Mazisi olmayanın müstakbeli de olmaz Halis Arlıoğlu Sayı:
110 -
Ülkede yaklaşık 90 yıldan beri siyasî bir yapı; ilkeler, inkılaplar, devrimler ve Kemalizm maskesi altında tarih, kültür, edebiyat, ecdad, mazi ve inanç düşmanlığı yapıyor. Karşı kesimin, acziyet, pasiflik ve pısırıklığı sayesinde başarılı da oluyorlar. Son günlerdeki tezviratları, iftira, tahrik ve kışkırtma olayları bunu gösteriyor. Ülkenin maruz kaldığı sel ve yangın felaketine sevinip zil takıp oynuyorlar. Oysa zulüm alude olan bu zihniyeti susturmak için çok sayıda tarihi bilgi, bulgu, belgeler var. Fakat bu zulümleri değerlendiren ve halka anlatan şuurlu bir kesim yok.
Müslümanların bazı gerçeklerle yüzleşmesi lâzım. Bunları niçin yazıyorum? Bunun birçok sebepleri var. Önce Enfal Suresi âyet 60’ta “Allâh’ın (cc) ve sizin de düşmanlarınız olanlara karşı çok kuvvetli ve hazır olun, bir şey atın!” Ayrıca Efendimiz (sav) “Üç kere iyi bilin ki, kuvvet atmaktır!” buyurmuşlar. İşte devletimiz o tür düşmanlara karşı sihalar ve her çeşit uçakla, tank, topla bomba atıyor, bendeniz de içteki inanç ve millî irâde düşmanı saldırgan çomarlarına sâdece taş atıyorum. Ayrıca bu şartlar altında yalnız benim değil, her şuurlu Müslüman’ın bu konularda bir şeyler yapmak zorunda olduğuna inanıyorum. Özellikle şu an ülkemiz geçmişteki gibi, içten ve dıştan açık ve gizli düşmanlar tarafından kuşatılmak isteniyor. Şimdi düşmanlar haçlarıyla değil, çok değişik isim, sıfat, kılık, kıyâfet ve taktikleri, sistemleri, en çok da din gibi saplandıkları ideolojileriyle çıkıyor ve saldırıyorlar. Siyâset, hukuk, akademisyen, patron, işçi, meslek gurubu, sendikacı, politikacı ve Müslüman kisvesi, maskesi altında dînî ve millî varlığımıza sürekli olarak saldırılmaktadır. Fuhşu ve hayâsızlığı “Yemin” metnine sokarak bunu millete dayatan yeminli hayâ, iffet ve millet düşmanları, haramzâdeler var. İşte tüm bunlar karşısında bir ot gibi, taş gibi, nebat gibi, hissiz bir varlık gibi davranmak insanlık anlayışıma ve inancıma karşı çok büyük bir hakârettir diye düşünüyorum. Nitekim ilim, fikir ve mücâdele adamlarımız da aynı şekilde hareket etmiş, aynı yolu tutmuşlardır. Bu konuda sayısız eserleri, uğrunda verdikleri onca mücâdele ve çileli hayatları, bunların örnekleriyle doludur...
Dönmelerin, Siyonistlerin, Jöntürklerin Abdülhamid’e, o zihniyetin devâmı olan altı oklu fırka sürüsünün merhum Adnan Menderes’e, Özal’a, Erbakan’a ve Tayyip Erdoğan’a dolayısı ile millete yaptıkları zulüm, vahşet ve barbarlığı unutan eblehlerin başları aslâ dertten kurtulmaz ve yıllarca benzer zulüm ve haksızlığa, gadre ve hakârete mâruz kalırlar. Çünkü mâzisi ile irtibatı kopuk ve geçmişini unutan bir toplumun iflâhı mümkün değildir. Ne hazindir ki, o zihniyetin zulmüne mâruz kalan birçok izzet ve iffet düşkünleri, şu an o zâlimlerin safları içindeler. Ve siyâsi kâtillerin şehrinde belediye başkanı, aynı siyâsi yapı içinde milletvekili olanlar bile var. Bu konularda merhum M. Âkif’in şu ihtârı onur ve haysiyet sâhibi her insanın kulaklarına küpe olmalıdır.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;
Mâziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda!
Ahlâfa döner, korkarım, eslâfa bu hücûmu:
Mâzîsi yıkık bir milletin, âtisi olur mu!? (Safahat S. 453)
Bâzı dostlarım (!); yaşın 85’e gelmiş, elin titriyor, gözünün biri görmüyor, yürürken sendeliyorsun ama hâlâ elinde bir gazete ve ona yazılar yazıyorsun diyorlar. Tabii “Kardelen” dergisine de yazdığımı bilmiyorlar. Önce şunu belirteyim. Bendeniz yazar falan değilim, ama çok dertliyim ve içim kan ağlıyor. Özellikle şu hürriyet ortamında ve içteki dıştaki bütün şer cephesinin üstümüze geldiği, bozguncu ve yıkıcı kesimin kendi fasit bâtıl davâlarını ölümüne savunduğu ve onun çığırtkanlığını yayan varakpârelerin, paçavraların kapışılarak okunduğu böyle bir dönemde (bizden) olan (!) ve Müslüman geçinen bir sürü adamın, özellikle eli kalem tutan, dili laf söyleyen bir kesimin ve okumuşlarının sustuğu ve kendi değerlerini savunan bir yayın organı gazeteyi alıp okumadığı bir zamanda yazmamanın konuşmayıp susmanın en büyük ihânet ve zül olduğunu düşünüyorum. Oysa bizi yıllarca susturdular. Bunları bilmeyen gafillerin geçmişte milletin ve (Yeni AKİT) gazetesinin başına gelen ve bir sürü cunta artığı generâl bozuntularının, millî irâdeyi susturmak için açtıkları o trilyonluk davâya bakmaları veya geçmişin onca zulüm kokan acı dönemlerini; “katsayı, kamusal alan, iknâ odaları” şeklindeki milletin evlatlarını ve halkımızı dışlayıp fişledikleri dönemleri hatırlamaları için yazıyorum…
Şu garâbete bakar mısınız? Hendek ve Afrin olaylarında cansiperâne vuruşan bir pöhçü Mehmetçiğin, “Cumhurbaşkanı köşkü ile anıt kabirdeki masrafı mukâyese etti” diye görevinden alınıp mahkûm ediliyor ve yetkililer de bu zulme seyirci kalıyorlar. Oysa bu olay, millet ve devletle o kurum arasında ideolojik savaşın başka bir boyutudur... Başka bir örnek; gâliba Cihangir parkında oturan tesettürlü bir hanıma devrimbaz alçağın biri, ‘o kılıkta burada oturamazsın!’ diyerek darp ediyor ve serbest bırakılıyor. Burada inanç ve millî irâde düşmanlığı iki taraflı çalışıyor. Biri linç ediyor, öbürü ise mücrimi salıyor. Öylesi zâlimlerin nerde ve kim olursa olsun, kulağından tutup atılması gerekirken yetkililer boş, kuru ve hiçbir işe yaramayan, o habisleri şımartan kınama bildirileri ile yetiniyorlar. (9/6/2021 Basından) Mehmetçiğe yapılan bu ideolojik zulme güçleri yetmiyorsa, bâri AKP’li kesimler en az 50 avukat tutarak zâlimin zulmünden o askeri kurtarmaları gerekir. Bu konuda şer cephesini örnek alıp onların birbirlerine olan tutkunluğunu, höst dendiğinde mahkemeye koştuklarını, ölmüş olan bir adam üzerinden yıllarca inanç ve millî irade düşmanlığı yaparak milletten intikam alma duygusunu, habis ve sapkın ideolojilerine sâhip çıkarak onu canlı ve gündemde tutmalarına bakıp bu sorumsuzluklarından utanmaları gerekir. Çünkü dînimizin en temel bir prensibi ve her Müslüman’ın yapması gereken bir görevi vardır. O da; “Emr-i bilmârûf ve nehy-i anilmünker” Yâni iyiliği emir ve kötülüğü engeldir. Ülkede ahlâkî yozlaşma ve kokuşma o kadar ileri bir boyut kazanmış ki, uyarıcı ve ıslâh ediciler bile bu habâsetin, çirkefin etkisinden kurtulamamışlardır. Nitekim merhum Âkif bu konuda şöyle diyor.
“Saçıyor ortaya ister temiz, ister kirli.
Kalmıyor kimseciğin muzmeri, artık gizli”
Allâha, peygambere, dine, kitaba küfrediyorlar tepki yok. Minarelerde komünist marşı çalınıyor tepki yok, cami düşmanları tarafından kapatılan camilerin açılışına karşı çıkıyorlar ses yok. Oysa merhum Âkif; “Biri ecdâdıma saldırsa, hattâ boğarım!” demişti. Bu iffetsizler bir Haçlı zihniyetiyle sâde ecdâdımıza değil, dîne, tarihe, kültürümüzle bütün kutsallarımıza saldırıyorlar, işin en hazin tarafı ise bu yapıların, saldırganların içinde sözde Müslümanlar (!) var. “Taksimde camiye hayır!” diye çemkirenler karşısında bir varlık gösteremeyenlerin, o camiin açılışında orayı doldurmaları tam bir garâbettir... Ezikliğin, gamsızlığın ve sorumsuzluğun bu kadarına pes doğrusu. Ayrıca halk kesimine o necâsetleri yayanlar ise inanç ve millî irâde düşmanları ile onların her gün öten kanalizasyonlarıdır. O yüzden AKPli kadın kolları ve o yılların mağduru olan bir sürü hukukçu ve avukat olan kadın var. Bunlar; “İstanbul sözleşmesine” sâhip çıkıp A. Dilipak ve tâli işlerle uğraşacaklarına, başörtülülere fâhişe diyen ve hâlâ kanalizasyonunda aynı alçaklığı sürdüren rezil herife niçin hakâret ve tazminat dâvâsı açmıyorlar!? Onca tahkiri, terzili sineye çekip zillet ve meskenete boyun eğdikçe, yapan alçaklar da bu zulümlerinden asla vazgeçmezler!..
Eğer bugün İslâm toplumunu ve özellikle ülkemizi her alanda sarmış olan ve günden güne yaygınlaşan bir kötülük varsa bu, Müslümanların o görevini gereği gibi yapmadıklarının çok açık bir örneği ve çekilenler de işte o zilletin bir sonucudur. O yüzden suç; inanç düşmanı şerirlerde değil, pasif, pısırık, öyle bir derdi, tasası olmayan sözde müslümanlardadır. Elbette bu olay önce ilim ve hikmet sâhiplerine, sonra sırasıyla her iman sâhibinin kâbiliyet ve kapasitesine göre üzerine düşen çok ciddi bir görev ve sorumluluktur. Bunun asgari şartı, kötülük ve her tür hayâsızlıklar karşısında “Buğz” etmek ve o habâsetlerle, onları yapanları red ettiğini göstermek ve o tür soysuzlara karşı ciddi bir şekilde tavır almaktır. Bunun çok değişik yol ve yöntemi vardır. En basiti inanç ve millî irâde düşmanı bir yayın organına ve onu destekleyen siyâsî yapılara yardım ve yataklık yapmamak, onlara aslâ payanda destek olma zilletinde bulunmamaktır. Eliyle diliyle o tür kötülüklere engel olamıyor ve onları yapamıyorsa bâri bu basit işi yapmalıdır... Müslüman aslâ sorumsuz ve şuursuz bir insan değildir ve olmamalıdır. Çünkü onun sıradan insanlardan çok ayrı bir farkı ve özelliği vardır… Burada merhum M. Âkif’ten konuyla ilgili önemli bir alıntı yapmak istiyorum;
“Ülkede hayâsızlık almış başını gidiyor…
Kur’ân, bakınız size sâde uzaktan mı diyor!?”
En beyinsiz adamlar bile biliyor ki, bugün 80-90 yıldan beri kazanılan mevcut huzur ve hürriyet ortamını milletimize çok gören yıkıcı bir siyâsî yapı vardır. İnanç ve millî irâdeyi içine sindiremeyen, 18-20 yıldan beri milletin seçtiği cumhurbaşkanını ziyârete gitmemekte direnen ve bu iktidârı millî irâdeyi gayri meşru (!) gören karşısında hâlâ işin farkında olmayan bir kimseye Müslüman değil, insan bile denilemez... Bâzı gâfiller hâlâ işin farkında değil ve bu düşmanlığı görmek istemiyorlar…
O yüzden sâde yazmak, söylemek değil, feryat figân ederek milleti uyandırmak ve yaşanan acı gerçekleri kör gözlere sokmak gerekir. Özellikle böyle bir ortamda ve nâçizâne bütün yazılarımın hiç bir kısıtlamaya tâbi tutulmadan aynen yazılmasına vesile olan bir yayın organında yazmak, benim için en büyük şeref ve kaçınılmaz bir sorumluluktur... Bunu da son nefesime kadar yapmaya niyetliyim... Zirâ içimde yılların birikimi olan millî ve dînî acılarım var. Yıllarca susturulan, söz ve ifâde hakkı tanınmayan, sürekli dışlanan, fişlenen, başına vurulan bir toplum içinden geliyoruz. Bütün o acı geçmişimizi ve milletçe mâruz kaldığımız onca zulümleri nasıl unutabiliriz!? Geçmişini unutanın, geleceği olmaz ve öyleleri, aptallık ve ahmaklık yapmış olurlar. Onun için tarihler tekerrür etmektedir. Artık ibret alınmalıdır. Eğer bu iktidar gider ve mevcut huzur ortamı bozulursa bunun sorumluları; dinsizler ateistler ve millî irâde düşmanı çevreler değil, çalışmayan, gayret etmeyen, mevcut hürriyet ortamının kıymetini bilmeyen ve geçmişte uğradıkları onca zulümleri unutup mirâs yedi gibi yaşayan bir zihniyetle ve hovardaca bir hayat süren sorumsuz ve onursuzlar yüzünden olacaktır. Çünkü korkunç bir savurganlık içinde olan ve bulunduğu nimetlere nankörlükte bulunarak çok müsrif bir hayâtı yeğleyen, özellikle zâlimler ve zorbalar karşısında susanların bir şekilde cezâlandırılması değişmeyen ilâhi bir kuraldır.
O yüzden fırsat elde iken konuşan ve yazan herkesin, bu nimetlerin kadrini kıymetini bilmeleri gerekir. Bozguncu kesimin “hürriyet ve söz hakkımız yok”(!) hezeyanlarına bakmayın. İnançlarımız ve her tür kutsallarımız başta olmak üzere sayın cumhurbaşkanı ve çevresine dolayısı ile bu millete her gün saldırılarda bulunarak, kin ve nefret kusan, en ağır hakâretlerde bulundukları, medyalarında, yazılı sözlü yayın organlarında, görmekte ve okumaktayız. Hürriyet olmayan bir ülkede bu kadar özgürce çemkiremezler. Üstelik son günlerde yolda ve sokakta, çarşıda başörtülü hanımlara yapılan iğrenç bir şekilde hakâret ve linç girişimini okumuş ve görmüş olmalısınız. Rezillerin bir Müslüman’ın sokakta, parkta gezmesine bile tahammülleri yok. Yetkililerin basit kınama bildirilerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. İşin aslı, o hergeleye ve destekçilerine gerekenin ânında yapılması lâzımdır. Bunu yapmayınca size aferin mi verilecek? “Yargı sarayın emrindedir”(!) herzesini savurup duruyorlar. Bu açıdan çevremizdeki savaşlar sebebiyle milyonlarca insanın açlık ve sefâletini, onların vatan cüdâ hallerini görüp de bu hazîn manzaralardan hâlâ ibret almayanların, (Allah (cc) korusun) bir gün başkalarına ibret olmalarından korkulması gerekir.
Çünkü nimetleri inkâr eden, mazluma yapılan onca zulümleri engellemeyen bir toplumun ilâhî cezâya muhâtap olmadığı bir devir görülmemiştir... Mağlûbiyet ideolojisi ve sömürgeci zihniyetin, devrimbazlık illetinin insanları soktuğu kılık kıyâfete ve hayat tarzlarına bir bakınız. Gençlik nereye gidiyor, yapılan bunca masrafa, verilen eğitim ve öğretime, binlerce okul ve öğretmene rağmen oradan yetişenler neden ve niçin sol ideolojilerin bir piyonu ve malzemesi oluyorlar!? İnsanlar ne düşünüyor, nasıl yaşıyorlar? Dîni hayat ve inançları ne merkezdedir? Müzeyyen ve muhteşem câmilerimiz çok ama içinde cemaat neden yok, sabah ve yatsılarda niçin üç beş yaşlıdan başka kimse bulunmuyor ve o câmi cemaatinin çok önemli bir kesimleri ateizm materyalizm ve inanç düşmanlığı üzerinde politika yapan siyâsi bir yapıyı yıllardır niçin ve neden destekliyor!?
Ülkede bir sürü sözüm ona tarikat ve cemaat var. Bunların fonksiyonları nedir ve dînin gelişip yaşanması, ya da en az câmi cemaatinin, kanaat önderlerinin sahiplendiklerine bir çeki düzen verip inanç ve millî irâde düşmanlarını destekleme gaflet ve dalâletinden vazgeçirmeleri gerekmiyor mu? Bir takım din baronlarının ve ülkede pıtrak gibi biten sözde mealcilerin, ekran bülbüllerinin bu konularda sorumluluk ve görevleri, misyonları nelerdir? Gibi soruların cevapları ile beyni zonklamayan bir insanda hayır yoktur. Özellikle gençler, hangi eğlence merkezi ve sefâhat hânelerde neden çürüyorlar, niçin? Bu gençlik, bozguncu ve yıkıcı siyâsetin beleşten ve hasbî militanı, malzemeleri hâline neden ve nasıl kurban oluyor? Şeklindeki soruları Marksist ve inanç düşmanlarının değil, gerçek ve şuurlu Müslümanların kafasını zonklatan, vicdanlarını sızlatan sorular ve cevap bekleyen çok hayâti önemi olan konulardır. Yazımın başında söylemiştim. Cirmim küçük ama derdim ıstırâbım çok büyük ve içim yanıyor. İşte bütün bunlar için yazmıyor, âdetâ feryât edip çığlık atıyorum ve çok zamanlar akan gözyaşlarım da işin cabası oluyor. İnanç ve millî irâde düşmanı çevrelerin kanallarındaki saldırıları görüyorsunuz. Okunan âyet-i kerimede ifâde edilen “zâlim ve mâbet düşmanları” kelimesinden bile alınıp gocunuyorlar. Çünkü yaraları var. O habisler ve inanç düşmanları alınacak diye Allâh’ın kelâmı okunmayacak mı? Hâlâ 30’lu ve 40’lı yılların zihniyetini taşıyorlar.
Bu müfsit ve müptezeller, düşman oldukları iktidarın sağladığı lüks ve ihtişam içinde o yıllardan (1930-40) daha azgın ve kudurgan bir şekilde inanç ve millî irâdeye saldırmaktadırlar. Şimdi onları kızdırmamak, üstümüze saldırıp şirretlik yapmasınlar diye yapılan bunca hakaretleri sineye çekince ıslah olup topluca taraf değiştirerek Müslüman mı oluyor ve nedâmet mi getiriyorlar!? Devlet ve millet için en büyük tehlike, suçlular ve müfteriler için gösterilen zafiyettir! DP İktidarı ve A. Menderes böyle yıkılmıştır…
Yazımı merhum M. Âkif’in çok sevdiğim mısralarıyla bitiriyorum.
“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım.” (Safahat)
ÖNEMLİ NOT: Uzun zamandır birlikte olduğumuz fikir ve gönül dostlarıma bu yazılarımla veda ediyor helâllik diliyorum. Çünkü görmeyen sol gözümden sonra sağ gözüm de göz tansiyonu sonucu kanama olmuş okuyup yazamıyorum. Benim sert üslubuma katlandığınız için hepinize teşekkür ediyor, ayrıca millî ve dinî duygularımıza yapılan saldırılar karşısında benim gibi hicran yarasını ve ıstırabını taşıyan okurlarımdan dua niyaz ediyorum.
|