Melezleme: ?Hurufat ?ehresinde A?lamayy ve Bir Bilici gibi ?yk? Yazmayy Kafka?dan ??rendim? Demek Sinan Ayhan Sayı:
57 - Temmuz / Eylül 2007
Kurgu, bir dildir; “kurmaca”yla tat alan bir dil… Bir
olayı anlatmaya başladığınızda bir dil kurmaya başladınız demektir; o zaman
olayı nasıl söylediğiniz, söze döktüğünüz öne çıkar; olayı anlatmanızın nedeni
varoluş nedenini bir bedahet ölçüsünde bilmek gibi tüm hikâyenin sonu geldiğinde
anlaşılacaktır, dolayısıyla “anlatmak”, kurguya, yani üslûba doğru tekâmül eden,
“çok-eklemli” bir fiildir. Üslûp kuvveti çünkü, kurmaca dilin içinde saklı bir
cevherdir… “Acayip bir hayvanım var, yarı kedi, yarı kuzu. Öbür eşyalarla
babamdan miras kaldı. Ama gelişip seğrilmesi benim zamanımda oldu. Eskiden
kediden çok kuzuya benziyordu, şimdi her ikisini de eşit ölçüde
andırıyor…” Kafka Kalıtı-1, “Melezleme” adlı öyküsünden… Bir metin, böyle
tuhaf ve sırlı cümle dökümlerinden ses, doku, iz ve görüntüler alarak farklı bir
dil kuşamına doğru ilerliyorsa; orada bir tufan dilinin hükümranlık kuracığı
aşikârdır… Söz ve üslûp, kişiye ait bir keyfiyettir, yani o kişinin muhakeme,
sezgi ve idrâk kimliği… Kafka işte, böyle sıra-dışı bir idrâkin “söz-yontucusu”
olmuştur; onun cümleleri, bildik-görünür dünya içinde bilinmedik bir
görünürlüğün kimliğidir; genetik kodları anlamın kolay anlatılabilir ve kolay
anlatılamaz bileşenlerinden oluşan melez bir kimliktir… Kafka baştan ayağa
üslûptur ve üslûbuyla köşe bucak sıradanı öteler… Sartre,
Dostoyevski’nin dil-kimliğini kurcalarken benzer bir tavır içinde;
Dostoyevski’nin Ölüler Evinden Anılar kitabındaki “kalın, yağlı urgan”, “köpek
kürkünden ayakkabı”, kasvet, pus, kir ve benzeri kelime ve durum seçimlerinin
özellikli bir ifade giyimi olduğunu tarif eder… Mesele kelime ve durum seçimi
olduğunda bizim Kafka üzerinde tahlilimizin dil çözümlemesi de aynı miras
üzerinden kavram çatısını kurar… “Pencere pervazında güneş altında kıvrılıp
mırmıra başlıyor, çayır çimende ise çılgıncasına koşup duruyor; öyle ki,
yakalayabilene aşk olsun! Kediden kaçıyor, kuzu gördü mü de saldırmaya kalkıyor.
Mehtaplı gecelerde çatıların yağmur oluklarında gezsin, can atıyor.
Miyavlayamıyor ve farelerden tiksinti duyuyor. Tavuk kümesinin başında pusuya
yatıp saatlerce bekliyor; gelgelelim, önüne çıkan fırsatlardan yararlanarak
hakladığı bir tavuk da olmadı şimdiye kadar.” Kafka Kalıtı-2, “Melezleme”
adlı öyküsünden… Gırtlak ne kadar düğüm taşır; insan kendi ölüsünü
taşıyabilirse sırtında o düğümlük olay kadar gırtlak çeşitli boy ve ebatta düğüm
taşır… Çehov’un kıssadan hisse bir öyküsünde anlattığı gırtlağına patates kaçmış
tenorun başına gelenler ve ses kabiliyeti nasıl gırtlağa kaçmış patatese
bağlanıyorsa, Kafka’nın kelimelerinde hissedilen “içine ağlama pozu” durumu da
benzer bir ilişkide ifade edilebilir; ama gerçekte en acıklı hikâye insanın
bilinmezlik ve anlatılmazlık karşısındaki varoluş durumudur; insan
anlatamadığını daha önceden yaşamış olur, insan kendisi var oluşun üzerine düşen
bir kalem gibidir ve bir türlü yazılanlardan ayıklanamaz; gırtlağı paralayan
düğüm yükü de bu bulmacamsı yumaktan gelir… Yoksa “patates” unsurunun göze
batmak” fiilinden başka bir hükmü yoktur. Üslup işte bu yumağın her insanda
ortak olan anlamı, fakat farklı olan kurgusu bakımından, bir insan için
olağanüstü yaşanmış olanı ortaya koymada başat bir kanıt olma rolünü
üstlenir. “Kucağımda ne korku biliyor hayvan, ne onu bunu izleme hevesine
kapılıyor. İyice bana sokulup, her yerdekinden rahat hissediyor kendini. Onu
bakıp büyütmüş aileye bağlı. Bu da sanırım olağanüstü bir sadakat değil, dünyada
dünürlük yoluyla sayısız akrabaları bulunmasına karşın, kan yoluyla belki tek
akrabası olmayan, dolayısıyla bizim yanımızda kavuştuğu sevecenliğe kutsal
gözüyle bakan bir hayvanın şaşmaz içgüdüsü.” Kafka Kalıt-3, “Melezleme” adlı
öyküsünden Üslûp olarak yalnız bırakılmak, dünyanın en yüklü
yalnızlıklarındandır… Üslup olarak kimseye benzemek gerekmez; Üslûptan anlamak
da, üslup sahibinin yanında olmaktır. Kimseden tenekeye altın demesi beklenemez
elbette; ama altına da kimsenin ışıltıları sebebiyle “gözüme toz kaçtı” tavrıyla
yaklaşması affedilemez. Bir cevher sahibiyseniz hassas olursunuz, hassaslığınız
sizin batıllara karşı bağışıklık sisteminizdir. Hassas bir bünye altına teneke
denilmesi kırılmaz, onu kıran yalnız “nerdesin ey okuyucu” dedirtecek kadar ona
sırt dönen bir tavır içinde yalnız bırakılması olur. O hem olağandan, hem
“olağan -olmayan”dan tenler taşıyan münzevi bir melezdir; karakteri daha
büyüktür ve baş-edilemeyenle baş eder, çünkü baş edilmeze karşı elinde kurmaca
dil vardır; ama yazarak saklanmaktan başka bir çaresi de yoktur. Üslûp,
“odunla kemanı birbirinden ayırt eder”… Üslûp, çağlar ve kentler kuran bir
büyüdür… İngilizler, “Şekspir”in miras yedisidir”; almanlar bir “Faust”
devletidir; fransızlarsa gal horozunun tefsircisi sayılır… Üslup, bir meydan
okumadır… “Bir gün, herkesin başına gelebileceği gibi, işlerim buna bağlı her
şey ters gitmiş, bir çıkar yol bulamaz olmuştum; neyim varsa elimden çıkıp
gitmesine aldırmamak istiyor ve böyle bir ruh durumu içinde evde, kucağımda
hayvan, salıncaklı sandalyede oturuyordum ki, nasılsa bir ara gözüm ona ilişti;
baktım, hayvanın o kocaman bıyıklarından yere yaşlar damlıyor. -Benim mi, yoksa
onun gözyaşları mıydı acaba?- Kuzu ruhlu bu kedide bir de insan duyguları mı
vardı ne? Babamdan bana çok bir şey kalmadı, ama bu kalıta da diyecek yok
doğrusu.”
Kafka Kalıtı-4, “Melezleme” adlı öyküsünden…
Kişilik bölünür bölünmesine; herkesin yüklendiği bir “suç ve ceza”
vardır; bir tek üslubu olanda bölünen kişiliğin kalemi iyi durur; hiç yazmamış
olsa bile onun adı “yazar”dır. Başka bir kanıt, başka bir kalıt arama; üslubun
soluğuna düşen görüntülerde yol alır.
“Bazen sıçrayıp yanımdaki koltuğa çıkıyor, ön ayaklarını omuzlarıma
dayayıp ağzını kulağıma yaklaştırıyor, bana bir şeyler söylüyor sanki. Ve
gerçekten öne doğru eğiliyor ardından, sözlerimin üzerimdeki etkisini gözlemek
ister gibi yüzüme bakıyor. Hatırı hoş olsun diye söylediklerini anlamışım gibi
yapıyor, başımı sallıyorum. Bunun üzerine sıçrayıp yere atlıyor, orası senin
burası benim hoplayıp zıplayarak dolaşmaya başlıyor. Belki bu hayvan için
kasabın bıçağı bir kurtuluş sayılırdı; ama bir miras işte, böyle bir kurtuluşu
ondan esirgemek zorundayım.” Kafka Kalıtı-5, “Melezleme” adlı öyküsünden…
Bir deney bu, daha kalıtsal bir durum değil yani… Üslûp diye kasabın
bıçağını alıyorum elime, hiçbir şey kurtulmuyor… Dolayısıyla melezleme usulleri
açısından her şey anlaşılana kadar, beklememiz gerekiyor… Beklememiz
gerekiyor…
|