Sarsıntı Emine Öztürk Sayı:
116 -
O günleri hiç unutamıyorum. Halam aynı zamanda dayımın karısıydı, iki kardeş iki kardeşle evlenmişti. Değişik yapmak derler bizim buralarda buna. Biz üç yetim çocuğu sevgisiyle, merhametiyle, ilgi alakasıyla, elinden ne geliyorsa işte sarıp sarmalayan yedi kardeşten en büyüğü olan dayım ve dört kardeşten birisi olan halamdan başka kimsemiz yoktu diyebilirim. Hâlbuki köyün yarısı akrabamızdı ama kimi zaman arkamızdan kimi zaman da aleni kuyumuzu kazmışlardı. O zamanlar ben daha on yaşında bir çocuktum. Bildiğim tek şey babam öldükten sonra kimsesizdik artık. Büyüyünce anlamıştım önümüzden arkamızdan kazılan kuyuları, bizi sömürmek için akrabaların neler yaptığını, o kalabalık topluluk içerisinde ne kadar da çok yalnız olduğumuzu, annemin kırk yaşından sonra neden aklını kaybettiğini…
Halam çok hastaydı, nesi vardı bilmiyorum. Avlunun kenarındaki ocağın başında sürekli bir şeyler pişiren, evinin önünden gelip geçeni doyuran, yanına gitmediğimizde evimize yemek gönderen Halam artık yataktan çıkamaz olmuştu.
Annemle birlikte o gün ziyarete gitmiştik. Annem evde yapılacak ne iş varsa yaparken ben de Halamın yanına oturmuş onu izliyordum. Sağlıklı zamanlarında sımsıkı örttüğü saçları bembeyaz tülbendinin arasından görünüyordu. Sevgiyle bakan sürmeli gözleri kapanmış, al yanakları solmuş, morumsu bir renk almış dudakları birazcık aralansa o nefesle birlikte ruhu da çıkıp bu dünyadan kaçıp gidecekmiş gibi öylece yatıyordu. Sağ eli yorganın dışında kalmıştı. Usulcacık elini tuttum, öptüm, kokladım, bırakamadım. Babama en çok benzeyen kardeşiydi o, her şeyiyle, saflığı, samimiyeti, sevgi dolu kocaman yüreğiyle… Çalınan kapının ardından annemin ‘’Fatmaaa kapıyı aç‘’ sesi mecbur etti tuttuğum eli bırakmaya beni. Koşarak kapıyı açtım. Büyük Halam Kara Hatçe eliyle beni kenara iterek içeri girdi. Ardında adını hiç öğrenemediğim herkesin Karaköylü yenge dediği yenge, Macırların Sabahat, Molla Yaşarın karısı Güllü ve Çakır Ayşe içeri girdiler. Halamın yattığı odaya geçtiler. “Hoş geldiniz” dedim. Hepsinin sırasıyla elini öpecektim, sıra Hatçe Halama gelince başını çevirdi, elini arkasına koydu, ne yapacağımı bilemedim, öylece kalakaldım, kaynar sular boşaldı üzerimden, neden? Neden böyle yaptı? Bir kusurumu mu görmüştü? Ben ne yapmıştım ki? Kalbim sızladı, boğazıma bir yumruk oturdu sanki annemin “Fatma koş eve git” sesiyle kendime geldim, arkama bile bakmadan koşa koşa eve gittim. Eve nasıl vardım, merdivenleri bir çırpıda nasıl çıktım, yere serili döşeğe kendimi nasıl attım bilmiyorum. Tek hatırladığım; saatlerce hıçkıra hıçkıra ağlamamla birlikte kalbimden gelen yaşların yastığımı sırılsıklam yapmasıydı. Geldiğini bile duymadığım annem beni sımsıkı sarmış, kendi gözyaşlarıyla yıkamıştı okşadığı kara saçlarımı.
Akşam olup hava kararınca tarla sürmekten gelen büyük ağabeyim ve güttüğü koyunlarla birlikte dere tepe gezen küçük ağabeyimle birlikte sofraya oturmuştuk. Epeydir akşamları yediğimiz tek şey olan içine kuru ekmek doğranmış mis kokulu tarhana çorbasını kaşıkladık. Ardından ben sofrayı toplarken annem de ağabeylerimin döşeklerini sermişti yere. Babamın ölümüyle birden büyüyen, omuzlarındaki yükleri kaldırmakta zorlanan 14-15 yaşlarındaki ağabeylerim döşeğe uzanır uzanmaz uyuyakaldılar. Biz de annemle sarılıp uyuduk. Gece birden yanık yanık öten çilli horozun sesiyle uyanıp gözlerimi açtım. Offf çok sıkışmışım, uyanmasam döşekle birlikte annemi de ıslatmıştım kesin. “Ana ana uyan, beni helaya götür” “ah o koca ninen ah, hep onun işleri bunlar, ne vardı el kadar çocuklara cinli perili masallar anlatıp minicik kalplerine korku dolduracak”. Annemle birlikte helaya gittik, beni kapıda bekledi, çarçabuk işimi bitirdim, elimi yıkayıp annemin eline yapıştım. Yazlık odada serili döşeğimize giderken aniden çatur çutur seslerle, dışarıda ortalığı gündüze çeviren şimşekle birlikte bir sarsıntı başladı. Yere döşenmiş tahtalar ayağımızdan kaydı, ayakta duramaz olduk, yere düştük, sımsıkı sarıldık birbirimize. Bu halde emekleyerek, uyanıp şaşkına dönen ağabeylerimin döşeğine vardık, kenetlendik hepimiz. Neyin nesiydi bu? Gündüz kalbimi enkaza çeviren halam Kara Hatçe, artık avlumuza bile uğramayan amcam Kara Hasanla birlik olup şimdi de evimizi başımıza yıkmaya mı gelmişti yoksa? Annem yavaş yavaş Âyet-el Kürsî okuyor biz de tekrar ediyorduk, dua bitmeden sarsıntı sona ermişti. Annem bunun deprem olduğunu söyledi. Dışarıdan sesler geliyordu, bütün köy ahalisi dışarıya çıkmış, biz de çıkmıştık. Koca avludaki ninemle dedemin ölene kadar yaşadıkları eski evin üst katı yıkılmış, alt katın kalın duvarları kalmıştı. Avlumuzun yanındaki koca meydanda toplanan insanlar macırların yeni evinin de yıkıldığını, Macır Hüseyinle karısını yıkıntıların arasından çıkardıklarını söylüyorlardı. Zaman kavramını yitirmiştim. Tüm bunlar ne kadar sürede oldu ne zaman güneş doğdu anlayamamıştım. Hasta yatağındaki Halam geldi aklımıza, hemen oraya gittik. Hiç bir şeyin farkında olmadan aynı şekilde döşeğinde yatıyordu. Dayım ise yüklükten yere düşen yatakları toplamaya çalışıyordu. Ağabeylerim dayıma yardım etti, halamı döşeğiyle beraber avludaki çardağın altına götürdüler.
Ondan sonra geceleri biz de döşeklerimizi kapıp halamların avludaki çardağın altına seriverdik. Böylece kaç gün kaç gece geçirdik bilmiyorum. O günleri hiç unutmuyorum, hiç ama hiç unutamıyorum. Beni en çok etkileyen bu korkunç sesli, bizi yerden yere vuran deprem dedikleri sarsıntı mıydı yoksa büyük halam Kara Hatçenin elini öptürmeyip arkasını dönmesiyle başıma yıkılan küçük dünyam mıydı? Karar veremiyorum.
Şimdi her deprem olduğunda, her artçı sarsıntıda korkudan çok kalbim ağrıyor, geçmiyor sızısı, kanıyor…
|