yaratılış hikmetinden uzak, kulluk şuurundan yoksun, şer cephesine-inanç düşmanlarına destek veren bir kimsenin müslümanlık anlayışı, Paganistlerin etrâfında döndükleri şeyden farksızdır. Elbette Makariosu sevenler, İslâm’a düşmandır. O ideolojinin, siyâsî militan ve şerirlerinin, bağlı bulunduğu medyalarının, inançlı halkımızın kutsallarına her gün, her saatte ve değişik vasıtalarla, medyalarıyla, tvleriyle ve basın yoluyla hayâsız bir şekilde saldırdıklarını tekrar etmek istemiyorum. Zâten teknolojinin bu kadar geliştiği, her insanın evinde televizyonu ve cebinde görüntülü telefonu olduğu halde, bu iffetsiz ve haysiyetsiz saldırıları, saldırtanları bilmemesi ve görmemesi imkânsızdır. O zaman aynı soruyu tekrar etmek gerekir. Öylesi bu tür siyâsî yapıları kimler destekliyor!? Medyasını kimler dinliyor? Her gün dîne ve dindar kesime onlarca pislik atan, millî irâdeye kin ve nefret kusan basın denen paçavralarını kimler okuyor, kim destek veriyor!? O sefil ve rezillerin milletin kutsallarına saldırmayı görev sanan onca sözde yazıları kim okuyor? Onların yaşamasına, bu türlü küfür ve hakâretlerine devam etmesini sağlayan aymazlar kimler ve hangi topluluktur!?... Okumayan ferâseti olmayan bir topluma ne söylense boştur ama yine de merhum M. Âkif’in şu sözlerini aktarmak isterim...
“Ey Müslüman, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslâm’ı da “batsın!” diye tutmuş yediyorsun!.
Bir baksana; Gökler uyanık, yer uyanıktır;
Dünyâ uyanıkken, uyumak maskaralıktır.”
(Safahat, sh. 218)
Artık bunları tekrarlamaktan gına geldi, usandım ve o rezillerin dine-dindar kesime yaptıkları hakâretleri yazıp-söylemekten bıktım ve onlardan iğrenir oldum. Allah (CC) Peygamber (SA) Din, İman, Câmi-ezan düşmanlığını yazan, söyleyen sefillerin bunca hezeyanları bu kesimin, o muhteşem topluluğun dikkatini neden çekmiyor!? Mümkün değil ama. Haydi bunların hiç birisinden haberleri yok diyelim. Pek iyi. 21/05/2020'de İzmir’in minârelerinde bir devrimbaz pespâyenin şarkısını ve İtalyan komünist parti marşı olan “Cav Bellâ”yı çaldırıp-dinletme rezâletinde bulunan mâhut yapının elemanı bir edepsizin, ezan düşmanının yaptığı rezâletten de mi haberleri yok!? (05/06/2020 Tüm basından) Çok önemli bir soru. Bu tür inanç düşmanlıkları niçin hep aynı siyâsî yapının bünyesinden ve PKKnın siyâsî ayağı olan hâin kesimlerden çıkıyor!? Bu hayâtî soruyu her Müslüman’ın, her onur ve haysiyet sâhibi insanın, özellikle 29 Mayıs Cuma günü meydanları dolduran o muazzam kitlenin mutlaka kendilerine sorması gerekir. Çünkü bu ülkenin selâmeti, yıllarca hor ve hakir görülen Müslüman bir toplumun kurtuluşu, işte bu can yakıcı soruların cevâbına bağlıdır…
Şâyet bu yürek yakan, iç parçalayan soruların sorulmadığı, cevâbı verilmediği, üzerinde derin-derin düşünülmediği sürece Müslüman kesimin dışlanması, aynı zâlimlerin zulümlerinin devamı sürer gider ve dün olduğu gibi, sâde İzmir’in sokaklarında değil, ülkenin her yerinde Fidel Kastro’nun boy boy posterleri asılır, minârelerinde ise o iğrenç komünist marşının söylenmesi ve devrimbaz pespâyelerin şarkıları çalınmaya devâm eder… Sâde onlar değil, 27 Mayısların, 12 Eylüllerin, 28 Şubatların, Muhtıralar ve Millî irâde düşmanlığı yapılan kara propagandaların, devletin önüne çıkartılan her tür engellerin, siyâset (!) adına yapılan düşmanca tavırların da bu soru ve cevaplarına bağlı olduğu aslâ unutulmamalıdır. Çok önemli bir konu da, yaklaşık yüz yıldan beri o tür iğrenç zulüm ve baskılara, dışlama ve hakâretlere neden ve niçin hep müslüman kesimin muhâtap oluşudur. İşte o yüzden yalnız ülkemiz halkının değil, dünyânın duyduğu bu düşmanca tavırlardan hiç haberi olmayan bir müslüman’ın (!) ya da haberi olduğu halde adı ve sanı bilinen o siyâsî yapıya destek verenlerin namaz, niyaz şeklindeki onca yatıp, kalkması ne kadar boş ve mânâsızdır. Ve Allâh’ın (CC) hiçbir şeye, özellikle böyle bir ibâdet ve kulluğa ihtiyâcı yoktur. Bu tür bir Müslümanlık anlayışının, sâhibini kurtuluşa götürmesi hayâl ötesi bir şeydir... İbâdet ve Allâh’a kulluk; Bir şuur ve kendine dönüş, aslını biliş, hikmete râm oluş ve yıllarca yaşanan acı gerçekleri görerek, millî irâde ve inanç düşmanlarına karşı şuurlu bir direniş hâli ve hareketidir. Nitekim merhum millî şâirimiz bu husûsu şöyle ifâde etmiştir;
“Allâh’a dayan, sâ’ye sarıl, hikmete râm ol…
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” (Safahat, sh. 450)
Şuurlu bir müslüman başka ideoloji ve sapık doktrinlerin, düşünce ve felsefelerin, onun çığırtkanlığını yapan sefillerin peşinde giden sürü durumuna düşmez ve onlara payanda ve destek olma onursuzluğunda bulunmaz. Nitekim o tür zihniyete sâhip olan bir kitlenin onayı ve desteği ile bir kentin başına getirilen kişinin onca seviyesizliği, ülke için yapılanlara ve yaptıranlara karşı hasis ve habis tavrı şu deli zırvaları olmuştur…
“Kanal İstanbul’u konuşmak boşboğazlıktır” (04/06/2020 Yeni Mesaj ve Sözcü. Basından) Aslında, millete yapılan onca hizmeti böyle yaftalamak nankörlük ve sütü bozukluktur...
Eskiden dinsiz yapılar, kurum ve kuruluşlar için laisizm ve 163. madde Demoklesin bir kılıcı gibi müslümanların başında sallanır dururdu ve “laikliğin odak noktası” diyerek kapatılır ya da o kişinin dokunulmazlıkları kaldırılırdı. Buna; 16/01/1998 Anayasa Mah. kararı ile merhum Ahmet Tekdal’ın üyeliğinin düşürülmesi, partisinin kapatılması en canlı ve ibretli bir örnektir ve o tür zihniyet ve ideoloji sâhiplerinin nasıl çalıştığını gösteren iğrenç bir tarafgirlik göstergesidir… Şimdi dinsizliğin, terör ve anarşinin tam göbeğinde ve “odak noktasında” olan bir sürü kurum, kuruluş ve siyâsî yapılar harıl, harıl çalışıyor ve hiç dokunan olmuyor… Örneği; yukarıda zikredilen iğrenç olaylar ve inanç düşmanlıklarının sürüp giden bu densizlikleri ve saldırganlıklarıdır.
NOT: Yukarıdaki ifâdeler, dilek ve temenniler; 24 Temmuz 2020 Ayasofya’nın açılışına katılma bahtiyarlığına eren 350-400 bin kişi için de geçerlidir. Ayasofya Câmiinde namaz kılıp, Ayasofya düşmanı Marksist, materyalist müptezellerin peşine takılarak onlara payanda olanlar, insanlık ve Müslümanlık onurunu yitirmiş demektir. (Oradakilerin tamâmını tenzih ederiz ama, bu milletin inançlarına küfretmeyi siyâsî bir amaç sayarak, şirret bir azınlığa ve sapkınlığa destek verip, kendilerini ayrı bir devlet (!) sanma saplantısında bulunanlar, beyinlerini yıkadıkları gürûhu devlet-millet aleyhine kışkırtarak, millete üstünlük taslıyorlar. Yıllardır süren bu küstahlığı görüp hissetmemek nasıl bir Müslümanlık anlayışıdır!?) Özellikle ana muhâlefet-dana muhâlefet ve yavru muhâlefet denen bozguncu kesimin sözde “Lozan toplantısı” adı altında bu açılışı boykot etmesi ve Batının hegemonyasını sürdürmeleri utanç vericidir. Koca İmparatorluğun dağıtımı ve paylaşım senedi olan, Türkiye’nin köklerinden, millî, dîni ve tarihî varlığından koparılan bu sözleşmeyi kutsal bir varlık gibi sürdürenlerin, onu cuma namazına ve Ayasofyanın mehâbetine tercih eden bir zihniyetin, bilhassa Diyânet İşleri başkanının nâzikâne dâvetine ve millete rağmen, gösterdikleri kabalık ve hoyratlıkta bulunmaları, bunu siyâsî ve ideolojik bir savaş hâline getirip inanç ve millî irâde düşmanlığını açık bir şekilde sürdüren siyâsî yapıların ve peşinde gitme zilletinde bulunanların kimlere hizmet ettiklerini düşünerek, öylesi bir zihniyetin utanç verici, düşmanca tavırlarını çok daha iyi değerlendirmeleri gerekir…
|