Parlamenter sistem ve mağdurları Halis Arlıoğlu Sayı:
121 -
Parlamenter sistemin ilk darbesi, inanç ve millî irade düşmanlığını ideolojik bir saplantı olarak sürdüren, laisizmi ve ilkeleri sanal bir din olarak telakki eden, içi boş deyimlerle “irtica hortladı”, “şeriat ve tarikat olayları hız kazandı” diyerek peşine taktığı güruhu tahrik ederek ve kışkırtarak buna inandıran adamın şu sözleriyle başladı: Sizi ben bile kurtaramam.
Bu sözün muhalif mânâsı şu idi: Aslında olayları körükleyen, organize eden benim. Günü gelecek kullandığım bu kesimler sizin külünüzü göğe savuracak, ocaklarınızı söndürecek, canlarınızı alacak ve kurduğunuz demokratik sistemi, halka yaklaşım tarzınızı alt üst edecektir.
Bundan cesaret alan yine aynı ideoloji ile beyni yıkanan hasbelkader Türk ordusunun içinde bulunan bir müptezel de şöyle söylemişti: Biz onun idam kararını “Tanrı uludur”u bırakıp Arapça ezan okuttuğu gün vermiştik.
Bu fesat ocağının yayılıp genişlemesine sebep olanların başında müstemleke basını denilen ve o siyasi yapının sözcülüğünü üstlenen, propagandasını yapan gazete adındaki paçavralar yapmıştı. “Onlarca genci boğazın sularında boğdular, sayısız üniversite talebesini kıyma makinalarında kıyıp asfalt yaptılar” ifadesi ile bu adi ve alçakça yalan, iftira ve tezviratı boş beyinlere kustular. Onları devlet ve millet aleyhine kışkırttılar. Anılan bu gerçeklere inanmak istemeyen okuma özürlüler o günün medyasının başlıklarına, yalan ve iftira kusan yazılarına baksınlar.
Aslında aynı zihniyet aradan seksen doksan yıl geçmesine rağmen bu iftira ve tezviratta bulunmaktadır. Sonunda o sözler gerçekleşti ve 27 Mayıs darbesi yapıldı. Münevver Ayaşlı’nın ifadesine göre “ne idiği belirsiz, nesebi gayrisahih bir adam ve hasbelkader adalet camiasının içinde bulunan kişi de şöyle demişti: İşte bütün bunlar bu masum ve mağdur millete atılan parlamenter sistemin kazıklarıydı. Parlamenter sistemin en iğrenç en rezil en aşağı ve an adi şekli, demokratik sistemle seçilmiş olan ülkenin başbakan ve bakanlarının en vahşi ve hoyrat bir biçimde asılarak hayatlarına son verilmesi olmuştur. Allah’ın ve bütün canlıların laneti o tür zalimlerin üzerine olsun.
O günün sloganları “Hazine kurudu, altınlar eridi, yapılan barajlardan çıkan enerji toprağa mı verilecek?” şeklindeydi. İşte bu zihniyet yüzünden ülkemiz 30-40 yıl kadar Bulgaristan’dan enerji almaya mahkûm edilmiştir. Amerika’ya kaçırılan uçak dolusu para ve dövizler Kars’ın, Ardahan’ın Ruslara satıldığı iftiraları işin cabasıydı. Aslında o cephede gelişen hiçbir şey yoktur. Yine aynı terane aynı yâveler, iftiralar sürüp gitmektedir. Bu kadar teknolojiye ve onun getirdiği kolaylığa ve bunlardan sonuna kadar istifade etmelerine rağmen inkâr ve isyanda devam etmektedirler. Çünkü bunların kökenleri ve kodamanları tarafından inançlı Anadolu halkı, bağışlayın ama bir sürü ve hayvan olarak görülmektedirler. İnanmak istemeyen seviyesizler Ankara valisi ve Belediye başkanı olan N. Tandoğan’ın şu ifadesine baksınlar. O siyasi yapının kışkırtıp kullandığı ve ortalığa saldığı materyalist, Marksist ideolojinin çığırtkanlarına karşı milliyetçi bir grup onları protesto etmek için Ankara’da miting yaptıkları sırada adı geçen adama bir üniversite talebesi olan merhum Osman Yüksel’in yakasından tutarak “ulan öküz Anadolulu! Senin milliyetçilikle, devlet idaresi ile Marksizm ve komünizm ile ne alakan var. Siz gidin Anadolu’da çobanlık yapın. Koyun sığır ve hergele güdün, çiftçilik yapın ve halkın karnını doyurun” demiştir. Kendine öküz diyen zihniyete tepki göstermeyen, buğz etmeyen, bu hakaretleri sineye çekenler her türlü musibete müstahaktır.
İşte durum budur. Burada en büyük sorumluluk bu zihniyetin bağlı bulundukları ideoloji adına halka yaptıkları belgeli ve yaşanmış olayları gündeme getirip onları hayâsız yüzlerine vurmamalarıdır. Sade “Senirkent olayı ve Aslanköy faciası” yeterlidir. Başbağlar katliamı ve yapılan diğer zulümleri saymıyoruz. Bu kahrolası zihniyetin iş gücü yalan, dolan, talan iftira ve tezvirattır. Nitekim o zihniyetin pespayelerinden bir seviyesiz bütün TV haberlerinde yayınlanan şu ifadeleri kullanmıştır: Öyle büyük bir yalan söyleyeceksiniz ki o yalan çok büyük olacak, gerçekten çok büyük olacak ve bunu her yerde her zaman tekrarlayıp milleti bu yalan ve iftiraya inandıracaksınız.
Ülkemizin maruz kaldığı acı gerçeklerden biri de budur. İşin aslı, dini inançları ve kurumları çağ dışı hattâ orta çağ zihniyeti olarak gören ve her yerde çemkiren bir zihniyet Allah’a ve dine de inanmıyor demektir. O zaman meşhur “El haya-ü minel iman: Hâyâ imandandır” hadis-i şerif’i de fikrimizi destekler. Hâyâsı utanması olan kişi yalan söylemez. Buna göre hayâsızlık ve imansızlık onlar için bir prensip oluyor. Allah milletimizi ve bizi hayâsız ve imansızların şerrinden korusun. Aslında bu konuyu en açık en saf ve en doğru şekilde anlatan merhum Mehmet Akif’in şu sözüdür: ‘“İmandır o cevher ki ilâhî ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.”
Her ne kadar bu iktidar döneminde büyük ölçüde o zihniyetin parlamenter sistem adına yaptığı zulümler, işlediği cinayetler azalmış olsa da bazı kalıntıları bu hükümete rağmen devam etmektedir. Her yerde ve her alanda rastlandığı gibi 27 Mart 2024 tarihinde haberlerde geçtiğine göre Kuşadasında bir pespaye “Burası laik, kemalist bir ülkedir. Tesettürlülere burada yer yoktur, onlar layık ülkelere (Afrika Arap ülkelerine) gitsin” şeklinde çemkirmiştir. Katsayı, kamusal alan ve ikna odaları zulmünün sona ermesine rağmen bu gibi çatlak sesler hâlâ sürmektedir. Bu iktidarın en büyük suçu uyuşturucu baronlarını, çeteleşmeyi, soygunu ve dilenciliği meslek edinen bu çapulcuları hiçbir caydırıcı özelliği olmayan yasalarla cezaevlerinde besleyip bırakmalarıdır. Bir takım haydut ve haytaların en az otuz-kırk sabıkası olduğu halde kuduz bir it sürüsü gibi sokaklarda gezmeleri, milletin canına ve malına zarar vermelerine fırsat tanımaları suçların en büyüğüdür. Bunlar silâhsız olan anarşi ve terör grupları vatan ve millet hainleridir. Müeyyidelerin caydırıcı olması için bu haşeratın donuna kadar el konup onları eşek adası vb. yerlerde ağır işlerde çalıştırarak hem devlete katkı hem de milleti bu şerirlerin zulmünden kurtarmaktır. Buna dair her gün onlarca gasp, hırsızlık, dolandırıcılık, uyuşturucu haberlerini duymaktan gına geldi.
Yıllanmış ve köhneleşmiş bu zulmün düzenini devam ettirmek için altılı ganyancılar bunu hayata geçirmek için birleştiler. Ama zamanla bu sistem ellerinde patladı ve birbirlerinin gırtlağına sarıldılar. Altılı ganyancılar sırf Tayyip düşmanlığı için bu zulüm düzeni olan Parlamenter sistemi hortlatmak için birleştiler. Başka bir marifetleri yoktu. Adı geçen sistemin zulmünü görmeyen kalmamıştı. Onun için millet;
“Uğrarız darbesine her gelenin
Bu da bir darbesidir hergelenin”
Darb-ı meselini söyler oldu.
Ayrıca burası millete meydan okunacak yer değildir, “atın bu kadını dışarı” diyerek seçilmiş bir milletvekilinin aforoz edilmesi de işin başka bir boyutudur. Aslında o menhus (uğursuz) zihniyet halktan ümidini kestiği için at sineği gibi darbeci ve cuntacıları kuyruk altında temerküz edip (toplanıp) onlar kanalıyla, alıştıkları gibi iktidar olmayı ümit etmektedirler. Bunun en bariz örneği “ordu göreve” pankartıdır.
Sonuç olarak burada, denenmiş ve yaşanmış bir gerçeği tekrar etmek istedim. Allah’a kitaba ve mukaddesata savaş açan siyasi bir yapıya ve ideolojiye destek verenler bunun bedelini çok ağır olarak öderler. Bu, ya kıtlık ve kuraklıkla ya da arazî ve semavi bir şekilde mutlaka cezasını görürler. “Çünkü zulme rıza zulümdür ve küfre rıza küfürdür.”
|