Şehitlik oyunu İlknur Eskioğlu Sayı:
119 -
7 Ekim 2023 Aksa Tufanı-Gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir.” -Edip CANSEVER-
Babacığım...
Kalemin de kâğıda ilmek ilmek işleyemediği dağlar kadar derdi olurmuş. Her bir harfi kâğıtla buluştururken, harflerden kan damlar da, kâğıtlar kan gölüne dönermiş. Peygamberler şehrimiz misâli... Peygamberler şehrimiz, kan gölüne döndü yine. Asırlardır kanayan, kanı hiç dinmediği için de bir türlü kabuk bağlayamayan yaramız, öyle çok kanıyor ki bu günlerde... Nefes alıp vermeye tâkatimiz kalmadı. Her bir mukaddes mâbed inşâ edilirken; hayâdan sessizliğin hüküm sürdüğü beldemizde, acı çığlıklar birbirine karışıyor şimdi. Kalem mecâlsiz, yürekler yangın yeri...
Filistin yanıyor... Gazze yanıyor baba... Acı feryatlardan rengini alan gökyüzü kurşunî, yeryüzü alev topu, bizler ise çâresiz... İşgalci terör örgütü İsrail’in bitmek bilmeyen zulmü altında kardeşlerimiz... Bu soykırımı, bu katliamı anlatacak güç bulamıyorum kendimde. Binlerce insan öldü, binlerce insan yaralı, binlerce insan enkazlar altında... Şehrin tek aydınlığı, bombaların çıkardığı alevler... Su yok, ekmek yok, elektrik yok, yakıt yok... Bebekler, çocuklar, anneleri, yaşlılar ve siviller katlediliyor. Gökle yer birleşmiş gibi... Her yer harâbeye döndü, târumar oldu mukaddes şehir. Bebekler... Ana rahminde ruh üflendiğinde şehitlikle müjdelenenler, onlar... Doğmadan ölenler... Şehit olmak için doğanlar... İnsanlar ölmüyor, insanlık katlediliyor gözümüzün önünde. Elimiz kolumuz bağlı bir hâlde bu soykırıma seyirci kalmak nasıl azap veriyor insana!.. Bir suçluluk psikolojisi boynumuza dolanıp da bizi boğan, daraltan... Musluktan şarıl şarıl akan berrak su, dört bir bucağı kan revan olan Filistin’in kanlarını temizleyemediği için acı acı haykırıyor. Böldüğümüz ekmeğin, Filistin’e rızık olamadığı için ıstıraptan akıttığı gözyaşı ıslatıyor elimizi. Aydınlatma araçlarımız, karanlığa hapsolmuş Filistin’in ağıtını yakıyorlar. Isıtma araçlarımız, bedenimizi değil, bağrımızı yakıyorlar âdeta. “Bin hâl var havada, bir hâl var içimde” diyen şâirin söylediği gibi havada binbir hâl, içimizde binbir hâl var mâni olamadığımız... Mâni olmaya gücümüzün yetmediği... “Derdim var” derken bilmem mi kaç bin defa düşünmeli!.. “Sanma ki dert sadece sende var. Sendeki derdi nimet sayanlar da var.”
Bir babanın, 3-4 yaşındaki kızıyla alışverişi gözüme ilişti markette. “Bunu da alalım.... Bunu da baba...” diyordu minik kız. Çok hoşuma gitti baba-kız muhabbetleri. Seninle yaptığımız alışverişler aklıma geldi, daldım gittim mâziye. Tebessüm ederek baba- kızı izledim bir müddet. Babası, 3-4 yaşındaki çocuğuyla değil de, 20 yaşındaki genç kızıyla konuşuyordu sanki. Öyle içten, öyle samimiydi. Göz göze geldik beyefendiyle. “Allah kolaylık versin size” dedim “Sağ olun” dedi. O da gülümsedi, ben de... Kız babası olmak zordur değil mi baba? Aslında baba olmak başlı başına zor bir sorumluluk, bir o kadar da güzel bir sorumluluk olsa gerek!.. Tebessümüm yüzümde dondu, Filistinli çocuklar aklıma düşünce... Sâhi onlar, babalarıyla market alışverişi yapabilmişler midir hiç? Babasına, sevdiği çikolatayı işveli edâsıyla aldırabilmiş midir bir Filistinli çocuk? Onlar, dünyaya gözlerini açar açmaz, şehitlik sütüyle beslenenler... Şehit olmak için dünyaya geldiklerinin şuuruyla yetişen asâlet timsâlleri... O hengâmenin içinde, o enkaz yığınlarının arasında, katran karası olmuş toprağın üstünde, lime lime olmuş cesetlerin ve paramparça olmuş yaralı bedenlerin yanı başında şehitlik oyunu oynayarak tebessümleriyle katil İsrail’in katliamına pusu kuran, kâfirin karşısında dimdik duruş sergileyen Filistin’in, Kudüs’ün, Gazze’nin cennet kuşları... Onların lügâtında “büyümek” diye bir kelime yok... “İstikbal” kelimesi, dünya kokmuyor onların lügâtında. Onların gözünde istikbalin mânâsı, cennet köşkleri demek... Kızlar, meslek sahibi olmayı, gelinlik giymeyi, anne olmayı; erkekler, sünnet merâsimi yapmayı, asker eğlencesi tertiplemeyi, damat olmayı hayâl edemiyorlar. Büyümeden büyüyenler... Anne sütüne kanamadan şehitlik şerbetini kana kana içenler... Evciliğin oyununu bile oynayamadan şehitlik oyunu oynayanlar... Metânetli olmak ne demek diye soran olsa, o çocukları işâret ederdim. Son nefesini veren kardeşine şehâdeti öğretecek, ölen annesinin yüzüne vakarla son defa bakacak, tertemiz kalbiyle günahsız ellerini göğe kaldırıp, bu zulüm bitsin diye duâ edecek kadar metânetli olan mücâhitler onlar...
Bir baba olsun, evlâdının elinden tutup Mescid-i Aksa’nın civârında dolaştırabilmiş midir hiç? Babalarıyla futbol oynayabilmişler midir? Yakantop, seksek, körebe, saklambaç oynarken cıvıl cıvıl sesleri, renklendirmiş midir Filistin sokaklarını? Sofrada, sırf beğenmedikleri yemek olduğu için annelerine küsmüşler midir? Bir anne, gelin ve damat olmasını hayâl ettiği çocukları için, sıcacık yuvasında çeyizler hazırlayabilmiş midir? Hazırladıysa da muradına erebilmiş midir acep? Babalar görüyoruz; parçalanmış çocuğunun cesedini torbanın içinde taşıyan... Anneler görüyoruz; çocuğundan geriye kalan tek şeyin kafatasından bir parça olduğu... Kefenlerin içinde şehâdet parmağının arşa yükseldiği şehitler görüyoruz.
Diyorlar ki; “Yediğimden, içtiğimden utanıyorum! Çocuğumdan utanıyorum! Kâfirlerle aynı çağı paylaşmaktan utanıyorum! İnsanlığımdan utanıyorum!” İnsanlığımızdan elbette utanalım; böylesi bir soykırımın karşısında, onlara devâ olamadığımız için... Evet, insanın yediği ekmek boğazından geçmiyor, içtiği su genzini yakıyor!.. Bunları anlıyorum anlamasına da, bir insanın çocuğundan utanması ne demektir baba? Sen hayatta olsaydın ve benim yanımda bunu söyleseydin, benim içim sızlardı. “Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde” diyen şâirin yaptığı gibi kendimi verirdim şiirlere... Mutlak Kâdir olan Allah’ın aldığını vererek, verdiğini de alarak imtihan edecek güç ve kudret sahibi olduğunu, hissettiğimiz acıdan dolayı bir an olsun unutuyoruz sanırım! Filistinli âileler, şehit olan çocuklarından yana utanç duymuyorlar; bilakis onur duyuyorlar!.. Cennetle müjdelenmiş olmanın gönül ferahlığını onlar, o katliamın içinde unutmazken; biz rahatlığın içindeyken metânetli olmayı unutuyoruz galiba!.. Paramparça olmuş çocuk cesetlerini gördükçe yüreğimiz parçalansa da, sûreti ve sîreti, bedenî ve ruhî sağlığı yerinde olan çocuklarımızın yanı başımızda olduğuna şükretmek yerine; bir anlık gaflete düşüp utanıyorum demekten utanıyorum açıkçası... Bazen insan sözlerin esiri, bazen de sözler insanın esiri oluyor. İşte bu noktada Üstad Necip Fazıl Kısakürek gibi ben de haykırmak istiyorum:
“Sen de kim oluyorsun?
Asıl sabreden Allah.”
Kâfirlerle aynı çağı paylaşmaktan dolayı utanmak ne demek peki baba? Hakla bâtılın savaşı, dünya var olduğundan beri yeri ve göğü her asırda inletmişken ve dünya var olduğu müddetçe de inletmeye devam edecekken; bu çağda mı sûkünete erişmesini bekliyoruz? Rehberimiz Kur’ân’ı Kerîm’in kıssaları, bir hikâyeden mi ibaret; yoksa her birimize birer ibret vesikası mı? Helâk olan kavimlerin başına gelenler bir daha yaşanmaz mı sanıyoruz? Yeteri kadar okunmadığı için toz bulutu hâline gelmiş Kur’ân sayfaları arasında kalmış birer masal mı onlar; yoksa hakikatin ta kendisi mi?.. “Zulüm ile âbad olanın, âhiri berbat olur.” Siyonist katil israil, Müslüman kardeşlerimizi değil, kendilerini bombalıyorlar. Yaklaşmakta olan bir sonun başlangıcı Allah’ın izniyle... Firavun’un karşısında Musalar, Nemrud’un karşısında İbrahimler dimdik ve dipdiri duruyorlar ve yeniden doğuyorlar. Eğer bir şeylerden utanacaksak kendimizden utanmalı değil miyiz baba? Onlar kurtuluşa erenler... Ölmüyorlar, ölümsüzlük suyunu içiyorlar!.. Bize görünen kısmı kan gölü olan bir Filistin, bir Kudüs, bir Gazze... Yerle yeksan olmuş bir şehir... Kimlikleri belirlenemeyen insan yığını... Bir barbarlık... Bir vahşet... Peki ya görünmeyen kısmı? Ahh, görünmeyen âlemin güzelliğini tahayyül etmekten bile âciz olan biz günahkar kullar.. Allah’ım, bu vahşet karşısında bir şey yapamadığımız için, helâk olan kavimlerle birlikte zulme sessiz kaldıkları için helak olan inananlar gibi olmaktan senin rahmetine, merhametine, affına sığınıyoruz. Gereği gibi kardeşlik yapamadığımız kardeşlerimize Sen yardım elini uzat, ebabil kuşlarını gönder üstlerine... Zira biz çok çâresiziz, çok âciziz...
...
Yetiş ayağının tozu olduğumuz peygamber
Yetiş her zaman diri olan varlığınla
Yetiş yak lâmbamızı
Yetiş aydınlat karanlığımızı
Yetiş yeşillendir çöllerimizi
Yetiş dirilt insanımızı
Seni sevenin ismiyle yetiş bize
Yetiştir bize
Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını
Verim yağmuru insin ülkemize
Mekke'ye Medine'ye Şam'a
Kudüs'e Bağdat'a İstanbul'a
Semerkand'a Taşkent'e Diyarbekir'e
Yetiş Peygamber imdadı yetiş
Yetiş Allah'ın izniyle
Yetiştir erlerini
Diriliş bayraklarını taşıyan
Şehit gömleklerini peşin giymiş
Ateşten, sudan geçer gibi geçen
Allah önünde her varı yok gören
Dağların üstünde erip
Kentlere şafaklar gibi ağan
Küçük askerlerini
Gül diksinler diye yeni topraklarına
İnsanın ta gönlüne
Yetiştir erenlerini
Allah'ım
Âmin
...
Bir mîraç arzuluyoruz ki şimdi; topyekûn kurtuluşa vesile...
Ümmetin derdiyle dertlenen, elinden duâdan başka bir şey gelmeyen kızın.
|