Cehâletin istilası Erdal Kurtuldu Sayı:
107 -
Bir Hint öyküsünde şöyle geçer; 10 arkadaş hayatlarında ilk kez yolculuğa çıkarlar. Belirli bir vakit yol aldıktan sonra herhangi bir sıkıntı var mı diye birbirlerini saymaya karar verirler. Saydıkları her seferde sayı 9 çıkmaktadır, halbuki yola 10 kişi olarak çıkmışlardır. Her bir kişi tek tek sayar, sayı yine 9’dur. Kaybolan kişiyi de bir türlü bulamazlar, sanki herkes orada gibidir. Bir türlü anlayamadıkları husus ise şudur, sayan kişilerin tümü kendini saymayı unutuyordu.
Bugün modern insanın sürekli ‘ben’iyle uğraşması, durmadan kendini göz önüne getirip sahte bir ‘ben’ yaratma çabası, kendini unuttuğunun bariz bir itirafından ibarettir. Dikey boyutla ilişkisini yok sayan, menfaati dışındaki tüm hiyerarşilere düşman kılınmış insanoğlu yatay boyutu eşelemektedir. Kökünü bir türlü bulamadığı akılla hareket edip, zihnin ve bilincin yapısını nöronlarla açıklamaya çalışanlar, kuantum teorisiyle birlikte açıklanamayacak bir şeylerin olduğunun farkına varıp yine de bunu kendi kategorilerine uydurmaya çalışan günümüzün modernleri, gizemin büyüsünün içinde ufacık akılla ezilip büzülmeye devam etmektedir. Yatay boyutu eşelemelerinin sebebi köklerini veya kendilerini arıyor oluş değildir, meyve vermekten azade kılınmış bir ağacı, sırtını dayayabilmek adına bir zemine yerleştirme girişimleridir. Modern Batı dünyasının çılgınca merakını, araştırma iştiyakını, sürekli ortaya atılan yeni paradigmaları, ilerleme tezlerini, birbirlerinin sistemlerini yıkan ve bunu mankurtlaşmamak adına gururla yapan filozofları, zemin arayışıyla ya da zemini eşelemek ve dinlenecekleri bir ağacın gölgesine muhtaçlığın tezahürü olarak görmemiz gayet doğaldır. Oysa denedikleri her şey salt aklın (ratio) ürünü olduğu için kök salmıyor, tamamen budanmış bu ağacın dalları da mevcut değil ki kuşlar konsun ve hikmetli şeyler terennüm etsin. Bizzat dikey boyutla irtibatlı olan insanın aslını inkârı onu gittikçe komik durumlara düşürüp cahil kılmaktadır, modern dünyaya manevî bir anlam bütünlüğü içinde bakanlar için bunu görmek oldukça basittir.
Yatay bir çizgiyi noktalardan oluşmuş kabul edip, her noktayı araştırmak ve tarif etmeye kalkışmak şu sonucu doğurmaktadır; 1.nokta değerlendirilir ve 2.noktaya geçilir, ancak 2.nokta değerlendirildiğinde 1.noktanın durumu değişir. Hakeza her bir noktanın değerlendirilişinde kendinden önceki noktanın durumu değişmiş olmaktadır. İşte modern insanın temellerini bulamaması, sürekli değişmesi ve bunu olumlu bir şey olarak görmesinin hikmeti bu mantıkta tezahür etmektedir. Modern insan kendini merkeze koyma peşindedir. Oysa kadim geleneklerde merkezde Tanrı mevcut idi. Merkezdeki Tanrıyla birlikte şekillenen insanoğlu bambaşka bir merkezîlik kazanmaktaydı. Çünkü merkeze Tanrının koyulması ‘sana ruhumdan üfledim.’ İşareti sebebiyle insan ruhunun merkezîliğiydi. Hiyerarşik bir ilişki bütünün var olmasıyla birlikte parçayı bilen bütüne ulaşmış oluyordu.
Bu bahsettiğimiz insan fikriyle, modernlerin merkezindeki insan fikri birbirine taban tabana zıttır. Çünkü modernin buradaki amacı hedefindeki bir takım nefsanî hazlara daha çabuk varabilme isteğinden ibarettir. İşte yatay bir çizgi ve noktalarını salt akılla keşfetmeye çalışmakla, gelenekte noktanın hakikatini bilip çizgiye vakıf olanlar arasında ki fark burada açığa çıkıyor. Birisinin merkezindeki ruh ve onun aydınlığı sebebiyle manevî bir perspektif ve aslının Tanrı'dan olması hasebiyle Rabbin bilinmesi, diğerindeyse merkezindeki nefsin ve bitmez tükenmez arzular bütünü olduğu için karanlıkların ve cehaletin istilâ. Modern dünyada kavramlar ve ahlâklar ters-yüz edildiği için bu karanlığı aydınlıkla lanse etme cüreti oldukça normaldir, çünkü cehaletin açığa çıkardığı şey cesaret ve kibirden ibarettir.
İlk noktayı koyan yüce Zatı bilmek, onun gözüyle görebilme kabiliyetine kavuşmak olduğu için arif kişi, bütün çizgilere, kesrette değişip duran tüm noktaların hakikatine vakıf kişi demektir. Aşk olsun hadiselere böyle bakabilen zevat-ı kirama!
|